AVM gezgini İranlılar

Galiba önce Derin Düşünce Yönetmeni Mehmet Yılmaz’la “Derin Göz” başlıklı  e-kitabında yer alan “Bir arkadaşa bakıp çıkacam” başlıklı yazısındaki cümlelerden hareketle konuşmuştuk, turistin AVM gezginine dönüşmesi konusunu. Yılmaz’ın turist ilgisinin AVM’lere yöneldiğini anlatan ifadelerine karşılık ben saf turistin, bir beldeyi kendine özgü sebeplerle oturmuş karakteristik özelliklerini hesaba katarak tanımaya çıkan gezginin turist millet içinde hâlâ bir ağırlığı olduğunu savunmaya çalıştım. İnsan dünyanın her yerinde bulabileceği bir alışveriş mekânında niye vakit harcasın, mesela Paris’te, Tokyo’da, Moskova’da, Kahire’de sınırlı bir süre için bulunuyorken…

Öte taraftan, Avrupa başkentlerine gittiğinde öncelikle ünlü butiklere koşturan Türk turist tipi de sadece bir mizah unsuru değil.

Bu konuda daha özel bir gözlemim var.

90’larda Türkiye’den İran’a otobüsle veya uçakla gelirken yolcuların ağırlıklı olarak tarihi mekânlardan söz ettiğini duyardım. Bir keresinde otobüs yolculuğu sırasında aynı zamanda bavul ticareti yaparak aile bütçesine katkıda bulunan bir kadının benim o sırada henüz gitmediğim Ihlara Vadisi’nden ve Kapadokya’daki yer altı şehirlerine yaptığı geziden söz ettiğini duymuştum. Mevlana sevgisiyle yollara düşen Konya yolcuları ise her zaman geçerliliğini koruyan bir kategori. 2000’lerde ilgi Antalya ve Bodrum gibi sahil şehirlerine kaydı.  Nevruz tatillerinde havayollarının özel seferler düzenlemesine sebep olacak ölçüde büyük bir akın oluştu Türkiye’ye. Bazen de Guguş ve Endi gibi Batı’da yaşayan İranlı şarkıcıların konserlerine katılmak üzere yola çıkardı insanlar.  Suriye yolcuları ise ayrı bir kategori. Otobüslerle, uçaklarla akın ediyor İranlılar Şam’a. Herhangi bir mütedeyyin İranlı’nın yolculuk hayalini süsleyen şehirler, Mekke ve Medine’nin yanı sıra Şam ve Kerbela.   

İnsan varlığının zaman ve mekândan çok da etkilenmeyen karakteristik özellikleri üzerine düşünüyorum. Şöyle ki: Nerede doğarsa, yetişirse yetişsin bazı insan kitabi bilgiyi sevmiyor, mangalda kül bıraktırmayan geyik muhabbetini yeğliyor. Her an yola çıkmaya hazırdır kiminin ruh hali, kimisi için de yolculuk uzun bir hazırlıkla bile katlanılması zor bir mecburiyet…

Kimi insan evine hep aynı yoldan dönerken, aynı marka gömleği giymeyi sürdürdüğü gibi bir alışkanlıkla sürdürür aile ve dostluk ilişkilerini. Kimisi ise bile isteye kaybeder kendini yollarda ve zihnini açtığı farklı imgelerle geçmişin yükünün ağırlığından kurtulduğunu duyar.

Demek istediğim, AVM dolaşmayı sevenler gökten zembille inmediler.  Huy aynı huy, sadece yeni bir ifade kanalı edindi. Şimdi AVM’lerde geziniyorsa, bir zamanlar da oyalanmak için vitrinlere bakınarak ilerliyordu caddede.  Evde elini bir o işe atıyordu bir bu işe, tamama erdirmeyi önemsemeden.  Kitapları şöyle bir karıştırdı, elinde kumanda kanal kanal gezindi. Başladığı örgüyü bitirmeden tığ işine merak sardı.

Sürekli radyo istasyonu değiştiren kişi, işitsel avaredir Walter Benjamin’e göre.

Şöyle anlatıyor “Pasajlar”ın yazarı AVM gezginini neredeyse 75 yıl önce: “…Alışveriş merkezi (avarenin) son dadandığı yerdir.”  Avare dolaşır, izler, beğendiğinin etrafında gezinir, yorumlarda bulunurken “bak ama elleme” ilkesiyle geliştirir dolaşmalarının haritasını. Kimi postmarksist düşünürler AVM gezginliğini bu açıdan her türlü araçla kışkırtılan kapitalist haz alma emrini sönümlendiren, hazlara adanmış bir yaşamla da böylelikle baş edilmesini mümkün kılan bir tür seküler mabed ziyareti olarak tasvir ediyorlar.

Beri taraftan, kışın soğuktan korunmak için geliyoruz buraya, yazın da sıcaktan, dedi mazbut görünüşlü bir adam.  Buralarda dolaşmadığınızda neye ihtiyacınız olduğunu bilmeden yaşıyorsunuz, hiç görmediğim biberon modellerine rastladım, dedi hamile genç kadın. Kasaba nostaljisiyle şiirler hikayeler yazmış bir edebiyatçı tanıdığım, eşi ve torunuyla AVM eğlenceliklerinde hoşça vakit geçirdiklerini anlatıyordu. 

AVM keşiflerinin kişisel modernleşme için zaruretinden söz eden İranlı mühendis, aklıma bir kez daha Pasajlar’ın yazarını getirdi. Tatillerini Türkiye’de geçirmeyi yeğleyen genç kuşak İranlı tanıdıklarım, adını daha önce duymadığım kimi AVM’lerin kayda değer ya da değmez yönlerinden söz ediyorlar. Sonuçta ilgilerini çeken daha ziyade Türkiye ürünleri oluyor. Aradıkları uluslarası markaların çoğuna Kiş Adası marketlerinde ulaşabilirler.

İran’da bulunmayan şey, bir şey, Ataşehir’deki AVM’de bulunabilir mi? Bazen birlikte alış verişe çıkıyoruz. İranlı turist laf olsun diye dolaşmıyor AVM’lerde, seçici davranıyor, ülkesinde bulamayacağı şey için uzun süreliğine dolaşmaya üşenmiyor.

Bavul ticareti yapan da öyle… Bin bir zahmetle taşıdığı mallar geçici pazara dönüştürdüğü evinin salonunda yığılıp kalmamalı. Kimisi kendi butiği için ilginç ürünler dererken vitrinlerden, raflardan, İran’da olmayan, olabilecek şey için farklı AVM adreslerinin peşine düşüyor. Arada fiyat farkı olduğunu bildiğinde İstanbul’un öteki ucuna gitmeye üşenmiyor. Otobüs ya da uçak yolculuklarımda, kendi evinde ya da apartmanın garajında satabileceği giyim kuşamın arayışı içindeki İranlı kadınlarla tanıştım. Bir taraftan mesela Yuşa Hazretleri’ni, “Mavi Cami”yi ziyarete gitmeyi, adada faytonla Büyükada’da tur atmayı ihmal etmiyorlar.

Ancak popüler kültürle tüketici seviyesinde ilgili genç kuşak turistlerde “lifstyle” başlığından yayılan imgelere dönük arayışların ağırlık kazandığı söylenebilir.

Bu açıdan Mehmet Yılmaz haklı: AVM, turist gündemlerinde hiç olmadığı ölçüde geniş bir yer tutuyor artık. Esasen turist olgusu da geçmiş yüzyıllarda olmadığı kadar belirgin ve belirleyici, tecimsel anlamda. Pasajlarda gezinen tacir mi yoksa turist mi, ya da sadece avarenin biri mi;  AVM’lerle kaplanarak uluslararası bir önem kazanmaya çalışan şehir olarak İstanbul’un profilinde meydana gelen değişimleri çözümlemede öne çıkan sorulardan biri bu…