Atatürk ve Laiklik yorumu


 


    Herkes her şeyi, kendi keyfine göre soslayarak yiyor ve ceremesini de millete çektirmeyi tercih ediyor.

    Alın laiklik tanımını.

    Alın Atatürkçülük yorumunu...

    Laikliği neredeyse "Din karşıtı bir din" gibi algılamamız isteniyor.

    Atatürkçülüğü de, Türkiye'de dini olan her şeyi tasfiye edecek bir manivela olarak kullanmaya çalışıyorlar.

    Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir özgürlük gasbını meşrulaştırmanın adı "Türkiye'ye özgü laiklik yorumu." oluyor.

    İnsaf.

    Avrupa veya Amerika'da birisi çıkıp "Bu başörtüsü de neyin nesi?" diye sorsa anlarsınız. Onun kültürü için yeni bir durumdur.

    Ama Türkiye'de başörtüsü, doğrudan doğruya halkın malıdır. Halk kültürünün olmazsa olmazıdır. Türkiye'nin kadın nüfusunun büyük çoğunluğunun tabii giysi parçasıdır.

    Aslında bugün gelinen noktada tüm dünyada, toplumların kültür varlıklarını korumaya yönelik bir eğilim var.

    Yemek türleri, söyleyiş tarzları, diller, lehçeler, oyunlar, eğlenceler, ve giyim- kuşam...

    Şunu demek asla abartı değildir:

    Modernite ya da modalar sebebiyle kaybolma riski bulunsa, Türkiye, başörtüsünü korumak için tedbir almalıdır.

    Ama ne yapıyoruz?

    Başörtüsünü hayattan silmek için devlet gücünü kullanıyoruz.

    Yargıyı seferber ediyoruz.

    Bütün bunlar yetmiyor, bir de Mustafa Kemal Paşa'dan fetva istiyoruz.

    Başörtüsünü silmek için, onu giysi olarak benimseyenleri de siliyoruz.

    Nasıl bir düzen bu?

    Bakınız:

    Anayasa Mahkemesi'nin şu ünlü başörtüsü kararının gerekçesinde "Laik düzende, dinden yola çıkılarak düzenleme yapılmaz" deniyor.

    Peki ne yapacağız biz o zaman dinimizle ilişkilerimizi?

    Bir devlet, sistemini kurarken, kanunları yaparken, o toplumun inançlarını, hassasiyetlerini, kültürünü görmezden mi gelir? hiç dikkate almaz mı? her şeyin üzerine bodoslama gitme hakkı var mıdır devlet düzenini belirleyenlerin?

    Hem de soralım:

    Türkiye, demokrasiyi benimsemiş bir ülke.

    Demokrasilerde bir de halk vardır.

    Daha doğrusu öncelikle hak ve halk vardır.

    Devlet düzeni halkla belirlenir.

    "Birileri kural koyar, halk da ona uymak zorunda kalır" değil.

    Öyle bir düzenin adı demokrasi değil.

    Öyle bir düzenin adı, şeflik düzenidir, totaliter düzendir. Yukardan aşağı tanzimi öngören düzenlerin, adı jakobenizmdir.

    Hem demokrasiye geçtik deyip, hem de sistemin derinliklerinden jakobenizm uygulamak sancı sebebidir.

    Türkiye sancılanıyor. 

    Bakın Atatürk, yaşadığı günlerde kadınların giysisi konusunda "İfrat ve tefritten kaçınılsın" demiş. "Dinimiz de böyle ister" diye ilave etmiş. Ona göre ifrat, kimliği belli etmeyecek derecede her tarafın örtülmesi oluyor. Tefrit de, Batıda bile olmayan ölçüde açılıp saçılmayı ifade ediyor.

    Hangi Atatürk'e, ya da hangi laiklik yorumuna bakacağız?

    Bir kere nihai planda bir "Atatürk tercihi" yapılmış oluyor. Bunu da, bugünkü insanlar yapıyor. Tercih yapanlar, kendi durdukları yere göre tercih yapıyorlar. Dolayısıyla herkesin kendine göre bir Atatürk'ü olmuş oluyor. Sonunda da iş "Benim Atatürk'üm seni Atatürk'ünü döver"e geliyor. Kimin gücü kime yeterse onun Atatürkçülüğü galip ilan ediliyor.

    Atatürk dönemine baktığımızda , yapılan işlerin dini açıdan meşru olduğuna dair gerekçeler arandığını görmekteyiz.

    Hilafet kaldırılırken bile, bir fıkıh alimi, Seyyid bey,  Meclis kürsüsünde uzun konuşmalar yapmış. Sonunda "Hilafet yürürlükten kalksın ama Meclis'in manevi şahsiyetinde mündemiç olarak kalsın" formülü geçerli bulunmuş.

    Yani meydan okurcasına bir "din karşıtı" duruş söz konusu değil,

    Şimdilerdeki laiklik yorumuna baktığımızda "Dini alanın hiç hesaba katılmadığı" bir yaklaşım gözleniyor. "Devlet tanzim eder, din ve millet ona uyar! Ondan ötesi laikliğe aykırıdır!" mantığı hüküm-ferma gibi anlaşılıyor.

    Bu yaklaşımın Atatürk'ü de kullanmak istediği düşünülürse, ortaya nasıl bir garabet çıkacağı tahmin edilebilir.

     Bir çevre, kendi dünya görüşleri ya da çıkarları adına her şeyi kolayca harcıyor, tüketiyor.

    Atatürkçülük de, laiklik de şu anda en yoğun tüketim metaı haline dönüştürülmüş durumda.

    Şükür ki, Türkiye ciddi bir zihni aydınlanma yaşıyor.

    Zihinler berraklaşıyor.

    İstismarın, sömürünün miadı doluyor.

    Türkiye'nin iyi günlere doğru ilerlediğine inanmak gerekiyor.