Amerika Birleşik Devletleri-Çin ilişkileri gerilmeye devam ediyor. Umalım da işler daha da kötü bir noktaya ulaşmasın. Dünyanın bu iki en büyük ekonomisi arasındaki ticaret savaşının riskleri aşikar. Ben, iki taraf için de ekonomik bir kazan-kazan kapasitesinin çok büyük olduğu için, bu menfaatlerin muhtemel bir savaşı (ekonomik veya askeri) sürüncemede tuttuğu konusunda iyimserim. Üstelik Donald Trump ve Xi Jinping gibi nasyonalist iki liderin varlığına rağmen…
Ne var ki iki ülke arasındaki rekabetin Asya’da gitgide “vekalet savaşlarına” evrilmesi endişe verici. Son yıllarda Asya’da başarıyla uygulanan strateji hala en doğru reçete olmaya devam ediyor. Yani bir yandan hem ABD’nin güvenlik şemsiyesinden hem de Çin’in yükselen ekonomisinden yararlanma… Fakat bu denge üzerine kurulu konjonktür ciddi bir tehdit altında.
Ne ki son zamanlarda bu iki güç arasında fikri mülkiyet, teknoloji, inovasyon ve Güney Çin Denizi gibi maddeler üzerinde cereyan eden atışmalar pek de alışılmadık değil. Çeyrek yüzyıla yayılan benzer birçok gerginlik, sıcak bir çatışmayı tetiklemedi. Bilakis iki taraf da tansiyonu dindirmeyi hep başardılar.
Bu inişli çıkışlı ilişki örgüsü hem çok anlaşılır hem de Çin-ABD ilişkilerini anlamak için çok faydalı. İki lider de zaman zaman birbirlerine sert mesajlar göndermeleri gerektiğini biliyor. Zira iki taraf da, bu çıkışların çoğunlukla iç siyasete dönük olduğunun farkında olup iki ülke arasındaki ilişki arasında kalıcı bir hasara sebep olmamasına özen gösteriyorlar. İki ülke ekonomik olarak halihazırda birbirine en bağımlı olduğu günleri yaşıyor. Bu bağımlılığın şartlarından iki taraf da yüzde yüz memnun değil ama menfaat sağladıkları aşikar.
Donald Trump ve Xi Jinping, kendi seleflerinden çok farklı liderler. Trump’ın “Amerika’yı tekrar büyük yapma” niyetinde olduğu malum. Hakeza Jinping’in de “büyük Çin” gibi bir hedefinin olduğunu söyleyenler de var. İki lider de bu itibarla öncelikle iç siyasete hitap ediyor ancak içeride söylenenlerin beynelmilel neticeleri var.
Peki bu defa bizi daha farklı şeyler mi bekliyor?
Hayır… ama evet.
ABD ve Çin’in ikili ilişkileri yönüyle, hayır. İki ülke elbette birbirine dişini göstermeye devam edecek ama birbirlerini ısırmayacaklardır, zira bu iki tarafın da aleyhine olur.
Asya’daki Çin ve ABD mevcudiyeti itibariyle ise evet. Doğrudan karşı karşıya gelmektense iki ülke Asya’daki nüfuzları için kora kor bir mücadele halinde.
Bu husus, son yıllarda başarıyla uygulanıp bölgede daha önce hiç görülmemiş bir istikrara imkan vermiş olan Çin-ABD balans ayarını tehdit ediyor. Asya ülkeleri Çin-ABD arasında bir tercih yapmamalı ve zaten yapmayacaklar da. Ancak Washington ve Pekin’in bölgedeki stratejilerinin çok farklı olması hasebiyle bazı ülkeler belli bir rotaya, diğerinden daha bağlı kalacaktır.
Barack Obama’nın 2011’deki Asya açılımından sonra, ABD’nin Asya politikasında jeopolitik, jeo-ekonomiden daha çok rol oynamaya başladı. Mesela, ABD’nin Asya’da askeri varlığını artırması ama buna mukabil Trans Pasifik Ticaret Ortaklığı’ndan (TPP) çekilmesi bu noktada hatırlayalım.
Çin’in tavrı ise tam tersi. Pekin yönetimi Tayvan, Tibet ve Güney ile Doğu Çin Denizi’ndeki egemenlik iddialarıyla dikkatleri üzerinde topladığını iyi bildiğinden jeopolitik yerine jeo-ekonomiye gittikçe daha çok ağırlık veriyor.
Aşağıda, New York Times’ın yayınladığı iki grafik üzerinden devam edelim:
2011 yılından beri ABD, Asya’daki en yakın müttefiki olan ülkelere yaklaşık 20 milyar dolarlık askeri ekipman satmış. Çin’in silah satışı ise, ABD’ye kıyasla hem çok daha az hem de Hindistan’ın baskın olmadığı Güney Asya kesimlerine yoğunlaştı.
Kaynak: Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) Grafikteki rakamlar, SIPRI’nin 2011’den 2016’ya kadar olan toplam üretim kârlarını gösteren tahminler.
Aynı dönemde, Asya ülkelerinin ekseriyetinin Çin’le olan ticaret, ABD’yle olan ticaretlerine kıyasla artmış. Zaten bu ülkerin çoğunun en büyük ticaret partneri hep Çin olagelmişti.
Her ülkenin hem Çin ile arasındaki hem de ABD ile arasındaki toplam ticaretteki farklılığın gayri safi yurtiçi hasıla bakımından görünümü.
Kaynak: Dünya Bankası, Bhutan Maliye Bakanlığı, Tayvan Maliye Bakanlığı ve IMF. Vietnam, Tayland, Nepal ve Bangladeş’e ait en yakın veriler 2015 senesine ait.
Buna ilaveten bir de Çin’in “Tek Kuşak, Tek Yol” projesine aktarmayı düşündüğü 1 trilyon dolar değerindeki krediler ve inşaat projeleri var. Hedef, Asya’nın yükselen ekonomilerinde ihtiyaç duyulan altyapı projelerini hayata geçirmek, Çinli altyapı firmalarını ihracat fırsatları yaratmak ve hepsi bir yana, Çin’in uluslararası nüfuzunu artırmak…
Peki Asya, Amerikan jeopolitiği ile Çin jeo-ekonomi kombinasyonuna nasıl bir reaksiyon verecek? New York Times bu mücadelede Asya ülkelerini, Çin’e “karşı koyanlar,” Çin’e “doğru kayanlar,” ve “iki tarafa da oynayanlar” olanlar olarak üç gruba ayırmış.
Kırmızıyla gösterilenler Çin’e meyledenler, maviyle gösterilenler Çin’e karşı koyanlar, gri renkle gösterilenler iki tarafa da göz kırpanlar…
NY Times biraz abartsa da bu tablonun doğruluk payı var. Bunlar da benim, bu haritaya naçizane eklemelerim:
- ABD’nin üç esas müttefiki (Avustralya, Japonya ve Güney Kore) askeriye, istihbarat ve komünikasyon itibarıyla Washington’a daha çok yaklaşmak istiyor. Çin marketi de bu ülkeler için çok kritik lakin gelişmekte olan Asya ekonomilerinin ihtiyaç duyduğu altyapı yatırımlarını bu üç ülkenin ihtiyacı yok. Haliyle bu üçlü için Amerikan jeopolitiği, Çin jeo-ekonomisinden ağır basıyor.
- Endonezya’nın başını çektiği ASEAN (Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği) ülkelerinin ise Çin jeo-ekonomisinden başka seçeneği pek gözükmüyor. Tüm bu ülkeler için, ekonomilerinin tam potansiyeline ulaşmalarında dünya standardında altyapıya kavuşmak oldukça mühim. Bazı ASEAN üyesi devletlerin Çin’in bölgedeki emellerine dair kaygıları olsa da Çin’in sunduğu teşvikler bu kaygılara galebe çalıyor.
- ASEAN’ın merkezinde yer almasına rağmen Singapur, aldığı konum itibariyle Avustralya, Japonya ve G. Kore’ye güneydoğudaki komşularından daha yakın duruyor. Singapur’un Çin’in stratejik emellerine dair ciddi endişeleri, Çin’in altyapı teşviklerine daha az muhtaç oluşu ve ABD ile olan derin ve köklü ilişkileri Singapur’un pozisyonunu açıklıyor.
- Vietnam ve Filipinler’in ise Çin’e karşı olan çekinceleri ulusal güvenlikleriyle alakalı. Gelgelelim ticaret ve yatırım yönüyle Çin’e çaresizce muhtaçlar. Bu sebeple ABD’nin koruyucu kanatları altına girme niyetlerini kolay kolay açık edemeyecekler. Bu, Vietnam’ın ABD ile olan geçmişi baz alındığında gayet anlaşılırken Filipinler’in ABD ile olan uzun askeri münasebeti baz alındığında ise kafa karıştırıcı.
- Gelelim Hindistan’a. Hindistan o kadar büyük ki kendine ayrı bir rota çizmesi, çok doğal olacaktır. Hindistan’ın Çin pazarına ihtiyacı büyük ancak aralarındaki su ve Tibet meselesi Çin-Hint ilişkilerinin çok da dostane olmayacağına işaret ediyor. Hindistan, ABD’ye ekonomik ve askeri olarak her daim ihtiyatlı yaklaşmıştır ancak Çin’in, komşu Pakistan ve Bangladeş’teki artan etkinliği Hint devletini Washington’la işbirliğine zorlayacak gözüküyor.
Tekrarlamakta fayda var: Asya’daki Amerikan jeopolitiği ve Çin jeo-ekonomisi bir döngü. Her Asya ülkesi, hem ABD askeri varlığından hem de Çin’in ekonomik yükselişinden aynı anda çıkar sağlamaya devam ediyor.
Değişen ne derseniz, iki büyük güç arasındaki tansiyonun bölgedeki sıcaklığı daha da körüklemesi. İki süper güç de sıcak bir savaşı göze alamaz. Birbirlerine çok bağımlılar. Ne var ki Asya’daki vekalet savaşlarından oldukça hoşnut görünüyorlar. Buna, Asya ülkelerinin tek bir yumruk olarak karşılık vermesini beklemeyin. Ama Asya’daki Çin-ABD balansının gittikçe daha ciddi, daha zor ve karmaşık hale gelmesini bekleyebilirsiniz.
Kaynak: www.linkedin.com
Dünya Bülteni için çeviren: Mustafa Doğan