Kelimelere yalnızca başka yerlerde icâd edilmiş anlamların yüklenmesi, medeniyetin beşiği olan bir kıta adına üzücüdür. Kökeni yakın zamanlara atfedilen bir olgu olarak "küreselleşme" bunlardan biridir. Gerçek şu ki Asya'nın pek çok kesimi, 20.yüzyılın ikinci yarısından çok önce küreselleşmiştir. Mezopotamyalılar, Çinliler, Hintler, İranlılar, Roma İmparatorluğu'nun kuruluşundan evvel bile ticaret yapıyorlardı. O halde "küreselleşmeyi" yeni bir olgu olarak, Asyalılara "dışarıdakiler" tarafından tanıtılmış bir şeymiş gibi görmeye devam etmek de neden? Asya hâla niçin herşeyi dışarıdakilerin bakış açısından yargılamak gibi bir "sömürge dönemi" mahmurluğunda?
Bu tutum yalnızca ticarette değil eğitimde de derinlere kök salmıştır. Örneğin Uluslararası İlişkiler alanına bir bakın. Her ülkenin kendi jeopolitik yaklaşımı vardır ve olaylara kendi bakış açısından bakmak durumundadır. Ancak Asya'nın üç büyük gücü – Çin, Hindistan ve Japonya – onlarca yıldan beri yüzlerce öğrenciyi Uluslararası İlişkiler bölümünde okumak üzere Amerika'ya veya Avrupa ülkelerine gönderiyorlar
Çeşitli derecelerle ülkelerine dönen bu öğrencilerin çoğu ABD ve AB'nin Asya hakkındaki önyargılarını ve Asya'ya bakış açılarındaki kusurları hiç farkına varmadan özümsemektedirler; dolayısıyla da kendi ülkelerinin gerçeklikleriyle bağları kopuyor. Ve içlerinden ancak pek azı ülkelerinde önemli karar vericiler oluyor. "Küreselleşmenin" gerçek anlamı, anavatanı merkez kılmak ve ispitlerin küre çapında dolanmasını sağlamaktır. Ancak, Asya politika yapımcıları nezdinde merkez ya Amerika ya da Avrupa yahut da her ikisidir.
Müstakbel Uluslararası İlişkiler öğrencilerinin, kendi toplumlarına demir atmalarını sağlamak zorundayız. Amerika veya bir Avrupa ülkesinde kalmayı tercih edenler, meseleleri Batı'nın bakış açısından değerlendirmeyi sürdürmekte elbette serbesttirler.
310 milyon kişinin açlık düzeyinde yaşadığı Hindistan, burs ve bağış olarak verdiği on milyonlarca doları, öğrencileri Amerika ve Avrupa'ya göndermek için harcıyor. Geçenlerde genç Hint parlamenterlerden oluşan geniş bir grup, vergi mükellefleri pahasına, Uluslararası İlişkiler okumak üzere yine Amerika'ya gönderildi. Geleceğin bu liderleri, doğal olarak merkezinde Amerikan çıkarlarının bulunduğu bir müfredat'a gömülecekler. Şayet Hint hükümeti, Uluslararası İlişkiler bölümü kurulması için parayı kendi üniversitelerine vermiş olsaydı, değerdi. ABD ve AB, kendi politikalarının münhasıran kendi çıkarlarını yönetmekten başka bir şey olmadığını gizleme lüzumu hissetmemesine rağmen, Asya'daki mevkidaşlarının pek çoğu, kendi halklarının çıkarlarını savunurken böylesi bir dayanıklılık sergilemeye gönülsüz duruyorlar.
İklim değişikliği üzerinde yürüyen tartışma, tüm dünyanın batı merkezci bakış açısıyla tanımlanmış "küreselleşmeden" nasıl etkilendiğini gösteren bir örnektir. Muayyen bir toprağa özgü hesaplardan uzaklaşan herhangi bir birey "küreselleşme karşıtı" olarak görülürken, ABD ve AB politikalarını destekleyen Asya'daki insanlar "iyi küresel vatandaşlar" olmaktadır. Belli başlı Uluslararası TV kanallarını izleyince dehşet verici iklim değişikliğine yol açanın Çin ve Hindistan'ın iktisâdı kalkınması olduğu hissine kapılırsınız; halbuki ortaya çıkan hasarın yüzde 87'si, ABD, AB ve diğer gelişmiş ülkelerin beşeri faaliyetlerinin doğrudan bir sonucudur.
Çin, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika gibi gelişmekte olan ülkelerin yapmaları gereken şey, ortak bir beyaz kitap yayınlamak, birkaç asır içerisinde çevreye verilen zararın kökenlerini tafsilatıyla anlatmak ve gelişmiş dünyadaki her bir ülkenin kişi başı sera gazı emisyonunu vermektir.
"Küreselleştirmeciler" "tek Avrupa'dan" bahsetmelerine rağmen, "tek Asya'nın" mevcûdiyetini kabullenmeyi reddediyorlar. Bunun yerine, kıta aslında tek bir jeopolitik kütle oluşturmasına rağmen, Asya'yı farklı kısım ve kesitlere arıyor ve her bir parçaya bütünden ayrıymış gibi muamele ediyorlar. Örneğin, "Doğu Asya", "Güneydoğu Asya", "Güney Asya", "Orta Asya" ve "Ortadoğu". Rusya Devlet Başkanı Dimitry Medvedev Rusya'nın "yüzde yüz Avrupalı" olduğunu düşündüğünden dolayı, en büyük ülkenin dörtte üçü Asya'nın dışında kalıyor. Asyalılar, Asya'yı ayrı parçalara bölen ve bu sûretle pan-Asyacı bir görüşün evrilmesinin önüne geçen uluslararası ilişkiler teorilerinin farkında olmalıdırlar.
Meselelere, zâtı kendinden menkul "küreselleştirmecilerin" gözlüğünden bakma eğilimi "Dubai sendromu" olarak adlandırılabilir. Birleşik Arap Emirlikleri'nin bu şehrini ziyaret edenler, batılı "uzmanların" karar verme süreci üzerinde nasıl da geniş bir nüfuz sahibi olduklarını görmüş olmalılar. Beyin gücünü dışarıdan almak, bir yere kadar Dubai'nin çeşitli komşularının da bir vasfıdır. Kendi kararlarını dış kaynaklardan sağlayan başka ülkeler de vardır. 1955-1995 arasında Güney Amerika ülkeleri, esasen yabancı şirketlerin tekel olmalarını sağlayan ve yerli şirketlere teşvik vermeyen "Friedmancı" ekonomi anlayışına bağlılıklarından dolayı çöküş yaşayan ekonomilere örnektir.
Dubai en son örnektir. "Küreselleşmecilerden" akıl almak Asya'nın talihsiz bir özelliği. Ve madem ki Dubai'deki problemlere dış bankacılık kurumlarının tavsiyeleri üzerine alınan kararlar yol açtı, bu hataların külfetini taşımaları gerekmez mi? Körfez İşbirliği Konseyi çoktan acı çekmeye başladı - "küreselleşmiş" finans kardeşliğinin açgözlülüğü yüzünden 1.3 trilyondan fazla bir kayıp söz konusu.
Dubai Asya için bir ikaz niteliği taşır. Kıta, kendisine yine kendi bakış açısından bakmalıdır, tıpkı gelişmiş dünyanın yaptığı gibi. Birleşik Arap Emirlikleri, amacı yalnızca çabucak kâr yapmak olan batılı danışmanlara körü körüne inandığından dolayı düştüğü karışıklıktan bir kez çıkınca, ümit o ki, liderleri BAE halkına yardımcı olacak politikalar izleyecektir. Asya, Asya kıtasını merkeze koyan bir gözle dünyaya bakmalı ve "Dubai sendromunu" tekrarlamaktan sakınmalıdır.
Yazar hakkında: Hindistan, Manipal Üniversitesi'nde Jeopolitik Profesörü
Kaynak: China Daily
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı