Aştiyani için Türkiye'nin 'namus borcu'

Aklım O’nda. Bambaşka konularda haber yazarken, su içerken, kızımla gelecek üzerine sohbet ederken, sıcaktan şikâyet ederken aklıma düşüyor ve iliklerime kadar ürperiyorum.
Bir hücrede mi bekliyor üstüne gelen ölümü? Belki de penceresiz bir koğuşta, etrafında başka kadın mahkûmlar da var. İster istemez düşünmüştür kafasına gelecek ilk taşın çıkartacağı o korkunç sesi ve akıp toprağa karışacak olan kanının rengini. Sakine Aştiyani’den söz ediyorum.
Dünyanın her yerinde, en gelişmiş denilen, demokrasi şampiyonluğu yapan ülkelerde de, Türkiye’de de, Uzak Asya’da da kadınlar, sırf kadın oldukları için farklı seviyelerde de olsa, ayrımcılığa uğruyor, en azından şu veya bu biçimde horlanıyor. Çoğunu bilmiyoruz ama hissediyoruz.
Aştiyani, eşi öldükten sonra iki kez evlilik dışı ilişki yaşadığı için, önce kırbaç cezasına çarptırıldı ve bu cezası infaz edildi. Ama daha sonra, bu iki erkekten birinin kocasının ölümüyle alakalı olduğu başka bir mahkeme tarafından öne sürüldü. Bunun üzerine de Aştiyani hem cinayetten hem de eşini aldatmaktan ölüm cezasına çarptırıldı. Önce recm edilmesine karar verildi ama uluslararası baskı artınca cezası asılarak idama çevrildi.
İran, Aştiyani’nin cinayete de karıştığını ve bunu itiraf ettiğini öne sürüyor. Oysa Aştiyani, itirafının manevi baskı altında alındığını resmi dil Farsça’yı bilmediğini, yalnızca Türkçe konuştuğunu dolayısıyla kendisini savunamadığını söylüyor.
Doğru, bazıları Aştiyani’yi Aştiyani olduğu için önemsemiyor. Onlar için Aştiyani’nin başına gelenler yalnızca ‘molla rejimi’ dedikleri İran’ı bir kez daha teşhir etmenin yolu. İran ve Batılı ülkeler nükleer bilek güreşinin basit ve yeni bir aracı. Elbette Aştiyani için sesini yükseltenlerin bir kısmı da zihinlerindeki ‘İslam eşittir barbarlık’ yanlış denklemini perçinlemek için kullanıyorlar onun durumu. Dolayısıyla insan hakları gibi evrensel ve dünyayı kucaklaması gereken değerlerin bir kez daha yalnızca araç olması haliyle karşı karşıyayız. Ama bu art niyetlerin hiçbir önemi yok. Çünkü insan hakları savunuculuğu tam da bu zaten, insanı her şeyden bağımsız olarak yalnızca insan olarak algılamak.
Türkiye ile birlikte nükleer mücadelede İran ve Batı arasında arabuluculuk yapan Brezilya’nın Başkanı Lula, Aştiyani’ye sığınma hakkı sundu. Çok da iyi yaptı, en azından üstüne düşen buydu. Fakat İran, alay edercesine, Lula’nın ‘iyi yürekli ama tam olarak bilgilendirilmemiş’ bir lider olduğunu söyleyince “Eh, ne yapalım, her ülkenin gelenekleri var” diyerek geri çekildi.
Bu arada, Aştiyani’nin avukatı Muhammed Mustafa, Türkiye’de ortaya çıktı. Türkiye’ye göre, yabancı misafirhanesi ama AİHM’ye göre, ‘gözaltı merkezi’ olan bir yerde tutuluyor. Bu merkezlerin ve düzensiz göçmenlerin durumu ayrı yazı konusu fakat anlaşıldığı kadarıyla İran’da eşi de gözaltına tutulan Mustafa için yakında iyi gelişmeler olacak.
Bunlar yaşanırken, elbette bu merkezlerin durumu ve Mustafa’nın İran’a iade edilebileceği
üzerinden Türkiye-İran ilişkileri de sorgulandı. İnsan hakları savunucuları Türkiye’nin Aştiyani konusunda İran’a baskı yapması için kampanya başlattı.
Türkiye, belki henüz kendi demokrasisini bile oturtmamış olabilir; kendi ülkesinde insan hakları değerlerini, evrensel ölçülere taşıyamamış olabilir; komşu olduğu ve yoğun ticari ilişkeleri bulunduğu için; Aştiyani’nin Türk olması nedeniyle İran’ın durumu başka türlü yorumlayabileceğinden endişe ettiği için bu insanlık borcunu üstlenip gerekeni yapmakta kendisine göre bahaneler bulabilir. Ama unutulmaması gereken bir şey var: Şu dünya üzerinde, İran’a Aştiyani konusunda ‘tavsiyelerde’ bulunduğunda, bunun Tahran tarafından ‘iç işlerine karışma’, ‘Batı ikiyüzlülüğü ve kibri’ olarak yaftalanmayacağı ve geri tepmeyeceği tek ülke Türkiye’dir. Üstelik Türkiye, İran’ı diplomatik anlamda en iyi tanıyan ülkedir. İşte bu yüzden Aştiyani için bir şeyler yapmak Türkiye’nin ‘namus borcudur’.
Türkiye’nin bu ahlaki görevini, davul zurna eşliğinde yapması da gerekmiyor. Dışişleri kaynakları tam olarak ne yaptıklarını söylemeseler de hiçbir şey yapmadıkları izlenimi vermiyorlar doğrusu. Anlaşıldığı kadarıyla Aştiyani için Tahran ile kanallar ne kadar etkili bilinmez ama açık. Zaten aksi düşünülemez bile çünkü eğer öyleyse, barış ve huzur içinde yakın coğrafya istenildiği koca bir yalan olur.

 

 Kaynak: Radikal