Neşe Düzel"in Radikal"de benimle yapmış olduğu röportaj geçtiğimiz hafta oldukça ilgi çekti. Birçok köşe yazarı söylediklerimizi köşesine taşıdı, birçok televizyon programında söylenenler tartışıldı. Bazı gazeteler röportajı haber yaparken, hemen hemen her internet haber sitesi röportajı tam metin olarak verdi. Doğrusu görebildiğim kadarıyla tepkiler herhangi bir röportaja verilebileceğin çok ötesindeydi. Geçen birkaç gündür bunun nedenlerini anlamaya çalışıyorum. Çünkü ben daha önce ne söylüyorsam aynısını söyledim. Üstelik söylediklerim herkesin gözü önünde cereyan eden ve milyonlarca kişinin bildiği şeylerdi. Buna rağmen çok sayıda tebrik telefonu aldım. Onlarca kişi cesaretimden dolayı beni kutladı. Cesaretim nedeniyle kutlanmam doğrusu beni de tedirgin etmedi değil. Acaba ben neler söylemiştim de birdenbire "cesur adam" oluvermiştim. Cesaret tehlike karşısında gösterildiğine göre, benim karşılaştığım tehlike ne olabilirdi? Oysa söylediklerimde ne hakaret vardı, ne aşağılama, ne de hor görme. Bir kuruma veya bir kişiye muhalefet dahi etmemiştim. Sadece gördüğüm eksiklikleri ve terörle mücadelenin nasıl olması gerektiğini anlatmıştım.
Tüm bunları düşündüğümde Türkiye"nin ne kadar acıklı bir hal içinde olduğunu gördüm. Hala gölgesinden dahi korkan bir ülkede yaşıyoruz. Hergün birkaç şehit cenazesi geliyor, ama bu insanların neden öldüğü ve ölümlerin önüne geçip geçemeyeceğimiz konusunda sahici konuşmalar dahi yapamıyoruz.
Röportajda oldukça ciddi bir terörle mücadele eleştirisi olduğu muhakkak. Belki de derli-toplu olarak ve teknik düzeyde bu kadar kapsamlı bir değerlendirme pek yapılmamıştı. Bana gelen eleştiri-yorumlara baktığımda e-posta gönderenlerin büyük çoğunluğunun bölgede askerlik yapmış kişiler olduğunu görüyorum. Kimi komando imiş, kimi bizzat çok sayıda operasyona katılmış, kimi de başka görevlerde bulunmuş. Yani bizzat Cudi"yi, Gabar"ı, Cizre"yi yaşamışlar. Bu kişilerin bir iki istisna hariç tamamı söylediklerimizin ne kadar doğru olduğunun altını çiziyorlar. Operasyonlara katılırken yeterli eğitimi alamadıklarını, terörle mücadelede ciddi eksiklerimizin olduğunu anlatıyorlar. Teçhizat eksikliğinden, planlama sorunlarına kadar daha birçok konuda benim aklıma gelmeyen noksanlarımızı da canlı örneklerle aktarıyorlar.
Elbette herkes bizimle aynı fikirde değil. Ancak sevindirici bir şekilde çok az kişiden sert eleştiri geldi ve bunların da önemli bir kısmı ideolojik eleştiriler. Yazıda söylenenleri eleştirmekten çok bildik tekerlemeleri tekrarlayan kişiler. Bu kişilerden bazıları benim bölgeyi hiç bilmediğimi, oturduğum yerden yazılar yazdığımı da söylemişler. Oysa ki ben bölgeye çeşitli defalar gitmiş, hatta Milliyet Gazetesi"ndeki gazetecilik yıllarımda bölgede terörün etkilerini 7 gün süren bir yazı dizisi ile okurlarıma aktarmış bir kişiyim. Şırnak-Cizre-Mardin yollarında gece karanlığında arabamızın farlarını saldırı korkusuyla yakmadan yol aldığımız da oldu, karanlık dağlara bakıp kendi ülkemize yabancı ellermiş gibi baktığımız da. Eli tetikte korku dolu gözlerle ıssız yollarda kontrol yapan askerleri de gördük, terör nedeniyle yarım kalmış yüzlerce yatırımı da. Başbakan Çiller"in helikopter ile gelip gittiği Şırnak"tan kara yoluyla Diyarbakır"a dönmenin zorluğunu da yaşadık, sınırötesi operasyondan dönen askerlerin Silopi"deki noktada yemek yerken yüzlerine yansıyan yorgunluğu da. Buna rağmen elbette ben bir asker değilim. Zaten bir terör uzmanı olmak için, güvenlik konusunda kalem oynatmak için dağlarda terörist kovalamak da gerekmiyor. Eğer öyle olmuş olsa idi tüm dünya üniversitelerinde emekli komandolar eğitim verirdi.
Elbette askerden de yorumlar geldi. Orta ve alt kademede birçok kişi yapılan tespitleri doğru buluyor. Hatta bunlar içinde kendi düşüncelerine tercüman olduğumu söyleyenler de oldu. Üst kademeden aldığım izlenim ise biraz sitemli. Eleştirileri dönemin çok hassas olduğu, özellikle TSK"ya saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde neden bu kadar net tespitlerde bulunduğumuz yönünde. Örneğin Pülümür"ü gündeme getirmemiz doğru bulunmamış. Bizim röportajımız sonrasında birçok yazar ve uzmanın da cesaret bulup eleştirilere başladığından yakınan asker sayısı az değil
Üstelik benim şu ana kadar TSK"ya karşı son derece anlayışlı yazılar yazdığım, Ermeni meselesinden teröre kadar geniş bir alanda milli davalara sahip çıktığım bilindiği için şaşıranların sayısı da az değil. Oysa ki bizim çizgimizde bir sapma yok, olamaz da. USAK"ın en çok okunan yayını olan Turkish Weekly her gün Türkiye"yi İngilizce olarak dünya önünde savunuyor. ABD"sinden AB"sine kadar Türkiye"nin yenen haklarının hesabını soruyor. Bu nedenle ben dâhil bazı arkadaşlarım hemen her gün Ermenilerden ve teröristlerden tehditler alıyoruz. Posta kutum Ermenilerin tehdit mektuplarıyla dolu. Fakat dünyaya anlatacağınız ile içeride konuşacağınız aynı olamaz. Tüm dünyaya ABD"nin terörle mücadelede nasıl bir çifte standart içinde olduğunu anlatmanızdan daha doğal bir şey yoktur. Ama kendi insanınıza her gün, her saat Amerika"yı, ya da Avrupa"yı kötülemenizin ne yararı olabilir? Sıradan vatandaşlarınız her gün Amerika"ya diş gıcırdatsa kim ne kazanır? Aksine bu şekilde kaybettiklerimizin sayısını arttırırız. Amerika"ya veya AB"ye kızan kitleler bir süre sonra ülke olarak kendi sorumluluklarımızı ve eksiklerimizi göremez hale gelirler. Duygusallaştıkları ve tepkiselleştikleri için de çok kolay manipüle edilebilen bir kitleye dönüşürler. Kim elde bayrak yol çıksa ardına düşerler. İşte bu nedenle dünyaya Türkiye"nin savlarını olabildiğince sert bir dille anlatan U.S.A.K. yayınları, yurt içinde acı konuşmaktadır. Dost acı söyler düsturundan hareketle hiçbir beklenti içinde olmadan, ama kurumları da yıpratmadan gerçekleri söylüyoruz. Kitleleri galeyana getirmeden, insanları incitmeden, dikkatli ama gerekli ölçüde tespitlerde bulunuyoruz.
***
Gelelim röportaja. Ne demişiz? İnsaf sınırlarını aşmış mıyız? Amacımız üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi?
Söylediklerimizi şu başlıklar altında toplayabiliriz:
Terör ve teröristle mücadele ayrı şeylerdir. Teröristle mücadele, terörle mücadelenin nispeten az bir kısmını oluşturur,
Türkiye terörle mücadele edeyim derken, daha çok teröristle mücadele etmektedir. Bu şekilde ne kadar çok terörist öldürürseniz öldürün, terör sona ermez ve yeni teröristler ile karşılaşırsınız,
Orduyu iç güvenlik sorunlarında haddinden fazla kullanmak ona ve ülkeye zarar verir. Türkiye Batı dünyası içinde bu konuda diğer ülkelerden açık ara ayrılmaktadır,
Teröristle mücadelede sınır güvenliği en önemli konuların başında gelir. Türkiye"nin özellikle Irak ve İran sınırlarında ciddi eksiklikler vardır ve bunlar sadece coğrafi zorluklar ile izah edilemez,
Teröristle mücadelede mecburi askerliğini yapan kişileri kullanmanın çok sayıda olumsuz etkisi vardır. Teröristle mücadelede uzmanlık ve profesyonellik şarttır,
Türkiye"deki demokratik ortamdaki bozulma PKK"nın tekrar zemin kazanmasını sağlar. Çünkü PKK demokratikleşmeden büyük zarar gördü, insan hakları ihlallerini istismar ederek büyüdü,
PKK, Türkiye"nin AB üyeliğine karşı ve süreci baltalamak için elinden geleni yapıyor,
Terör saldırılarını gerekçe göstererek demokratik kurumlardan vazgeçilemez. Bu konuda en büyük örnek Ulu Önder Atatürk"ün uygulamalarıdır. Ankara"dan top atışları duyulurken dahi Atatürk seçimden vazgeçmemişti,
Terör temelde silahlı bir meydan okuma değildir. Teröristler devletin en temel ilkelerine fikri bir meydan okumada bulunurlar. Bu nedenle almaları gereken en önemli yanıt da ilkeler ve fikirsel temelde olmalıdır. Kamuoyunun kalbi ve beyni kazanılmadan terörist yenilemez,
Terörist sivrisinek gibidir. Ordu ise dev bir balyozdur. Türkiye elinde balyozla sivrisineğin peşinde koşturuyor. Terörist alçakça, hile dolu araç ve yöntemler kullanır. Ordular ise düzenlidir, cesaret ve belli ilkeler üzerine işler. Ordu karşısında kendisine benzer bir yapı arar. Oysa terörün doğası, felsefesi her şeyi farklıdır. Eğer Ordu"yu terör karşısında tek başına bırakırsak bu adil bir mücadele olmaz ve en çok Ordu"muz ve dolayısıyla savunmamız yıpranır.
Neredeyse çeyrek asırdır yürüttüğümüz terörle mücadele stratejimizin büyük bir başarıya imza attığı söylenemez. PKK terörünün dönüp dolaşıp yeniden canlanması PKK"nın üstünlüğünden değil, Türkiye"nin stratejik hatalarından kaynaklanmıştır,
Kuzey Irak"a operasyon gerekirse yapılır. Ancak şu ana kadar yeterli hazırlık yapılabilmiş değildir ve bu da kayıpları arttırabilir,
Sınırötesi operasyon konusunda kurumlar iyi bir sınavdan geçemediler ve birbirlerini, sonuç olarak Türkiye"yi yıprattılar. Gerekli hazırlıkları tamamlayamadığımız için risklerimiz arttı,
Karakol güvenliğinden, yol kontrollerine, mayın taramadan, dağ operasyonlarına kadar şu ana kadarki uygulamalardaki hata ve eksiklerimizi tesit edip önlemlerimizi arttırmamız gerekir,
Hatalarımızı dile getiren vatandaşlarımızı "hain" diye görmemeliyiz. Kurumlara zarar verecek olan çoğulculuk değil art niyetli manipülasyonlardır. Bunları yapanları sayısı ise çok azdır ve tüm toplumu bunlardan hareketle terörize etmemek gerekir,
Türk toplumu bir bütün halinde ordusunun arkasındadır. Bu nedenle toplumdan gelen eleştiri ve yorumları ordu düşmanlığı olarak görmek yanıltıcı olacaktır,
Türkiye muhasebesini yapmadan, duygusal ve tepkisel hareketlerle geri dönemeyeceği kadar derin sorunların içine hazırlıksız bir şekilde girmemelidir,
Birkaç terörist öldüreyim derken Irak"ta ve diğer bölgelerde Kürtçülüğü azdıracak adımlar atmamak gerekir. Kürt devletini engelleyeyim, teröristleri bitireyim derken tüm bu istenmeyen sonuçları hızlandırmamalıyız.
Söyleşide anlattıklarımızın kısa bir özeti böyle. Siz bunlarda herhangi bir art niyet görüyor musunuz?
Bundan sonra da anlatmaya devam edeceğiz. Kayıplarımızı azaltabilmek için, terörle mücadelede daha başarılı olabilmemizi sağlayabilmek için yazacak ve konuşacağız.
Bu Ordu her şeyden önce bizlerin, bu milletin. Onun kayıpları bizim canlarımız. Harcanan paralar bizim paralarımız, bizim geleceğimiz. Bu davada, davanın asıl sahipleri yok. Çünkü bu dava hepimizin davası
Eleştirilmeyen kurum çürür gider. Değişimlere ayak uyduramaz. Bu nedenle Batı"da ordu da dâhil tüm kurumlar kendilerini kontrollü bir şekilde eleştirtebilmek için tonla para harcarlar. Uzmanlar çağırır, think tanklar kurdurur, üniversite ve STK"ların görüşlerini toplarlar. Çünkü eleştirilmek, övülmekten daha kıymetli katkılar yapar. Eleştiriler yıkıcı olmadığı sürece öğreticidir. Hatası hatırlatılan bir ordu can ve maddi kayıplarını azaltır. Oysa bizde henüz böyle bir kültür yerleşmiş değil. Tüm kurumlarımız eleştirilere son derece kapalı. Oysa U.S.A.K. gibi kurumların işi sorunların tespiti ve giderilmesinde öneri ve öngörülerde bulunmak. Bu kültürün yerleşebilmesi için elimizden geleni, yani işimizi yapmaya devam edeceğiz. Çünkü biz Türkiye"yi seviyoruz. Çünkü biz davamıza sahip çıkmanın kurumları ve kişileri sınırsız övmekten geçmediğinin farkındayız. Övgü ile sövgü arasına hiçbir konuda sıkışmadık, sıkışmayacağız. Ülkede yeterince övgücü ve sövgücü var zaten. Müsaade edin bizler ülkemiz için ülkemizi analiz etmeye devam edelim. Çünkü dost acı söyler. Bugün yüzünüze gülenler ise arkanızdan ne oyunlar eder
Başkalarının canı üzerinden ahkâm kesmek kolaydır, ülkenizi, kurumlarını ve insanlarını yaşatmaya çalışmak ise zordur.
Not: Mülakatın tam metni şu adresten okunabilir:
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=223746