Askeri hegemonya aşılıyor, Kürt sorunu çözüm bekliyor

Hükümet ve Cumhurbaşkanlığı şimdiye kadar askerlere fazla karışamıyorlardı. Asker tam anlamıyla, idari, mali ve hatta siyasi özerkliğe sahipti. Belki ‘yargı bağımsızlığı’ndan bile daha köklü bir ‘asker bağımsızlığı’ söz konusuydu. Bu durumun askeri darbelerle oluşturulmuş yasal tabanı da olmakla birlikte, askerin siyaset üstündeki psikolojik üstünlüğü asıl belirleyici faktörü oluşturuyordu.

Yüksek Askeri Şûra’da (YAŞ) yaşanan gerilimin, siyasi iradenin dediğinin kabul edilmesiyle sonuçlanmasının işaret ettiği tarihsel değişimin, gündemin merkezine oturmuş olmasını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Böylesine yerleşik ve köklü bir sistemin bir toplantıyla aşılabileceğini elbette ki kimse iddia etmiyor.

Birkaç yıldır süren Ergenekon davasının, toplumda askerin hegemonyacı tutumuna karşı yükselen eleştirilerin, ve en önemlisi de 27 Nisan 2007 e-muhtırasının ardından Temmuz 2007 seçimlerinde toplumun askerin hedefi olan partiye verdiği yüzde 47’lik desteğin durumun değişmesinde oynadığı roller ortada.Tabii bütün bunların toplamı da, sistemin tamamen değişmesini sağlamaya yeterli olmadı.

Asker, kendini (hem baskı yoluyla hem de ‘alışkanlıklar’ sayesinde)Türkiye’deki ‘bütün iktidar odaklarının merkezini oluşturan bir iktidar odağı’ olarak ‘kabul ettirmişti’. Siyasetin önemli bir kesimi bu tabloyu benimsediği için, ‘hegemonya’yı geriletmek hiçbir dönemde kolay olmadı.

Askeri hegemonyanın sürdürülebilirliği için kullanılan en temel ‘gerekçe’lerinden birisinin,hatta herhalde birincisinin çok uzun bir süreden beri ‘Kürt sorunu’ olmasına rağmen, asker ‘Kürt sorunu’ kavramını hiçbir zaman benimsemedi. ‘Terörle mücadele’ şeklinde bir ‘tarif’ biçiminde ve ‘tartışma’yı bu kavramla sınırlı tutma noktasında ısrar etti. Siyasetçiler de askerden çekindikleri için ağızlarından kaçırdıkları ‘Kürt’ kelimelerini daha sonra yutmayı tercih ettiler.

***
Asker, Kürt sorununun müzakere yoluyla, diyalog yoluyla, siyaset yoluyla çözülmesinin önündeki en büyük engel olmanın yanısıra, sorunun en büyük yaratıcılarından biri olma özelliğine de sahip. Askeri hegemonyanın gücünü kaybetmesi, Kürt sorununun çözümünün zorunlu koşulu.

12 Eylül askeri darbesi döneminde Kürtlere yönelik ağır ve insanlık dışı baskılar, Kürtlerin etkin bir kesiminin şiddeti bir çözüm yolu olarak benimsemelerinde önemli bir rol oynadı. Asker kendi yarattığı Kürt şiddetini, yeni şiddetler üretmek amacıyla kullandı. Kürtlerin yaşadığı coğrafyaya şiddet bu şekilde egemen oldu.

25 yıllık kanlı bir dönemin sonucunda, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sorunu ‘terörle mücadele’ sınırları içine sıkıştırarak çözebileceği iddiasının objektif bir şekilde çökmüş olduğunu söyleyebiliyoruz. Genelkurmay Başkanlığı bile, artık, PKK’nın tek başına askeri yöntemlerle yenileceğini iddia etmiyor, edemiyor.

Tabii Kürtler de 25 yıllık savaştan yorgun düşmüş durumdalar. Bununla birlikte, bu süreç içinde, Kürt kimliği hareketi bölgede meşru bir temsiliyet gücü kazandı, yerel yönetimlerdeki etkisini yaygınlaştırdı, Meclis’te grup kuracak kadar siyasi destek sağladı.

***
Pazar günü Diyarbakır’da, Batı’da pek ilgi çekmeyen çok önemli bir toplantı yapıldı. Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) 4. Kurultayı’nda Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk eşbaşkanlar olarak seçildiler. DTK, yasal Kürt hareketinin en kapsamlı temsilini ifade ediyor. İçinde siyasilerden, din insanlarına, sivil toplum örgütü yöneticilerinden milletvekillerine ve gazetecilere kadar değişik kesimlerden insanlar yer alıyor. DTK’nın daha önceki başkanı Hatip Dicle KCK operasyonu nedeniyle hapiste.

Kongrenin sonunda Ahmet Türk aldıkları kararları açıkladı. Bu kararlar içindeki dikkat çekici bulduğum bazı başlıklar şunlar: KCK operasyonları nedeniyle 1500’ü aşkın siyasetçinin, belediye başkanının tutuklanması bir ‘siyasi soykırım’dır. Bu insanlar bir an önce serbest bırakılmalıdır.

Ahmet Türk, sorunun çözümü için Kürt tarafının hiçbir zaman ‘gerçek muhatap’ alınmadığını sözlerine ekledi. Anayasa değişikliğini sorunun çözümü için yeterli bulmadıklarını belirten Türk, Anayasa’nın Kürtlerin taleplerini de içeren bir şekilde hazırlanması gerektiğini ifade etti ve ‘Kürt sorunu özü itibarıyla bir anayasa sorunudur, çözümü de anayasal olmak zorundadır’ şeklinde konuştu.

Ahmet Türk, sorunun çözümü için Öcalan’ın katkısının alınması gereğine dikkat çekti. DTK, ‘ellerin tetikten çekilmesi’ çağrısında bulundu.

“İnsani, vicdani, ahlaki ve siyasi sorumluluğumuzdan hareketle hiç kimsenin yaşamını yitirmeyeceği bir ortamın sağlanması için, müzakere sürecinin başlaması için ellerin tetikten çekilmesini ve silahların karşılıklı susturulması çağrısında bulunmaktadır. Silahların tek taraflı susması bugüne kadar sorunu çözmeye katkı sunmamıştır.

İnsanlık tarihinin deneyimleri göstermiş ki tüm savaşlar bir gün mutlaka barışla sonuçlanmıştır. Bu savaş da barışla sonuçlanacaktır. Bizim çabamız bu savaşın bir an önce onurlu bir barışla sonuçlanmasıdır. PKK’nin ve devletin bu çağrımıza değer vermelerini ve çatışmasız sürecin başlatılması için adım atmalarını talep ediyoruz.”

Daha önce Osman Baydemir’in dile getirdiği ‘demokratik özerklik’ konusu DTK Kongresince de vurgulandı: “Kongremiz 80 yıllık katı merkeziyetçi yönetim anlayışla Türkiye’nin idare edilemeyeceğini vurgulamaktadır. DTK, halklarımızın sosyokültürel ve ekonomik özelliklerini de dikkate alarak demokratik Türkiye’nin bütününü oluşturan özerk bölgelerin oluşumu ile merkezin kimi yetkilerinin yerellerde eşgüdümle yürütülmesinin birlik ve beraberliği pekiştireceği inancındadır. ‘Demokratik Türkiye, Özerk Bölgeler’ iradi birlik ve beraberlik talebidir.”

***
Türkiye’nin büyük dönemeçlerden geçtiği konusunda hepimiz hemfikiriz. Bu dönemeçlerin belki de en zorlu olanının Kürt sorununun çözümü olduğunu defalarca belirttim. Kürt sorununda da yeni bir aşama için imkânların geçmişe göre daha fazla olduğunu söylemek gerçekten de mümkün.

Askeri hegemonyayı aşma çabasındaki kararlılığın; Kürt sorununun diyalog yoluyla çözülmesi noktasında da gösterilmesi durumunda, askeri hegemonya etkisini iyice yitirecektir.

 

 Kaynak: Radikal