Asıl sorun sınır ötesinde değil içinde


 
AKP'ye Irak'a girme baskısı yapan ordu, İslamcıları aciz ve vatanseverlikten uzak göstermeye çalışıyor olabilir. Zira, asıl mücadele sınırda değil içeride yaşanıyor; mesele laiklik yanlılarının ilerici, sınıf önyargısına dayanmayan ve orduya bel bağlamayan bir parti kurup kuramayacağı

Türkiye büyük bayrakların ülkesidir, hem zihinlerde hem de gönderlerde. Devasa, kan kırmızısı dikdörtgenler Boğaz boyunca sayısız noktaya dikilmiş, en az rüzgâr türbinleri kadar çirkin yüksek direklerde dalgalanırlar. En sonunculardan biri, yat limanı ve lüks evlerin bulunduğu zarif İstinye semtine dikildi; güzel bir ağaçlık yamaca tepeden bakıyor şimdi.

İstanbul'un, Anadolu'dan gelen göçmenlerle hızla büyüyen diğer belediyeleri gibi İstinye belediye meclisi de aynı hükümet gibi, Türkiye'nin İslamcı partisi AKP'nin elinde. Helsinki Yurttaşlar Derneği adlı sivil toplum örgütünün yöneticilerinden Emel Kurma, "AKP her zaman gözetim altında. Kendilerini her gün kanıtlamak zorundalar" diyor. AKP'nin içinde bulunduğu durumdan belli bir sempatiyle bahsediyor. İslamcılar beş yıl önce iktidara geldiklerinde, ülkenin katı laik anayasasına saygı gösterecek demokratlar olduklarını kanıtlamak zorunda kalmışlardı.

ERDOĞAN ORDUYA KARŞI CESUR

Son aylarda yeni bir sınav konusu ortaya çıktı: Milliyetçilik. İslamcılar sadık Türkler miydi? Yani İstinye'deki o grotesk bayrak ve çok daha tehditkâr bir şekilde, Kuzey Irak'ı işgal edip etmemeye dair mevcut tehditlerin ifade ettiği şey. Amaç, Irak Kürdistanı'ndaki dağları mesken tutan ayrılıkçı Kürt gerilla grubu PKK'yı yok etmeye çalışmak.

Ordu Irak'a girmeye çok hevesli. Hükümetse mütereddit. Bir ay sonraki genel seçimlere dikkat çeken analizciler, meselenin 'gölge boksu'ndan ibaret olduğuna inanıyor. Kendisini Türkiye'nin laik geleneklerinin nihai muhafızı sayan ordu, anamuhalefet partisiyle işbirliği içinde İslamcıları aciz ve vatanseverlikten uzak göstermeye çalışıyor olabilir.

Başbakan Tayyip Erdoğan bugüne kadar direndi ve bu hafta cesurca, Irak'taki her PKK gerillasına karşılık Türkiye içinde 10 gerilla bulunduğunu söyledi. Savaşın sınır ötesinde değil, Türkiye'nin içinde olması gerektiğini vurguladı.

Türkiye'deki milliyetçilik rüzgârı, bir yanıyla AB'den art arda gelen tokatların yarattığı rahatsızlıkla güçlendi. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin Türkiye'nin üyelik çabasına yönelik tavizsiz ret tavrı ve Almanya Başbakanı Angela Merkel'in kuşkucu tutumu faktörler arasında. Bir diğeri de Amerikan karşıtlığı; ilk duyuşta paradoksal gelebilir ama bu karşıtlık ordu liderliği ve laikler arasında İslamcılara göre daha baskın. AKP cumhurbaşkanlığına Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü aday gösterdiğinde bazı laik göstericiler, "ABD-ullah'ı cumhurbaşkanlığında istemiyoruz" pankartları açtı.

Milliyetçilikteki yükseliş, daha önemli bir mücadelenin sadece tek bir unsuru. Geçen baharda dört kentte düzenlenen devasa gösteriler, o mücadelenin çıplak bir görünümü ve nesillerdir Türkiye'de var olan yaygın bir hissiyatın en büyük ifadesi niteliğini taşıyordu.

Yüz binlerce insan İslamcılara karşı yürüdü ve Türkiye'nin onların iktidarından kurtarılmasını istedi.

Gösterileri tetikleyen şey, AKP'nin cumhurbaşkanlığına kendi içinden birini aday göstermesiydi. İlk bakışta çözülmesi hayli mümkün olan abes bir mesele gibi görünebilir, zira AKP beş yıldır iktidarda ve bu dönemde ülke ciddi bir ekonomik büyüme gerçekleştirdi, gözünü AB üyeliğine diken hükümet, ceza kanunu ve medeni kanunda kadın haklarını budamak yerine güçlendiren bir dizi değişiklik yaptı.

Fakat Türkiye'de cumhurbaşkanı kapı bekçisi konumunda. Yasaları veto etme ve adaletle eğitim kurumlarındaki kilit atamaları yapma yetkisi var. Bazıları hem başbakan hem de cumhurbaşkanının AKP'den olması halinde kökten değişimin kapısının açılmasından korkuyor.

Ankara, İstanbul ve diğer kentlerde yürüyen kalabalıklar, İslamcıların şeriat hukukunu getirmesinden veya okul, üniversite ve devlet kurumlarındaki başörtüsü giyme yasağını kaldıracağından, hatta tam tersi yönde yasak (yani başörtüsü giyme mecburiyeti) getireceğinden endişeliydi. Gül'ün eşi başörtüsü takıyor ve Türkiye'deki laikler böyle bir first lady'ye sahip olma fikrini sindiremiyor.

Boğaziçi Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Binnaz Toprak, laiklik yanlılarının korkularının temelindeki kamusal yaklaşımlara dair sayısız araştırma yapmış. İslam devleti isteyen Türklerin oranı 1999'da zaten az sayılabilecek yüzde 20 gibi bir orandayken, geçen yıl yüzde 9'a düşmüş. Dışarı çıkarken başını örten kadınların oranı da aynı dönemde yüzde 74'ten 64'e gerilemiş. Şu kolayca tanık olunabilecek bir gerçeklik: İstanbul'un Üsküdar gibi muhafazakâr semtlerinde bile, yanında yapılı veya boyalı ve açık saçlı genç kızlarıyla gezen başörtülü anneleri görmek mümkün.

Mevzubahis gösterilerde olumlu bir taraf da gören Toprak, "Sivil toplumu temsil ediyorlar. İnsanların işleri orduya bırakmakla yetinmediğini gösteriyor" diyor. Ordu liderleri devlete yönelik sözde tehditlere dair iki bildiri yayımladı, 'fakat sanki görevlerinin hâlâ başında olduklarını göstermek istiyorlardı.'

ESKİ SEÇKİNLERDEN DAHA AVRUPALI

Gösterilerin olumsuz yanıysa şu: Türkiye'nin İslamcılarla demokratlar arasında bölündüğü yönünde yanlış bir imaj verebilir. Aslında laikler, AKP'den daha dar ve milliyetçi, bunun yanı sıra kesinlikle daha seçkinci. Protestocular büyük ölçüde orta ve üst sınıftandı ve göç karşıtı önyargı aralarındaki güçlü bir unsurdu. Bu noktada vaktiyle ülkeyi yöneten grubun, kır kökenlilerin kentlere gelmesiyle ve seçimleri kazanacak güce de sahip oldukları gerçeğiyle yaşadıkları rahatsızlık söz konusu.

Sembolizm en az işin özü kadar önemli, zira AKP Türkiye'nin laik kurumlarını rahatsız edecek hiçbir şey yapmadı. İslamcı bir gazetenin genç köşe yazarlarından Mustafa Akyol 'laik köktenciliğe' yükleniyor ve bunu savunanların 'laik cumhuriyet' tanımlarının, bütün vatandaşların cumhuriyetini değil, sadece laiklerin cumhuriyetini ifade ettiğini öne sürüyor.

Diğer bir hata, meseleyi İslam'la modernite arasındaki bir mücadele olarak görmek. AKP, Kürt meselesinden Ermeni meselesine kadar birçok tabunun kırılmasına katkıda bulundu. Eski seçkinlerden daha Avrupalı ve küreselleştirici.

Türkiye'deki asıl mesele, Kemalizm'in modernleştirilmesinin mümkün olup olmadığı. Ülkenin laiklik yanlıları bir kez daha ilerici ve açık fikirli bir parti kurabilecek mi? Yani İslamcılara, sınıf önyargısına ve İslamileşmeye yönelik yönlendirici fantezilere dayanmayan, son çare olarak satranç masasını devirmek için orduya bel bağlamayan bir yöntemle karşı koymanın bir yolunu bulabilecekler mi?