İnsan değerinin cemaatlerin, partilerin ve hatta derneklerin kimliğine göre tasnif edildiği bir eğilim var ülkemizde. Size biçilen değer, değer biçen öznenin; müntesip olduğu cemaat ya da partinin değer yargılarına, ideolojisine ve sloganlarına göre şekil alır. O, merkezdedir ve mihenk taşıdır. Sizin değeriniz o merkeze yakınlığınız veya uzaklığınıza göre değişir.
Okurlarımdan birisi, tâ 11 bin km uzaklıktan telefonla arıyor. Kendisini tanıttıktan, yazılarıma duyduğu ilgiyi beyan ettikten sonra, koyu bir sohbete tutuyor. Sonra da şöyle soruyor: “İyi, hoş da, siz hangi cemaattensizin? Yazılarınızdan bunu çıkaramadım. Bazı yazılarınızdan yola çıkarak filan cemaate yakın diyorum, sonra, bir başka yazınızda kaleminizden o cemaati de kapsayacak eleştiriler sökün ediyor.”
Muhterem okuyucuma bu yaptığını tasvip etmediğimi, çünkü, beni, benden sadır olan, hatası ve sevabı bana ait fikirlerimle değerlendirmesi gerektiğini söylüyorum, yakın mesafede olsaydı buna amellerimi de eklemesi gerektiğini hatırlatarak tabiî.
İnsanların cemaat mensubiyetine diyeceğim yok, olamaz da. Ama, bir cemaati hakikatin merkezine yerleştirerek Allah’ın kullarını da onların değer skalasına vurmayı yanlış görüyorum. Önemli olan kişinin ruh kalitesi, ahlâkî üstünlüğü, insan kıvamıdır. Özetle takvadır.
Âhirette hesaba çekilmeyeceğimiz hususlarda, bu dünyada biribirimizi hesaba çekmeye hakkımız olmasa gerek, diye inanıyorum. Zira âhirette bize hangi cemaate müntesip olup olmadığımız değil, Allah (C.C)’nün bize yüklediği “halifelik” misyonunu ne kadar hakkıyla ifa edip etmediğimiz sorulacaktır.
Cemaatlerin varlığı bu misyona hizmet etmek için vardır. İnsana ve İslâm’a hizmette bir araçtır cemaat. Yoksa gâye değildir, olamaz da. Bir cemaat değerini helal ve haram ölçülerine bağlılığı ve insanları Allah’a yakınlaştırmada üstlendiği misyonuyla alır. Bu değerleri temsil gücü nisbetinde değerlidir. Bir futbol takımı fanatiği psikolojisiyle davranamayız. Ne olursa olsun “benim cemaatim” diyemeyiz.
İnsan değerini bağlı bulunduğu cemaatten almaz. Bizler de insana bağlı bulunduğu cemaate göre değer biçemeyiz. Aynı cemaate bağlı altın gibi insanlar olabileceği gibi çamur gibi insanlar da vardır.
Kişiyi değerli kılan, değerler elbisesini ne kadar kuşandığıdır. Allah (C.C) için de değerin ölçüsü takvadır. Takva ise hiçbir cemaatin tekelinde değildir. İyilik yapmak ve takvalı olmak için de bir cemaati işaret ederek, “Başka yolu yoktur”, denemez, ima bile edilemez. Dendiği ân, ortada bir sapma vardır.
Bizi sapmalardan koruyacak, dinin kutsal ilkeleridir. Kur’an-ı Kerim’den aldığımız şiar, hangi meşrebten olursa olsun, insanlarla mümkün mertebe iyilik ve takvada yardımlaşmak, ihtilafa düşülen konularda da meşru ölçüler içinde biribirimizi mazur görmek olmalıdır.
Yüce Mevlâ şöyle buyurur: “İyilikte ve takvada; fenalıktan sakınmakta yardımlaşın; günah işlemek ve aşırı gitmekte, düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın cezası şiddetlidir.” (Maide: 2)
İslâm bağı, mü’minleri biribirine bağlamaya yeterlidir. Mü’minlerin dili, ırkı, rengi, cemaati ne olursa olsun aralarındaki ilişkiyi tanzim edecek ölçü de bu olmalıdır.
Bireyler arası birliktelikte bu ilâhî buyruk geçerli olması gerektiği gibi, cemaatler arasında da ölçünün bu olması gerektir. Erdemli tavır geliştirmek, bunu toplumsal kılmak için cemaatsel birliktelik şartı aramak bu buyruğa aykırıdır ve pratiksel bir değeri de yoktur.
Ayrıca günümüz şartlarında her türlü küresel çıkarmalara karşı üzerinde ittifak edilen iyiliklerde birleşmenin önemi tartışılmazdır. Küresel işgalcilerin coğrafyamızı “böl-yönet” taktikleriyle ayaklar altına aldıklarını, onların başarısının temel sebebinin bu olduğunu hatırlarsak, müntesibi olduğumuz grubu, cemaati ya da partiyi din gibi görmeye başlamanın başımıza gelebilecek en büyük musîbet olduğunu da idrak ederiz.
Müslümanların mücadeleleri ve birlikteliği, hem yerel hem de küresel ölçekte, ilkesel olmalıdır. Meşrep birliktelikleri dinî ölçülerin yerini almamalıdır.
Dar cemaat perspektifinden insanlara yaklaşmak, değer yargılarımızı buna göre oluşturmak, İslâm’ın rahmet genişliğini daraltmak olur. Daha da tehlikelisi, içtihatlara dayalı cemaatsel duyarlılıkları, İslâm’ın kat’î hükümlerinin önüne geçirmemize neden olur.
Bizim için İslâmî olan, birlikteliğimizi iyilik ve takva üzerine kurmak olmalıdır. İyilik ve takvanın sınırlarını da indî tasarruflarla, cemaatsel mülâhazalarla değil, dinin merkezi ölçüleriyle anlamalıyız.
Dinde cemaat mefhumunun yerini biliyoruz. Bireysellik adına kimsenin cemaat şuurunu dinamitleme lüksü olamaz elbette. Tabiî, Ümmet şuurunun cemaatsel şuurun önünde olduğunu unutmadan.