Berlin Duvarı'nın yıkılışının 20. yıldönümü Arap dünyasında sessiz sedasız geçip gitti, zira duvarın yıkılmasının anlamı da (mutlak devlet kontrolünden özgürlüğe geçiş) bu bölgeyi ıska geçmişti. Arap dünyası birçok sebepten dolayı gezegenin bütün diğer bölgelerine dokunan liberalleştirme ve demokratikleşme dalgasının uğramadığı yegâne yer.
Bölgemizin nasıl ve ne zaman demokratikleşeceğini kestirmek güç. Özgürlük yönünde zincirleme bir tepkiyi başlatan kıvılcım tek bir ülkede başlayıp diğerlerine yayılabilir. Tıpkı Sovyet bloğunun her tarafında yankı bulup toptan bir dönüşümle sonuçlanan Polonya'daki Dayanışma hareketi gibi.
Devlet kontrolünün aygıtları Arap dünyasının her köşesinde farklılık arz ediyor; otokrasinin yoğunluğu da ülkeden ülkeye değişiyor, fakat pek az istisna dışında net sonuç aynı: Ortalama Arap vatandaşı kendisini tam anlamıyla ifade etme fırsatına sahip olduğunu, ya da hükümetinin politikaları üzerinde etki edebilecek gücü bulunduğunu hissetmiyor.
Çoğu Arap kültürleri, dinleri ve kimlikleri konusunda güçlü ve özgüvenli, fakat vatandaş olarak savunmasız hissediyor. Modern tarih şunu gösteriyor: İnsanlar, sosyo-ekonomik standartları iyileşmeye devam ettikçe on yıllar boyu otokratik sistemlerde yaşamayı kabul ediyor. Bununla birlikte belli bir zaman sonra hükümetlerinin kararlarına katılma hakkı talep ediyorlar.
Arap dünyası1930'larla 80'ler arasında uzun bir kalkınma ve devlet inşası döneminden geçti; bu dönemde demokrasi talepleri nadirdi. Ancak son 20 yılda ekonomik büyüme sadece küçük bir zengin azınlığın değirmenine su taşıyor. Bölgedeki insanların büyük çoğunluğu sosyal ve ekonomik hayatlarındaki iyileşmenin durduğunu, bazı durumlarda gerilediğini hisseder oldu.
Aynı anda hem ekonomik sıkıntıyı hem de siyasi baskıyı yaşayan insanlar kendilerini, kalkınmanın üretici değerlerinden bir huzursuzluk denizindeki yıkıcı unsurlara dönüşmüş halde buluyor. Son 20 yılda Arap dünyasındaki İslamcı ve aşirete dayalı hareketler, birçok insanın gerçek katılımı esirgeyen sistemlerin içinde örgütlenme ve kendilerini ifade etme yolunu bulma çabasını yansıtıyor. Ancak bu hareketler insanlara, bilhassa ekonomik fırsat alanında aradıkları yanıtları sunmuyor.
Bütün Arap ülkelerinde bir avuç adam otokrasinin aygıtlarının iplerini elinde tutmayı sürdürüyor. Parlamento gibi temsili kurumlar idari makamlara tabi ve manipüle ediliyor, bu yüzden hesap soramıyorlar. Sonuç Arap dünyasının vatandaş haklarına, kuvvetler ayrılığına ve güvenlik güçlerinin sivil denetimine dayalı sistemlerden yoksun kalması oluyor.
Arap dünyasında özgürlüklerin yokluğunun en büyük kurbanı genç Arap nesli. Modernliğin diğer boyutlarından (eğitim, seyahat, elektronik iletişim, kentlilik) yararlanıyorlar. Bunların gençlere üretken ve canlı bir hayat sağlaması gerekirken, siyasi olarak bodur, ekonomik olarak da kısıtlı hayatlar yaşıyorlar. Bugün Arap gençliğinin açığa vurduğu rahatsızlık, bir nesil önce Sovyet bloğundaki özgürlük hareketlerinin itici gücü olan rahatsızlığa benziyor.
Eğitimli erkeklerle kadınların temel ihtiyaçları karşılanıyor, fakat siyasi ifade, kültürel yaratıcılık ve kalkınma için sahip oldukları potansiyel militarist ve kapalı bir siyasi sistem tarafından kısıtlanıyor. Ulaşamayacakları kadar yukarıda duran sistem, onları insan yerine koymuyor. Bölgemizdeki miadını doldurmuş otoriter veya otokratik iktidar yapılarının mirasını silip süpürecek bir hareketin ortaya çıktığı günler geldiğinde, genç insanları Arap dünyasındaki değişim rüzgarına önderlik ederken görürsem hiç şaşırmam. (Lübnan'da İngilizce yayımlanan gazete, 11 Kasım 2009)
Kaynak: Radikal