Türkiye'de laiklerle İslamcılar arasındaki tartışmalar Kemalizm'in girdiği krizin göstergesiydi. Mısır ve Tunus gibi Arap ülkelerindeyse, Kemalizm'i örnek alarak dinin kamu alanındaki rolünü kısıtlayan bir eğilim yükseliyor
Türkiye'deki cumhurbaşkanlığı kavgasının sonucunu kestirmek için erken. Cumhurbaşkanını AKP'nin istediği gibi doğrudan halk seçerse, İslamcı partinin adayının kazanması kuvvetli ihtimal. Fakat AKP'nin devletin temel mevkilerini ele geçirmesi Kemalizm'in ortadan kaldırılmasına kapı açabilir; bu nedenle de bu ihtimali bertaraf etmek için ordunun seçim öncesi veya sonrasında darbe yapması da muhtemel.
Öte yandan, ordu böyle bir adımın içeride ve uluslararası alanda maliyetli olacağını biliyor. Bu yüzden de, AKP'nin adayıyla mücadelede, destek sahibi güçlü askeri veya siyasi bir ismi seçimde aday gösterme yöntemiyle de hareket edebilir. Ancak, bu manevra başarısız kalırsa, ordu kendisini darbe kartından mahrum etmiş olacak. Son olarak, taraflar hem Kemalistler hem de İslamcılar açısından kabul edilebilir bir ismin aday gösterilmesiyle ortak bir çözüme ulaşabilir. Bu durum da kavgayı sadece ileri bir tarihe erteler.
Darbeler Kemalist ekolden etkilendi
Kemalizm krizde. Zira halk Kemalizm'le sonsuza dek yaşamayı kabul etmiyor; hayat değişiyor. Peki bu durum Kemalizm'in öldüğü anlamına gelir mi? İlginç olan şu ki, Kemalizm Türkiye'de siyasi bir ekol olarak sarsılırken Arap dünyasında benzer bir eğilim çekingenlikle de olsa doğuyor. Yani Kemalizm Türkiye'den bazı Arap ülkelerine 'göç ediyor'. Fakat Kemalizm nedir? Arap dünyası için yeni bir şey hazırlıyor mu?
Birçok kişi, 1950'li ve 1960'lı yıllarda Arap dünyasında yapılan askeri darbeler ve devrimlerin Türkiye'deki Kemalist ekolden etkilendiğini düşünüyor. Nasırcılık, Esatçılık ve Saddamcılık arasında farklılıklar bulunsa da bu tespit bir ölçüde doğru.
Kemalizm sadece laikliğin köktenci bir yorumu değil, aynı zamanda dinin siyasi ve sivil alandan çekilmesidir. Kemalizm din adına yapılan siyasi faaliyetleri bastırmakla yetinmeyip, dini sembolleri yasakladı, dini ev ve camiyle sınırladı. Arap askerler, özellikle de modern devletlerin kurulmasından 1960'ların ortasına dek yaşadıkları 'altın' dönemlerinde, Kemalistlerin Türkiye'de yaptığını yapmaya cesaret edemedi.
Arap askerlerin çoğu, siyasal İslamcı hareketlerin ve özellikle de Müslüman Kardeşler'in üyelerine karşı, bazen toplu katliamlara kadar varan şiddetli mücadelelere girdi. Fakat bu şiddetli baskı dine açılan bir savaşa dönüşmedi. Aksine, iktidarı ve dini sembolleri tekeline almayı amaçlayan bir siyasi çekişmeye daha yakındı. Zira Arap askerler kendilerini inançlı politikacılar olarak göstermeye çalıştı. Bu durum siyasal İslami hareketlerle dini semboller etrafında rekabete kadar gitti. Tüm bunlar Kemalizm'den epey farklı.
Gerçekten de 1952'de ayaklanan Mısırlı askerlerin çoğu dindardı ve peşi sıra kurdukları hükümetler, devlet okulları ve üniversitelerinde dini eğitimi yoğunlaştırdı. Örneğin, Mısır'daki el Ezher Üniversitesi'nin rolünü azaltmayı düşünen çıkmadı. Aksine El Ezher'in modernleştirilmesine yönelik yasa üniversitenin rolünü genişleti. Mısır lideri Nasır namaz kılmakta kararlı davrandı; ezan, radyo ve televizyonlarda yayımlandı. Hatta Nasır, en önemli konuşmalarını, özellikle de 1956'da Süveyş Kanalı'nın devletleştirildiğini ilan ettiği konuşmasını El Ezher Camisi'nin minberinde yaptı. Nasır dinin kamusal alandaki rolünü kabul etti ve bu durum devrimin en önemli belgelerinde de yer buldu. Kaddafi ve Saddam Hüseyin bile benzer eğilimler gösterdi.
Peki o zaman 'yeni Kemalist eğilim'in Arap dünyasındaki doğum alametleri neler? Kemalizm'e en yakın Arap modeli, hiçbir asker geçmişi olmayan Habib Burgiba yönetimindeki Tunus'ta hayata geçirildi. Tunus modeli dini, cami ve evle sınırlayıp siyasetten uzaklaştırma noktasında büyük mesafe kat etti. Suriye'nin tutumu hiçbir zaman bu düzeyde olmasa da, Devlet Başkanı Hafız Esad'ın 1980'lerde Müslüman Kardeşler'e açtığı savaşa da aşırı laik eğilim hâkimdi.
Müslüman Kardeşler hedefte
Mısır siyasi sistemi de son zamanlarda bu yönde hareket ediyor. Son anayasal düzenlemeler, dini esaslara göre siyasi parti kurma ve siyasi faaliyette bulunma yasağı içeriyor. Bu düzenlemelerin hedefi, Anayasa ve askeri mahkemeler kanalıyla Müslüman Kardeşler'in tasfiye edilmesi. Bu tedbirlerin dinin kamu alanı veya siyasetten uzaklaştırılması olarak yorumlanması mümkün değil fakat Kemalizm'e yakın bir zihniyet var.
Bu bağlamda Arap dünyasında Kemalizm'i andıran bir eğilimin doğduğunu söyleyebiliriz. Bu durumun, bürokrat ve teknokrat yapıya sahip yeni seçkinlerin, birçok Arap ülkesini saran aşırı dinciliğe ve köktenciliğe verdiği aşırı bir tepki olarak anlaşılması da mümkün.