Arap ülkeleri halklarıyla mı yoksa İsrail'le mi barış yapacak?

İsrail, büyük devletler tarafından Yahudilerin oluşturduğu toplumsal ve psikolojik yükten kurtulmak, bölgede Arapların birleşme ve kalkınma çalışmalarına ket vurmak ve hatta bunun geniş bir alana yayılmasına engel olmak için kuruldu. O günden bu yana Yahudilerle olan mücadele konusu, merkezi bir konum işgal etmektedir. Bu devletin kurulması, çekişme ve ittifakların odak noktası olmuş, farklı güç odaklarının kendisine karşı farklı tavırlar sergilediği merkezi bir konum kazanmıştır.

İsrail'in kurulduğu felaket (en Nekbe) gününden bu yana, hıyanet rejimleri birer birer çökmüş ve Filistin için bağımsızlık mücadelesi veren diğerleri, onların yerini almıştır. Bunlar, savaş meydanlarında imtihandan geçip başarısız oluncaya kadar uzun seneler dünyayı ve insanları özgürlük sloganlarıyla meşgul etmişler fakat bu başarısızlıktan sonra insanlar onları terk edince, solcu laik eğilimlere sahip Filistin kurtuluş hareketine yönelmişlerdir. Böylece hareket yol kat etmiş, Filistinlilik bilinci netleşmiş ve halkın bağımsızlık ümidini yeşertmiştir.

Bu hareketler, Filistin sorununu uluslararası platformda ve lobilerde, bu mücadelenin emperyalizmden kurtuluş mücadelesi olduğunu anlatmış, büyük kayıplar vermesine rağmen Filistin davasının bu şekilde algılanmasını sağlamıştır. Fakat seksenlerin sonlarından bu yana meydana gelen dönüşümler, bu fikir sahiplerinin üzerine kurulduğu temelleri sarsmış, dayandığı güçleri çökertmiş ve dolayısıyla da bu hareketler zayıflamıştır.

Tüm bu yaşananlar, ulusal kurtuluş hareketlerini çok hızlı bir ve tehlikeli bir dönüşüm içine soktu. Dünyada bağımsızlık için mücadele eden diğer ulusal kurtuluş hareketlerinin yöntemine benzer şekilde kurtuluş mücadelesinden ne pahasına olursa olsun devlete sahip olmayı hedefleyen hareketlere dönüştü. Bu proje giderek zayıfladı ve başında, temel görevi direnişin bütün çeşitlerini ortadan kaldırmak ve işgalcinin güvenliğini sağlamak olan bekçi otoritenin bulunduğu, varlığı hapishaneler güruhundan öteye geçmeyen tecrit edilmiş küçük idari sistemler içerisine hapsedildi.

Bu şekilde Filistin bağımsızlık hareketi, bekçilik görevini yerine getirmeleri için işgalcilerin ve onun müttefiklerinin eğitimini, silahlandırılmasını ve finansmanını üstlendiği büyük bir güvenlik ağına dönüştü. Bu hareket, işgalciyi, onun kanser gibi üreyen kolonilerini korumayı ve her türlü direniş faaliyetini yok etmeyi başardığı ölçüde maddi ve manevi destek görmeyi o oranda hak eden bir hareket haline geldi.

Böylece işgalci, bu hareketin liderlerine ve onların ailelerine Yahudi kolonilerinin yapımı için çimento ithal ederek bile olsa zengin olma imkânı sağlamış oldu.

İslami uyanışın ivme kazandığı, Filistin Kurtuluş Örgütü liderliğindeki milli projenin tam bir tıkanıklık içine girdiği ve liderler içerisinde yolsuzlukların arttığı bir ortamda, bağımsızlık bayrağının, birinci ve ikinci intifadayı başlatan temiz ellere intikal etmesi olağandı. İslami hareketler, imani terbiyesine, yüksek teknik deneyimlerin güçlendirdiği efsanevi bir direnişçi ruha sahip olduğunu ispat etmiş, işgalci devleti, onun halkını ve "yenilmez" ordusunu derinden yaralamış ve hala yaralamakta olan direniş araçlarını geliştirmede başarılı olmuştur.

Bu durum Filistin'de çok net bir şekilde gerçekleşmiştir. Hamas ve İslami Cihat'taki İslamcıların öncülük ettiği direniş ve özgürlük güçleriyle, bir zamanlar direnişe öncülük etmiş fakat meydana gelen gelişmelerle işgalcilerin müttefiki haline gelen kişiler ve guruplar arasındaki farklılık aşikârdır.

Direnişle ilgisini kesen bir zamanların ulusal kurtuluş hareketi, onuncu ağızdan da olsa Amerikalı yetkililerden övgü kazanma, düşmanla müzakerede bulunma ve çözüm arayışlarına girme gibi saçma sapan işlerle uğraşarak kahramanlıklarını lekelemekte tereddüt etmedi. Adı direniş ya da Arap dünyası olan olguya sırt çevirdi. Çünkü gelecek, Batı ve İsrail'in yanındaydı!

Garip Farklılık

Bir yandan çözüm aramak adına canla başla çalışılırken, yükselişe geçen direniş güçlerinin ABD ve müttefiklerini; askeri, siyasi, ekonomik ve psikolojik alanda krizlere itmesiyle İsrail'in en büyük hamisi olan ABD'nin Irak, Afganistan, Lübnan, Filistin, Somali ve İran'da içine düştüğü çıkmaz daha da büyüdü.

Aynı şekilde Lübnan ve Filistin'deki direniş hareketinin, İsrail'in en önemli dayanağı olan korkutucu gücünü yok etmesiyle içine düştüğü çıkmaz da büyüyor.

Bu durum, direniş hareketinin uluslararası hegemonyayı kırmadaki başarılarından istifade eden Rusya, Çin, Hindistan ve Latin Amerika Ülkeleri gibi, Arap karar alma mekanizmasına yansıyıp üzerinde oluşturulan baskılara kafa tutmasını ve kendi kararlarını kendi alma özgürlüğünü yeniden kazanmasını sağlayacağına, ne Abbas yönetimi ne de Arap ülkeleri direnişin başarılarından istifade etmediler. Bu, İsrail'in yaptığı şantaj ve provokasyonlara direnme ve onunla olan ilişkileri normalleştirmesi için Batılıların yaptığı baskıları reddetme ya da direnişi destekleme şeklinde bir sonuç vermedi.

Direnişin onca azmine, İsrail'e karşı savaşımında teknik gücünü geliştirmesi, içindeki vatan sevgisi, mücadeledeki kararlılığı ve adanmışlığı arttıkça Arap ülkelerinin İsrail'le olan ilişkilerini normalleştirme çalışmaları da bir o kadar artıyor. Bunu yaparken "Düşünce yapısını, tarihini ve kültürünü savaş ve yıkım üzerine kurmuş İsrail'den barış dilenmek" söylemini mümkün olduğunca gizli tutmaya çalışıyorlar.

Peş peşe yapılan intifadalar ve bütün Orta Doğu planlarını ve onun ikiyüzlü çözümlerini suya düşüren fedai eylemleri olmasa bugün İsrail'in utanç bayrağı, sadece üç başkentte değil bütün Arap âleminde dalgalanırdı.

Bağımsızlığın Meşruluğu Ve Demokratik Meşruluk

Arap rejimlerinin çoğu, katlanarak artan meşruiyet krizi yaşıyor. Meşruiyetlerini emperyalizmden kurtuluş hareketine önderlik etmelerinden alan iktidar partileri, oluşturdukları yolsuzluğa batmış diktatör yönetimlerle, son yarım asırda bu meşruiyetten geriye kalan kırıntılarını da tükettiler.

Demokratik değişiklikler yapılması yönündeki isteklerin baskısı altında, meşruluğun gerçek kaynağı olan güvenlik güçlerinin ordusuna dayanma ihtiyacı hissettiler. Böylece son 20 yılda Mısır ve Tunus gibi ülkelerde güvenlik güçlerinin sayısında ve onlara ayrılan bütçede 6 kat artış meydana geldi. Milli ekonomi ise bu masrafları karşılayamadı.

Bu rejimlerin güvenliği sağlama görevinin, uluslararası güçlerin bu bölgedeki çıkarlarının -yani İsrail ve petrol- bir parçası haline gelmesiyle yabancı kaynaklı mali destek almaktan başka çare kalmamıştı.

Mısır'ı Siyonizme karşı koyan devlet olmaktan çıkarıp İsrail'i koruyan uluslararası düzenin bir parçası haline getiren Camp David Anlaşması, Mısır halkı üzerinde uygulanması ve muhafaza edilebilmesi için mali desteğe ihtiyaç duyuyordu. Mısır'ın milliyetçi rolünden ve egemenliğinden ödün vermesine karşılık olarak ABD'den milyarlarca dolarlık yardım alması tesadüf değildi.

Halkın yükselen direnişiyle karşılaşan bu ödünler ve uluslararası düzenin korunması bir ordu bulundurmayı gerektiriyordu. Bunlar ise finansmana ihtiyaç duymaktaydı.

Aynı amaçla, Ürdün büyük bir samimiyetle İsrail'i koruyan başarılı rolüne karşılık ABD'den her sene mali yardım görmekteydi.

Tunus'taki baskıcı rejim de, nüfusuna göre diğer devletlerden daha fazla kredi ve hediyeler almaktadır. Bu ülke aynı zamanda Avrupa Birliği'ne kabul edilen ilk ortaktır ve bu Müslümanlara ve insan haklarına yapılan baskıların zirvede olduğu yıllarda gerçekleşmiştir.

Böylece, Arap rejimleri, Yahudi devletini tanıyıp barışın stratejik tek seçenek olduğunu ilan ederek Siyonistlere zelil bir barış teklifinde bulunduktan sonra, emperyalizme karşı verilen kurtuluş mücadelesinden ve Filistin'in kurtuluşundan devşirilmiş meşruiyetlerini yitirmeye başlamışlardır. Bu durumun vakıadaki karşılığı teslim bayrağını çekmektir.

Kendisinin tek bir yolda yürümeye mahkûm olduğunu ilan eden kişinin seçeneği var mıdır? Hakkını geri almak için savaşmaktan aciz olan kimsenin teslim olmaktan başka çaresi yoktur.

Ezen Ve Ezilen Arap Rejimi

Sorun, Arap rejimlerinin tamamıyla teslim olmasından başkasını kabul etmeyen Amerikan-Yahudi acımasızlığıyla, halkının çiğnenmiş onur ve gasp edilmiş toprakları geri alacağına inandığı direniş hareketlerinin arasında kalmış olmasıdır.

Müstekbirlerin vahşiliğine direnişin verdiği karşılığın dozu her arttığında Siyonistlerle ilişkilerini normalleştiren rejimlerin işi daha da zorlaşıyor. Kamuoyu, galeyana gelip rejimlere, ülkeyi bu pislikten temizlemesi için baskı yapmakta; fakat rejimler bunun karşılığında yardım aldıklarından ve uluslararası sistemin bunun bedelini kendisine ve halkına ödetmesinden korktuğundan bu istekleri yerine getirememektedirler. Bu kez, halkının isteklerine karşılık vermek yerine uluslararası iradeye boyun eğerek halkını ezme yoluna gitmektedir.

İsrail'le ilişkileri daha az normal olan rejimlerin durumu da aynı. Bu rejimler her vesileyle işgalci devlete iyi niyet beslediklerini ve şartlar elvermiş olsa ilişkileri sınırsız normalleştirmeye hazır olduklarına dair verdikleri sözlerde dürüst olduklarını her fırsatta dile getiriyorlar.

Bu sebepten ötürü biz, birini BM lobilerinde Siyonistlerle el sıkışırken ikincisini cenazede ön sırada yer kapmaya çalışırken üçüncüsünü vefat etmiş bir Yahudi'nin mezarındaki tozları temizlerken dördüncüsünü de ülkesinde düzenlenecek konferansa Şaron'u davet etmek için BM kılıfı altına gizlenirken görüyoruz.

Hepsi tutunacak bir dal arıyor. Oysaki işgal devleti cimriliği, kibri ve onları hor görmesinden dolayı onlara halkları karşısında kusurlarını gizleyecek ve onların da kaybedilmiş haklardan bazı kırıntıların iadesine razı olmalarını sağlayacak en ufak bir yardımı bile esirgiyor.

Bu rejimlerin durumlarının daha da kötüleşmesine sebep olan şey, onların ulusal kurtuluş mücadelelerinden elde ettikleri meşruluğu, demokrasinin meşruluğuyla telafi etmede başarısız olmalarıdır. Sayesinde sürekliliğin gerçekleştiği ve medeniyet çarklarını döndüren enerjiye sahip olan bu halklar, dünyanın merkezinde yer aldığı müddetçe bu başarısızlık kaçınılmaz olacaktır. Ve bu halkların parçalanmasında uluslararası çıkar olduğu müddetçe bu yabancı güç demir ve ateşle hükmedecek.

Uluslararası düzenin kırmızı çizgilerini takmayan yönetimleri işbaşına getirmesi kaçınılmaz olan ne tür bir demokratik değişim, en büyük donanmalarla tehdit edilen ve zincirlenen bu halkların enerjilerini işler hale getirebilir? Arapların birleşmesi, tabi zenginliklerin talan edilmesine dur diyen bir anlayış, Filistin'in bağımsızlığı projesini önceliklerinin başına koyan bağımsızlıkçı bir halk oluşturmak; bunların hepsi uluslararası düzenin kırmızı çizgilerdir.

Kapitalist Batılı babalarına benzeyen çocuklara sahip Doğu Avrupa'daki demokratik dönüşümlerin doğurduğu sonuçların aksine bizim bölgemizdeki demokratik bir değişim, kırmızı çizgileri delmeyi hedefleyen rejimler doğurmaktan başka bir işe yaramaz. Bu, bölgedeki demokratik kavgayı, uluslararası irade ve güç dengesiyle karşı karşıya getiriyor.

Filistin'deki hadiseler herhangi bir Arap ülkesinde olması mümkün olan olayların minyatürü niteliğinde. Uluslararası siyaset ve onun bölgesel açılımları ise, bu olayın tekrar etmemesi için onu boğmanın yollarını aramanın derdinde.

Batı İlah Değil

Bu, Arap ümmetinin birleşmesini, doğal zenginliklerinin de kalkınma ve Filistin'in bağımsızlığı için iyi bir şekilde değerlendirilmesini hedeflemesi sebebiyle uluslararası iradeyle karşı karşıya geldiği müddetçe bölgedeki demokratik değişim çalışmasının daima başarısız olacağı anlamına gelmiyor.

Halklar özgürleşir ve işgal yenilirse, ABD'nin kontrolündeki Batı yok edilemeyecek bir ilah değil. Dünyanın en büyük orduları olan Amerika, İsrail ve Atlantik ordularının ağır kayıplar vermesi ve yükselen İslami direnişin elinde boğulması bize uzak değil.

Bu durum, işgal askerlerinin Arap ve Müslümanların topraklarından çekilmesi ve Batının ilah olmadığının kabul edilmesiyle bitecek. Batı, halkımızla olan ilişkilerinde güç ve kibir yasası yerine adalet yasasını ve dünyanın bütün halklarında olduğu gibi bizim halkımızın da demokrasi hakkını kabul edecek.

Halkımız kendi iradesiyle seçtiği rejimlerle –insani ve İslami birlik yolunda –hükmettiğinde geç kalmış milli birliğini gerçekleştirip, 200 sene sonra Avrupalı seleflerinin yaptığı gibi Siyonist necis işgalcileri uzaklaştırarak yeraltı ve yerüstü zenginlikleri üzerinde kalkınma projesinin hizmetinde kullanmak için hâkimiyet kurabilir.

Böylece, ulusal kurtuluş mücadelelerinden devşirilen meşruiyetin tükenmesi, Siyonistlerle ilişkileri normalleştirmeyle birlikte Filistin'in kurtuluşundan elde edilen meşruiyetin yitirilmesi ve bunun yerine demokratik meşruiyeti getirmede başarısız olmasından sonra Arap rejimlerinin krizinin bir meşruiyet krizi olduğu net olarak görülüyor.

Bu bölgeye hükmeden düzenleme, Türkiye gibi diğer İslam ülkelerini yöneten -ister laikler isterse İslamcılar hükmediyor olsun fark etmez- düzenlemeden farklıdır. Durum İsrail'in, Atlantik Paktının ve kapitalist sistemlerin konumuna nazaran farklılık arz eder. Acaba Türk modeline vurgun İslamcılar, yönetmenin karşılığı olarak buna benzer ödünler vermeye hazırlar mı?

Arap sistemi kurtuluşu olmayan bir çıkmazda gibi görünüyor. Ve o, halkının yükselen bilinci ve her geçen gün direniş hareketleriyle kaynaşması sebebiyle uluslararası olarak ondan istenen normalleştirmeye ve talana kapı açmaya muktedir değildir. Bu talanın acı meyveleri artan halk öfkesi, işsizlik, temel geçim kaynaklarının tükenmesi olmuştur.

Aynı zamanda Arap rejimi halkının direnişe, kamu hürriyetlerine, toplumsal adalete ve bu ümmetin kendi devletini kurma isteklerine karşılık vererek halkıyla barışmaya da gücü yok. Kaldı ki, böyle bir şeye karşılık verecek olsa bu, onun meşruiyetini devamlı tüketecek ve daha fazla ödün vermesi için yapılan dış baskılar da artacak.

Neticede o, dış baskılara cevap vermeye iç baskılara cevap vermekten daha yakın duruyor. Burası onun savaş alanı. Abbas, Heniyye ile masaya oturmazken, daha elinin kanı kurumadan halkının kasaplarıyla masaya oturmaya çalışması, diğer Arap yöneticilerinin siyasetlerine de örnek teşkil etmiyor mu? Onlar bir yandan gizli ya da alenen normalleştirme için canla başla çalışırken bir yandan da halklarıyla ve başında İslami hareketin bulunduğu muhalefet hareketleriyle anlaşmayı reddediyorlar.

Filistin meselesi, bu yüzyılda bölgesel ve uluslararası çekişmenin merkezi, bütün güç ve ideolojilerin sınandığı yer olacak, bu mesele aynı zamanda uzlaşma yanlısı Arap rejimlerinin başını ağrıtacak bir alan olarak kalmaya devam edecek.

 

Çeviren: Gülşen Topçu