Arap dünyasında meydana gelen devrimler konusunda verili duruma bakıldığında bilgiyi dışlayarak yorum yapmak yerine çıkan tabloyu bu verili durum doğrultusunda değerlendirmek en doğrusu gibi görünüyor.
Hüsnü Mübarek Ortadoğu’nun şu ana kadar tanıdığı en Amerikancı başbakandı. Gazze’nin bombalanmasına sessiz kaldı bununla da yetinmedi Hamas’ın yönetimi altındaki Gazze’ye İsrail’le birlikte insanlık dışı bir ambargo uyguladı. Bölgede Amerikan politikalarının bir numaralı uygulayıcısıydı. Bu nedenle İran ve Suriye’nin başı çektiği muhalif eksene karşı ılımlı mihverin hararetli bir üyesi oldu. Bu doğrultuda İran ve Suriye’nin bölgedeki siyasetlerini etkisizleştirmek için elinden gelen çabayı harcadı. Örneğin İmad Muğniye’nin öldürülmesinden Lübnan’daki Hizbullah liderleri ve yapılanması hakkında Batılı ülkeler adına istihbarat toplamaya varana kadar yandaşı ülkelerle birlikte hareket etti.
Tunus’taki Zeynelabidin bi Ali rejimi de bu anlamda Hüsnü Mübarek rejiminden farklı değildi. Güya seksenli yıllarda FKÖ’ye el Fetih hareketine kucak açan Tunus, 90’lı yıllardan itibaren bu konudaki tavrını hızla değiştirdi, İsrail’le köklü ilişkiler kurdu, Burgibe döneminde halkın başına bela olan baskıcı rejim Bin Ali döneminde katlanarak arttı. Halk daha çok fakirleşti, özgürlükler giderek kısıtlandı, muhaliflerin tamamı tasfiye edilerek etkisiz hale getirildi.
Arap devrimlerinde sıra Amerikancı başbakanların ardından anti-Amerikancı iktidarlara sıra gelmiş olması bazı kesimlerde bir endişe kaynağı gibi görünüyor. İran, Suriye ve Libya’daki gelişmeler Tunus ve Mısır’daki ayaklanmalardan farklı değerlendiriliyor. Bu noktada karşımıza iki boyut çıkıyor. Birincisi Libya’nın ne kadar anti-Amerikancı olduğu oldukça su götürür bir meseledir. Kaddafi, 80’li yıllarda meydana gelen Lockerbie olayı nedeniyle o ana kadar sürdürdüğü politakalarında başka bir rotaya yönelmiştir. Suriye’ye gelince, buradaki rejim her ne kadar muhalif eksende yer alsa da ülkede daha radikal bir yönetimin gelmesine karşı Batılılar tarafından her zaman ehven-i şer olarak görülmüştür. İran’daki gösterilere baktığımızda ise söz konusu gösterilerin Arap dünyasında meydana gelen devrimlerden bağımsız hareketler olduğunu gösteren bir çok done mevcut elimizde. İran’daki bu gösteriler, söz konusu devrimlerden hem çok önce başlamıştı, hem de söz konusu gösterilere karşın ülkede mevcut rejimi destekleyen ciddi bir potansiyelin mevcudiyeti, İran’ın Arap ülkelerinden farklı şekilde değerlendirilmesini gerekli kılıyor. Son nokta ise, bir ayağı aksak, kısır döngü üreten ve anti emperyalist siyasetlerin verdiği rahatlığa yaslanarak halkını ihmal eden yönetimlerin de Arap devrimlerinin estirdiği fırtınadan nasibini alıp almayacağı. Sıranın hangi ülkeye geleceği hakkında kesin bir şey söyllemek mümkün değilse de kesin olan şey şu ki sadece anti-amerikancı olmak yetmiyor aynı zamanda özgürlüklerin, insan haklarının, ekonomik ve siyasi bakımdan onurlu bir yaşamın da temini gerekiyor.
Devrimlerden sonraki süreç
Devrimlerden sonra ülkelerin tutumlarına baktığımızda gerek özgürlükler gerekse geçmişin hesabının sorulması anlamında olumlu gelişmeler mülahaza ediyoruz. Mısır’da hemen hemen bütün bakanlar hakkında yargı süreci başlatıldı, içişleri bakanı olmak başta üzere göstericilere karşı şiddet kullanan, ölümlere yol açan sorumluların yanısıra geçmiş hükümet döneminde yolsuzluklara imza atanlar tutuklandı, yolsuzluklarda parmağı bulunan işadamları hapse tıkıldı, devrimin kazanımlarını daha da ileriye götürbilmek amacıyla özgürlükleri gerenti altına alacak yeni bir anayasa yapılma sürecine girildi. Eskisine benzer diktatörlerin çıkmaması için anayasada yapılan ve referanduma sunularak kabul edilen kısmi değişiklikle başkanlık, anayasada iki dönemle sınırlandı, başkanın hem kendisinin hem de eşinin Mısırlı olma zorunluluğu getirildi. Sadece kendisinin değil anne ve babasının da Mısırlı olması gerekiyor.
Tunus’ta ise Bin Ali’nin partisi yasaklandı, yolsuzluğun başlarına yönelik tutuklama operasyonları düzenlendi, Bin Ali’nin ve ailesinin mal varlıkları donduruldu, yolsuzluklara bulaşmış kişiler hakkında yargılama süreci başlatıldı.Raşid Gannuşi başta olmak üzere yıllardır ülke daşında yaşayan ve ülkeye girmesi yasak olan muhalifler, ülkelerine geri döndüler. Diğer taraftan basının da devrimin estirdiği özgürlük havasından en fazla nasibini almış kesim olduğunu görüyoruz. Ülkede basına müthiş bir özgürlük havası gelmiş durumda.
Bir diğer önemli husus ise devrimin içerisinde yer alan gençlerin bilinçli tutumları. Örneğin Mısır’daki 25 Ocak hareketi ile 2005’te kurulan 6 Nisan Hareketi ülkeyi ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile görüşmeyi reddetmiş, Tunus’ta devrimci gençler Clinton karşıtı gösteriler düzenlemiş ve ABD’nin bölge siyasetini eleştirmiştir. Mısır’ın da bu arada devlet olarak bir İran savaş gemisinin geçişine ülke tarihinde ilk kez izin vermesi bir yana, İsrail’in geçtiğimiz gün Gazze’ye yönelik saldırı düzenlememesi konusunda sert uyarısı da dikkate alınması gereken önemli noktalardır.
Manipüle tehlikesi
Söz konusu devrimlerin manipüle edilmesi, hedefinden saptırılması tehlikesi ya da riski yok mudur? Elbette vardır. Amerika ve İsrail başta olmak üzere Bütün batılı ülkeler bundan sonra bu devrimleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmek için elinden geleni yapacaktır. Büyük Arap düşünürü Azmi Bişare’nin de dediği gibi, devrimi yapan öncüler şayet devrimin mantığına uygun bir fikri uyanış gerçekleştiremez ve sistematik bir program çerçevesinde hareket etmezlerse eski diktatörlükler çağına dönme riskini her zaman taşımaktadırlar.
Devrimler için en önemli diğer bir handikap ise devrimin sahiplerinin reaksiyoner davranarak, sırf Batılı ülkelerden yardım görmeleri nedeniyle sonraki süreçte Batı yanlısı bir siyaset izleme riski taşımalarıdır. Libya bu çerçeveye giren ülkeler arasındadır. Suriye’de şayet bir devrim olursa benzeri bir risk Libya’ya nazaran daha düşüktür. Yemen’de ise Ali Abdullah Salih iktidarının Amerikan yönetimiyle içli dışlı olması nedeniyle böyle bir risk pek bulunmamaktadır. Ürdün’de de benzeri bir durum söz konusudur.
Bu arada Batı’nın tavrına da değinmekte fayda var. Batılı ülkeler, rejimler ister Amerikancı isterse anti-amerikancı olsun bu Arap rejimlerine yönelik tavrı destekler görünmektedirler. Burada mezkur devrimlerin Batı tarafından desteklendiği yönünde aceleci bir yargıda bulunmak yerine bu süreçte söz konusu gayretleri, tıpkı İran devriminde olduğu gibi, gelişen süreci kendi lehlerine çevirme çabası olarak görmek bana daha mantıklı ve makul bir yaklaşım gibi geliyor.