Arap Baharı'nın ortasında ABD-Suudi ayrılığı

ABD-Suudi ilişkilerinde tektonik kaymalar yaşandı. Obama yönetimi Suudi liderlere kenarda durmaları için baskı uygulamasına rağmen Bahreyn monarşisini savunmak ve Şubat ayından beri bu ülkeyi sarsmakta olan çalkantıyı dindirmek için Mart ayında Manama’ya asker gönderdiler. S. Arabistan 60 yıldan daha fazla bir süredir yazılı olmayan bir pazarlığa bağlı kalmıştır: Güvenlik için petrol. Riyad, yanlış bulduğu Amerikan politikalarına genelde karşı çıkmış ama eninde sonunda kabullenmiştir. Ancak Amerika’nın 11 Eylül’den bu yana attığı yanlış adımlar, Arap protesto hareketlerine üzerinde iyice düşünülmemiş tepkiler vermesi ve gayri meşru yerleşim inşaatlarından dolayı İsrail’i mes’ul tutmayı gayri âdilane reddi bu tanzimi yok etmiştir. Suudiler bu ortaklığa yeniden ayar verirken, Riyad yer yer Amerikan çıkarlarıyla çatışacak daha iddialı bir dış politika izlemeye niyetlidir.

Bu değişimin ardında İran’ın bölgeye karışması ve Amerika’nın 11 Eylül’den beri izlemekte olduğu ters politikalar var. En önemli hata, çok sayıda insanın hayatını kaybettiği ve nüfuz sahasını genişletmesi için İran’a açılım sunan Irak işgalidir. İran liderliği yıllardır kendi jeopolitik emellerini ötelere taşırken bir yandan da ihtilaf yaratmayı amaçlamıştır. Hamas ve Hizbullah’a uzun zamandır mâli destek vermektedir; müdahale teşebbüslerini son zamanlarda Yemen’den Fas’a Arap devletlerinin işlerine karışmaya kadar vardırmıştır. İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabadi, kitlesel ayaklanmaların kıvılcımını ateşleyecektir diyerek Bahreyn müdahalesi üzerinden Riyad’ı kaba bir şekilde eleştirdi.

Gerçeklere değil hüsn-ü kuruntulara dayanarak sarfedilen sözlerdir bunlar fakat İran’ın komşularını istikrarsızlaştırma çabaları da dur durak tanımıyor. Riyad, Tahran’a karşı soğuk savaş verirken son aylarda Washington bu tehdide karşı gönülsüz ve güvenilmez bir ortak olduğunu göstermektedir. Ortaya çıkmakta olan siyasi gerçek şu ki Suudi liderliğindeki Arap dünyası, İran ve onun devlet dışı vekilleriyle yüz yüze gelmektedir.

S. Arabistan bölgedeki siyasi kargaşaların Arap monarşilerini  - Körfez ülkeleri, Ürdün ve Fas - istikrarsızlaştırmasına izin vermeyecektir. Suudiler Yemen’de iktidarın düzenli bir şekilde el değiştirmesinde ve Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’e onurlu bir çıkış sağlanmasında (Amerika’nın güçlü bir müttefiki olmasına rağmen Hüsnü Mübarek’e gösterilmemiş bir nezakettir)  ısrar etmektedirler. Riyad bu devir-teslimi kolaylaştırmak için altı Körfez ülkesinin himayelerinde diplomatik bir çabanın başını çekiyor. Suudi yönetimi, İran’ın kuklası olarak gördüğü Irak’taki Maliki hükümetine karşı sert bir duruş sergilemeye devam edecektir. S. Arabistan, Lübnan’da Hizbullah’ın büyümesini engellemek ve İran’ın bu vekilinin Lübnan siyasi hayatına hâkim olmamasını garantilemek üzere hareket edecektir. Suudiler, Suriye’deki ayaklanmayla ilgili olarak ise potansiyel bir Esad sonrası döneme geçişin barışçıl ve İran’ın müdahalesinden alabildiğince uzak olması için çalışacaklardır.

İsrail’e gelince, Riyad, Kral Abdullah’ın önerdiği barış planına dayalı âdil bir çözüme varılmasında son derece kararlıdır. Başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti de buna dâhildir. Amerika bu meselede tüm güvenilirliğini kaybetmiştir; BM Güvenlik Konseyi’nde gayri meşru yerleşim inşaatlarından dolayı İsrail’in kınanmasını veto ettikten sonra tarafsız bir aracı olamaz artık.  Bu hareket, ABD-Suudi ilişkilerinde ayrım hattı olmuş ve şunu garantilemiştir: Amerikan baskısına rağmen Suudi liderler Filistinlilerden daha fazla taviz vermelerini istemeyeceklerdir.

S. Arabistan güçlü ve istikrarlı olmayı sürdürüyor, ki canlanan dış politikasına el vermektedir bu.

İslam’ın doğduğu topraklar olması ve kutsal iki şehrin barındırması hasebiyle Krallık manevi olarak dünyadaki 1.2 milyar Müslüman için – ki 1 milyardan fazlası Sünnidir – eşsiz bir rol oynamaktadır. Krallığın liderleri siyasi olarak da geniş bir iç desteğe sahiptir ve artan ulusçuluk, tarihi olarak bir kâbileler ülkesi olan S. Arabistan’ı daha sıkı bir şekilde birleştirmiştir. Batı medyasının umduğu geniş çaplı protesto gösterileri en çok da bu yüzden gerçekleşmemiştir. Dünyanın tek enerji süpergücü ve küresel enerji piyasalarının de facto merkez bankası olan Riyad, Ortadoğu’nun ekonomik güç merkezidir; Arap dünyasındaki toplam GSYH’nın yüzde 25’ini temsil etmektedir. Krallığın 550 milyar dolardan fazla döviz rezervi vardır ve altyapı iyileştirmelerine, yaygın eğitime, sosyal ve sağlık hizmetlere 150 milyar dolardan fazla para harcamaktadır.

Suudi liderliği, İran ve ulus-aşırı terörist şebekelerden neşet eden tehditlere karşı koymak amacıyla kara kuvvetlerini modernize etmek, donanma yeteneklerini artırmak için 100 milyar dolar ilave askeri harcama yapacak. Krallık, savaş uçakları sayısını ikiye katlıyor ve İçişleri Bakanlığına bağlı kuvvetlere 60.000 personel daha ilave ediyor. Yurtdışına süratli intikalin gerektiği haller olabileceğinden dolayı Krallığın özel kuvvetlerini birleştirmek amacıyla Amerikan modeline dayalı olarak “Özel Kuvvetler Komutanlığı” kurma planları var.

S. Arabistan artan küresel sorumluluklarını yerine getirmek için gerekli irade ve araçlara sahiptir. Suudiler, terörle mücadele ve karaparayla mücadele gibi bazı meselelerde Amerika’nın güçlü ortağı olmayı sürdüreceklerdir. Krallık, Suudi ulusal güvenlik veya stratejik çıkarlarının riskte olduğu hallerde ise kendi gündemini takip edecektir. Dur durak bilmeksizin bölgeye hâkim olmak için çalışan İran’a, Mısır’da ayaklanan Müslüman Kardeşlere ve neredeyse ülkenin her sınırında yaşanan kargaşaya bakınca, riskte olan şeyler Krallığın Washington’da yazılmış bir güvenlik politikasına bel bağlayamayacağı kadar çoktur – ki bu güvenlik politikası genelde geri tepmiş ve istikrarsızlığı yaymıştır. Özel ilişkiler artık eskisi gibi olamayabilir fakat bu dönüşümden daha istikrarlı ve daha güvenli bir Ortadoğu doğabilecektir.

Yazar hakkında: Kral Faysal Araştırma ve İslami Çalışmalar Merkezi üyesi

Kaynak: Washington Post

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın