Arap Baharı Atlantik ötesi bir planın ürünü mü?

17 Aralık 2010 tarihinde, Tunus’ta polis tarafından taciz edilen bir seyyar satıcının kendisini yakmasını izleyen olayların diğer Arap ülkelerine de yayılmasıyla baş gösteren Arap isyanları ABD’nin “demokrasi teşviki” politikasının bir ürünü müdür? ABD’nde de tartışılan bu ve benzeri sorularla uzun süredir karşı karşıyayız.

AMERİKALILARIN ‘ARAP BAHARI’NA BAKIŞI

Bazı Amerikalı yorumculara ve Bush dönemi yetkililerine göre ABD, George W Bush’un Ortadoğu’da demokrasiyi ABD’nin ulusal güvenliğinin önceliği yapan -ve Büyük Ortadoğu Projesi olarak Turkiye’de bilinen - politikasıyla bölgede değişimin tohumlarını ekmişti. Condoleezza Rice ve Dick Cheney Arap Baharı’nın, ABD sayesinde İrak’ın sözde kurtuluşunun ve demokratikleşmesinin etkisiyle ortaya çıkabildiğini iddia etmişlerdir. Yeni muhafazakar yazar Charles Krauthammer da Bush, Blair ve bazı yeni muhafazakârların bölgedeki demokrasi eksikliğini Arab istisnailiğinin bir sonucu olarak gören bakış açısını sorgulamaları sayesinde Arap Baharı'na yolu açtıklarını söylemiştir. Meşhur liberal yorumcu Ferid Zekeriya ve İngiltere’nin Economist dergisi de Bush ve onun grubunu Arap devrimlerine olan katkılarından dolayı övenler arasındadırlar.

İlginçtir ki, bu konuda dünya genelinde pek çok Marksist ve üçüncü dunyaci bir milliyetçilik anlayışını savunan çevreler de bu görüşü paylasmaktadirlar!

Hakikaten de durum böyle mi?

ORTADOĞU'DA DEMOKRASİ ABD’NİN İŞİNE GELMEDİ

Bush yönetiminin demokrasi teşviki politikalarının Arap ayaklanmaları için pozitif bir ilham kaynağı olduğunu iddia etmek imkansızdır. Geçmiş seçimlere göre daha az hileli 2005 Mısır seçimlerinde Müslüman Kardeşler hareketinin iyi performansı ve 2006 Filistin seçimlerinde Hamas’ın zaferi Bush yönetimini Ortadoğu’da demokratikleşme konusunda hayal kırıklığına uğratmıştır ve politika değişikliğine sevketmistir. Serbest seçimler yoluyla iktidar değişimi öngören bir demokratikleşme yerine, ABD’nin demokrasinin öncü kolu ve altyapısı olarak orta sınıfın yaratılması için ekonomik liberalleştirme ve serbest girişimciliğin geliştirilmesi gibi politikaları öncelemesi sonucunu doğurmuştur.

Bush’un 2004’te Tunus diktatörü Bin Ali’nin Beyaz Saray ziyareti esnasında onun sözde serbest seçim ve basın özgürlüğü reformlarını övdüğü de kayitlardadir. Bush’un başkanlığı yıllarında İngiltere’de sürgünde yaşayan Tunus’un Nahda hareketi lideri Raşid Gannuşi’ye ABD’ye giriş vizesi verilmemiştir. Bunlara Müslüman ülkelerdeki terörle savaş politikalarının sonuçlarını da eklersek, Bush politikalarının Arap ayaklanmalarına müspet manada sebep teşkil ettiği iddialarının yersiz olduğunu görürüz.

Obama yönetimi uygulamalarının da Bush döneminden çok farklı olduğunu iddia etmemiz imkansızdır. Obama Mısır'ın Mubarek’ini güvenilir bir müttefik olarak nitelemiş ve Saudi kralını bilgeliği ve nezaketinden dolayı övmüştür! ABD Afganistan’daki savaşını Pakistan’a kadar uzatmış, Yemen ve Somali’yi bu ülkelerdeki birçok hedef üzerindeki düzenli ve devamlı saldırılarıyla ilan edilmemiş savaş bölgeleri haline getirmiştir.

Tunus ve Mısır’da, ayaklanmaların ilk günlerinde Obama yönetimi kanlı diktatörlerle genelde barışçı yöntemler izleyen göstericiler arasında “tarafsızlığını” ilan etti ve Tunus’ta pozisyonunu ayaklanan kitleler lehine ancak bir ay sonra degistirebildi.

ARAB BAHARI: STATÜKOYA KARŞI HALKIN ÖFKESİNİN BİR MANİFESTOSU

Hiç şüphe yok ki, farklı Arap ülkelerinde, değişen şartlar gereği, farklı nitelikler taşıyan ama gözlemcilerin “Arap Bahari” olarak adlandırdığı ve genellestirdiği fenomen Arap halklarının öfkesinin doğal bir dışa vurumudur ve her yönüyle gerçek bir halk ayaklanması vasfını taşımaktadırlar.

Arap ülkelerinin hepsinde gozlemledigimiz otoriterlik, politik baskı, polis şiddeti, kayırmacılık, ekonomik kötü yönetim, işsizlik ve yoksulluk gibi olguların en ağır şartlarda hakim olduğu Arap Baharı öncesi statüko veya ‘eski duzen’ artık pek çok ülkede sürdürülemeyecek bir durum arzetmekteydi. Uzun süredir beklemede olan bir tepki olarak Arap başkaldırısı birbirinin içine geçmiş pek çok faktörlerin neticesidir ve farklı ülkelerdeki farklı sosyo-politik ve ekonomik şartlar ve farklı tecrübeler nedeniyle değişik sekilerde kendini göstermiştir.

Ayaklanmalarda ve onları takip eden diktatörlerin tasfiyelerini izleyen süreçlerde ABD’nin (ve diğer ülkelerin) –bazi kuruluş ve şahıslara mali yardım ve eğitim imkanlarının sağlanması gibi- süreçlere müdahil olma çabalarının varlığı halkın doğal taleplerinin sonucu olan Arap isyanlarını bir Amerikan dizaynının ürünü yapmaz. Doha Center tarafından yürütülen ve sonuçları son günlerde açıklanmış bir araştırmada, Arap ayaklanmaları döneminde Arap nüfusunun üçte ikisinin ABD ve İsrail’i İran’dan daha tehdit edici gördükleri  ortaya konmuştur. Bu durum, aynı zamanda Arap isyanlarının uluslararası sistem tarafından Arap kitlelerine empoze edilen bölgesel statükoya –bir başka deyişle İsrail’in güvenliğini garanti etmek, güvenli petrol akışını sağlamak ve petrol zengini Körfez ülkelerine arka çıkmak için ABD tarafından empoze edilen Camp David düzenine - karşı da halkın öfkesinin manifestosu olduğunun ispatıdır.

24 MART 2012 tarihli Sabah Gazetesi’nin Perspektif sayfasında yayınlanmıştır