Arabulucu ve köprü ülke olmak' hikayesi

 
Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas ve İsrail Cumhurbaşkanı Peres Türkiye'de.
Hemen hemen herkes, ağız birliği etmişçesine Türkiye'nin çok önemli bir konuda büyük bir "arabuluculuk" yaptığından söz ediyor.
Sadece Filistin meselesi değil, Türkiye'nin Ortadoğu'daki birçok sorunla ilgili arabuluculuk yapması gerektiği eskiden beri sürekli gündeme getirilen bir tez aslında.
 
 
Sürekli işitir dururuz:
"Türkiye İran'la ABD arasında arabuluculuk yapsın. Türkiye Irak konusunda bölge ülkeleri arasında arabuluculuk yapsın. Batı ile Doğu arasında köprü olan Türkiye falanca konuda arabuluculuk yapsın vs."
Bu arabuluculuk hikayesi kimilerine öylesine büyülü geliyor ki, "Türkiye, Azerbaycan ile Ermenistan arasında arabuluculuk yapsın" diyenler bile oldu.
Türkiye elbette bazı konularda, bazı zamanlarda ve bazı spesifik sorunların çözümünde arabulucu roller de üstlenebilir ancak Türkiye'yi çok büyük bağlarla bağlı olduğu kendi geniş coğrafyasında sadece "arabulucu ve köprü" konumunda görmeye çalışanların, aslında derin bir oryantalist kuşatmanın bilinçli veya bilinçsiz savunucusu durumunda olduklarını da gözden ırak tutmamak gerek.
Bir başka ifadeyle söylersek, Türkiye'nin, dini, tarihi, sosyolojik ve kültürel bağlarla dahil olduğu bir coğrafyada politikaların öznesi olan bir aktör olmak yerine, arabuluculuk ve köprülükle yetinen nesne bir ülke olarak kalması, bölge üzerinde bitip tükenmeyen hesapları bulunan batılı güçlerin en hassas oldukları, dikkat ettikleri ve diledikleri konuların başında gelmektedir.
Arabuluculuk, Türkiye'yi bölgesel konulara dönük politika belirlenmesinde denklem dışına itmenin hoş ambalajlı bir enstrümanıdır.
Türkiye bir yandan AB müzakere süreci içinde batıdan sürekli itiraz üstüne itirazla karşılanan, bitip tükenmeyen ev ödevleriyle, sözde Ermeni soykırımı ve Kıbrıs gibi enternasyonal tezlerle hırpalanmaya çalışılan bir ülke konumundayken, bir yandan da kendi coğrafyasında sağlam ilişkiler kurması istenmeyen, sadece arabuluculukla yetinmesi önerilen bir ülke olarak görülüyor.
Arabuluculuk derken, burada da Türkiye'den beklenen, belli düzeyde de olsa arabuluculara has bir inisiyatifle davranması değil, bilakis batı tezleri adına bölge ülkelerini suçlu sandalyesinde yargılayan embedded bir savcı gibi hareket etmesi.
Çünkü mevcut küresel sistemin, örneğin Filistin sorunu gündeme geldiğinde ne tür bir yaklaşım içinde olduğunu yıllardan beri biliyoruz artık.
Sürekli ve sadece İsrail'i, İsrail yayılmacılığını ve İsrail'in güvenliğini ön planda tutan tarafgir bir yaklaşım.
Bu yaklaşım içinde, birçok açıdan batıyla fazlasıyla bağımlı ilişkiler geliştiren Türkiye'den beklenen arabuluculuk, Türkiye'yi batı adaletsizliğine ortak etmeye ve bölge halkları nezdinde sevimsiz kılmaya dönük girişimlerden öte ne olabilir ki?
Bu tür arabuluculuk yaklaşımları, bazı açılardan insana hayli ironik, patolojik ve travmatik de görünüyor.
Düşünsenize, asırlarca barış içinde yönettiğiniz ve yaşattığınız topraklar, batılıların planlı çabalarıyla işgal edilmiş, bölünmüş, parçalanmış, birilerine peşkeş çekilmiş. Sonra da sizden yağmalanmış coğrafyanızda arabuluculuk yapmanız isteniyor.
İçselleştirmemiz istenen "doğu ile batı arasında köprü olmak" hikayesi de aynı mantığın ürünü gibi geliyor bana.
"Ben seni zaten batının arasına sokmam ama doğulu olmanı da istemem. En iyisi köprü ol."
Nedir köprü olmak?
Kendini herhangi bir yere ait hissedemeden birilerinin üzerine basıp karşıya geçeceği bir işlevsellikle yetinmek işte.
Türkiye elbette hem doğuyla hem batıyla iyi ilişkiler kurması gereken bir konumdadır.
Ancak batıyla iyi ilişkiler kurmasının da ön şartı öncelikle kendi coğrafyasında kendi büyüklüğüne ve geçmişine yaraşır bir tavır içinde olması, ayağını önce kendi bölgesinde yere sağlam basmayı sağlamasıdır.
Köprü, enternasyonal arenada Türkiye'nin "kuracağı" bir şey olabilir ama "olacağı" bir şey asla!
Türkiye dünya siyaset sahnesinde "etkili ve iddiaları olan bir aktör" olabilmenin her türlü potansiyeline sahiptir.
Tek yapması gereken bunun idrakine varmaktır.
Tersi, arabuluculuk köprülük falan filandır işte!..
---
münaşaka
Bir banka Atatürk'ü reklamında kullandı. Gazete haberlerine göre reklamda en çok, Atatürk'ün küçük çocuğa söylediği, "Sen kendine şunu soracaksın, ben burayı gül bahçesi yapmak istiyor muyum. Dünyanın en güzel güllerini yetiştirmek istiyor muyum. Eğer çok istiyorsan ne eline batan diken ne de söylenenler umurunda olmayacak" sözleri dikkat çekiyormuş.
İyi de reklamın Türkçesi bozuk.
Çünkü Türkçe'de "Ne.." ile başlayan cümlelerin yüklemi olumlu bitmek zorundadır.
Dolayısıyla da mezkur cümle, "Eğer çok istiyorsan ne eline batan diken, ne de söylenenler umurunda olacak" olmalıydı.
Belli ki para kazanmak heyecanı içinde, ne Türkçe'nin kuralları, ne de dilimize özen göstermek birilerinin umurunda oluyor.
Bakın; "olmuyor" demedim, "oluyor" dedim!
------
sözünözü
Bir el tut ki, o da seni tutsun!
 
 
Kaynak: Vakit