Amerikan yönetimi, yedi yıl aradan sonra Annapolis'te, Ortadoğu, daha doğrusu Filistin- İsrail arasında kapsamlı bir barış için tarafları biraraya getirme iddiasında. Böylelikle sanki Irak'taki imajını Filistin'de kurtarmaya çalışıyor. Ancak iddialı bir barış zirvesi için yapılan zamanlama ve tarafların pozisyonuna bakılacak olursa umutlu olmak için bir gerekçe yok.
Sadece, Birinci Körfez Savaşının bitiminde ilk kez başlatılan Barış Süreci ile bugünkü şartlara bakıldığında aradaki benzerlikler bile yeterince dikkat çekiyor. Soğuk Savaş şartlarının bitip şimdilerde unutulan "yeni dünya düzeni"nin ilk habercisi gibi algılanan İsrail-Filistin görüşmelerinin sürdürüldüğü şartlarla bu gün arasında yapılacak bir kıyaslama Annapolis'te nasıl bir sonuç çıkacağı hakkında fikir verebilir. Bir de büyük vaatlerle Birinci İntifadadan sonra başlatılan Barış Surecinin neden yürümediği, hangi tarafın provoke ederek bu sürece son verdiği üzerinde düşünmekte yarar var.
Şartlar birbirinin aynısı olmasa da gelecek için referans sayılması gereken stratejik temel tercihler bugün de geçerli. Körfez Savaşının hemen sonunda başlatılan süreçte parçalanmış Arap alemiyle birlikte Filistinliler zayıf bir görüntü sergiliyordu. İsrail, Saddam yüzünden paramparça görünüm sergileyen Arap dünyasını en zayıf olduğu Filistinlilerin de arkalarında böylesi birleşik bir Arap bloku olmadan masaya çekilmesi görüşmelerin kaderini etkileyen faktörler arasında oluşunu da bir kenara not etmek gerekir.
Bugünkü durum daha kötü bir tablo çiziyor. Filistin tarafının ciddi bir temsil sorunu var. Değil Arap dünyası Filistinliler bile kendi içinde parçalanmış, fiilen iki başlı hale gelmiş bulunuyor. Oslo Sürecinde yükselen İslami hareketlerin gücünü frenlemek için düşüşe geçen Arap milliyetçiliği ve sosyalizm sentezinin temsilcisi Arafat tek muhatap kabul edilerek masaya oturulmuştu. Bugün de dışlanmak istenen İslami hareketler parçalanmamak ve bir şans tanımak adına en azından sessiz kalmayı tercih ettiler. Bugün ise açık biçimde Arafat geleneğinin siyasal uzantıları masada muhatap alınmak adına parçalanmayı da göze alarak artık iktidar olan İslami hareket çizgisiyle hesaplaşmaktadır.
Barış Süreci, Filistinliler açısından temel başlıkların konuşulmasının artık kaçınılmaz olduğu bir zamanda İsrail tarafından ortadan kaldırıldı. Kudüs'ün statüsü, mültecilerin geri dönüşü gibi temel konular hiçbir zaman masaya getirilmeden Şaron'un Mescid-i Aksa'ya yaptığı meşhur "baskın"dan sonra da süreç bitecek İkinci İntifada başlayacaktır.
Irak işgalinden beri kendilerini baskı ve tehdit altında hisseden Arap rejimleri için göstermelik de olsa kotarılacak bir barış, yönetimleri ABD ile ilişkilerde rahatlatmaya yarayacaktır ama kendi halkları nezdinde prestijlerini kurtarmaya yeter mi, belli değil.
Annapolis öncesi, parçalanmış ve yalnızlaştırılmış, aynı zamanda terör parantezine alınmış bir Filistin yönetimiyle bu dönemde barış masasına oturmak sadece İsrail açısından değil, Amerika'nın bölgedeki konumu açısından da mükemmel bir zamanlama sayılabilir.
İsrail'in Araplardan arındırılmış bir ülke olduğu anlamına gelen açıklamalar yapan dış işler bakanı Tzipi Livni, "Arap ülkelerinin Annapolis zirvesine katılacak olmasından memnun olduklarını, ancak Filistin ve İsrail arasındaki ikili görüşmelere karışmamaları gerektiğini" söylemiş.
Bu bile İsrail'in yalnızlaştırılmış bir Filistin tarafıyla istediği şartlarda bir anlaşma yapıp Araplarla da ilişkileri normalleştirerek maksimum kazanç peşinde olduğunun işaretidir. Başka bir deyişle, gerçekleşmeyecek bir barış için zaman kazanma girişimidir.
Mevcut durumun yani işgalin devamını mümkün olduğunca sürdürülmesinin, daha çok göçmen Yahudinin Filistin topraklarına yerleştirilmesi, 'Siyonist Kolonyalizm'inin ömrünün uzatılması anlamına geldiği açık bir gerçek.
Son anda Suriye'nin görüşmelere katılma kararı alması barıştan yana umutları arttırmaktan çok İran-Suriye stratejik ittifakını parçalayıp, İran'ı bölgede etkisizleştiren Amerika'nın elinin rahatlaması demektir. Bu şartlarda Annapolis'te "barış" değil ama uzlaşmaya yaklaşılması demek ABD'nin İran saldırısına bir adım daha yaklaşılması anlamına geldiğini görmek gerek. Suriye'nin sürece dahil edilmesindeki katkılarıyla övünene Türkiye bu stratejik kırılmanın sonuçlarını da hesaplamış mıdır?
Hamas'ın alternatif zirve düzenleyerek katılmadığı ya da dışlandığı bir Filistin barış görüşmesinin barış havasından çok yeni savaş rüzgarlarına gebe olduğunu ileri sürmek karamsarlık olarak yorumlanmamalı.
Kaynak: Yeni Şafak