Ankara'da iktidar kavgası

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dün Gaziantep'te verdiği üç mesaj hızlanan gelişmeler açısından çok önemliydi:
1- Türkiye kazanacaksa kaybetmeye hazırız,
2- Geri adım atmayacağız, 3- Öfkemiz imtiyaz isteyenleredir. Siz bu sonuncusunu, Erdoğan'ın bakışına göre, "Şimdiye dek bürokrasi ve yargı aracılığıyla güç kullanan seçkinler", yani "ötekiler" diye de okuyabilirsiniz.
Bu sözlerin önemi, 1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın Anayasa Mahkemesi'nde açtığı kapatma davası, 2- Başbakan Erdoğan'ın "sokaklar arkamda" mealindeki duruşuyla birlikte "Haydi bunu da iddianameye eklesinler" anlamında Kuran'dan ayetlerle yanıt vermesi, 3- Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in "Herkes konuştuğunun nereye gittiğini bilsin" mealindeki çıkışı, 4- Ergenekon soruşturması kapsamında İlhan Selçuk, Doğu Perinçek ve Kemal Alemdaroğlu'nun gözaltına alınarak işin devamının geleceğinin gösterilmesi ardından artmaktadır.

Belli ki, taraflar ellerindeki kartların hepsini birden kullanmamakta, karşıdan gelecek yeni hamlelere göre, yeni kartları hazır tutmaktalar. Bu nedenle karşılıklı yeni hamleler beklemek mümkün.

Başbakan Tayyip Erdoğan, her adımıyla, her sözüyle Necmettin Erbakan olmadığını kanıtlıyor. Erbakan'ın taktiği zor karşısında dışarıya renk vermeden boyun eğmek, dalganın geçmesini beklemekti. Doğrusu bunu yapmaya ne yeterli kitlesel gücü, ne de öyle bir kitlesel desteği sağlayacak ideolojik ve siyasi esnekliği vardı.

Erdoğan öyle değil. Doğrusu ilk AK Parti hükümetleri döneminde "iki ileri, bir geri" taktiğini o da sıklıkla uyguladı. İmam-hatipler için üniversite girişinde özel katsayı uygulamasından zinaya ceza olayına kadar buna örnekler mevcut. Bir kısmı, AK Parti iddianamesinde laiklik karşıtı eylemler olduğu iddiasıyla sıralanıyor.

İki ileri-bir geri taktiğinin son ve büyük uygulamasını cumhurbaşkanı seçiminde gördük.

23 Nisan gecesi Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın davetinde milletvekillerinin sessiz, ama kararlı direnişi nedeniyle Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığını açıklamak zorunda kalan Erdoğan için bu taktiğin son kullanım tarihi de belirlenmiş oldu. 27 Nisan'da, CHP'nin seçimin ilk turunu Anayasa Mahkemesi'ne götürmesinden birkaç saat sonra Genelkurmay'dan gelen e-muhtıra karşısında geri adım atmama kararı bunu gösteriyordu. 28 Nisan'da hükümetin Genelkurmay bildirisi üzerine açıklaması yalnız Erdoğan açısından değil, Türk siyasi tarihi, özellikle de üç kez askeri darbeyle indirilmiş sağ siyasi partiler açısından bir dönüm noktasıydı.
Erdoğan'ın geri adım atmama kararı 1 Mayıs'ta erken seçim ilanıyla perçinlendi.

Sonra 22 Temmuz seçimi geldi. Fethullah Gülen cemaati, daha önce hiçbir partiye açık seçim desteği vermemişti; ilk kez 22 Temmuz'da AK Parti'ye verdi. Bunda Gülen cemaatinin bunun artık bir kırılma anı olduğuna, cumhurbaşkanlığı ve devamında YÖK'ün hükümet icraatı önünde engel olmaktan çıkmasının önemine ikna edilmiş olması rol oynamış mıdır? Bilemiyoruz, ama yüzde 47 içinde sağlık ve yol hizmetleri, Gül'ün engellenmiş olması nasıl belli yüzdelere sahipse, Gülen cemaatinin de bir yüzdesi vardı.
Erdoğan, karşısındaki koalisyona, kendi koalisyonuyla direniyor. Direnişini, 1- Açık galibiyete, 2- Yenilgiye, 3- Uzlaşmaya dek sürdürebilir. Peki iç işleyişleri ve gündemleri siyasi partilerden çok daha farklı, kapalı ve sağlam olan cemaatler bu direnişi Erdoğan'ın istediği noktaya kadar sürdürecekler mi?

Bu koalisyonun aktüel nabzını şu sıra en iyi aktaran gazetecilerden Şamil Tayyar, dün Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Zekeriya Öz'ün akıbetinin Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya'nınkine benzeyebileceğinden endişe ettiğini yazdı.Öz giderse, başka savcı devralabilir görevini; hükümet artık bu envantere sahip olduğunu gösterdi. Bence hükümet cephesindeki koalisyonların özellikle de cemaatler açısından kırılıp kırılmayacağı saflaşmada daha büyük öneme sahip.
Ama onun önemi dahi küresel ekonomik krizin seyri kadar değil, hükümetin duruşunun devamı açısından. Dalga büyük geliyor ve ABD Merkez Bankası'nın frenleri tutmaz ise, her şey "teferruat" kalabilir.

Kaynak: Radikal