Şincan'daki karışıklıklar sebebiyle Uygur sorunu geçen hafta uluslararası sahnenin merkezine yerleşirken, Türk diplomasisinin karışıklıklarla ilgili olarak Çin'e yönelik tepkisi AKP hükümetinin dış politikasını harekete geçiren etkenlere dair birçok soru işareti oluşturdu. Zira Ankara Çin'le çatışmasında
görülmemiş sınırlara girdi. Özellikle de Türkiye'nin baskı yapmayı hedeflediği Çin bir süper güç, BM Güvenlik Konseyi'ne daimi üye ve nükleer güç sahibi olmasının yanı sıra, dünyanın en büyük ülkelerinden biriyken. Türkiye'nin Çin karşıtı hareketlenmeleri Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Uygurlarla Han Çinliler arasındaki çatışmaları 'adeta soykırım' diye nitelemesiyle zirveye çıktı.
Türkiye 'soykırım'ı iyi bilir
AKP, BM Güvenlik Konseyi'ne götürülmesini talep ettiği sorununun uluslararası boyut kazanmasını isterken Çin bu eğilimi kınıyor. Çin dışişleri bakanı bu talebi içişlerine müdahale olarak değerlendirdi ve Çinli diplomatlar Şincan'da yaşananlarla Kürt ayrılıkçı hareketlenmeleri arasında 'benzerlik' bulunduğunu ima etti. Türkiye Çin'in gösterileri bastırmasını ve sivilleri öldürmesini kınayan uluslararası kampanyaya liderlik ederken, Rusya Çin'i iç işlerine karışılmaması gereğini vurguladı. Batı'ysa Pekin'i Türkiye'ninkinden daha hafif bir üslupla kınadı. Bu bağlamda Türkiye'nin tutumunun Batı'nınkinin önünde yer alması dikkat çekti.
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül karışıklardan kısa süre önce Çin'i ziyaret etmişti. Pekin'in yanı sıra Şincan'a da gitmiş ve Uygurların 'Türkiye'yle Çin arasındaki dostluk köprüsünü somutlaştırdığını' söylemişti. Bu köprü Gül'ün ziyaretinden birkaç gün sonra yıkıldı. Erdoğan olaylardan birkaç gün sonra bölgede yaşananları 'adeta soykırım' diye nitelerken, Ermenilerin 1915'te kendilerine soykırım yapmakla suçladığı Türkiye bu kelimenin siyasi ve manevi anlamını iyi biliyor.
Türkiye geçmişte Çin'le ilişkilerini Uygurlarla duygusal bağlarından daha önemli görüyordu. O zaman Türkiye'nin tavrı niye şimdi değişti? Konu Güvenlik Konseyi'ne taşınırsa Pekin ve Moskova Çin aleyhinde bir kararı veto edecektir. Ankara niçin sınırlı uzun vadeli olmayacak bir diplomatik hareketlenme için Çin'le ilişkilerini kurban ediyor?
Çin'le Türkiye arasındaki ekonomik ilişkileri incelediğimizde tablo netleşiyor. Zira Çin'le dış ticarette büyük bir Türk açığı söz konusu. Gül'ün ziyareti de ekonomik amaçlarla yapılmıştı. Çin'le Türkiye arasındaki dış ticaret hacmi 12,5 milyar dolar. Bunun 10 milyardan fazlası Çin'in Türkiye'ye, kalanıysa Türkiye'nin Çin'e ihracatı. Ayrıca iki ülke arasındaki ticari bilanço Türkiye'yi ticareti aynı dozda sürdürmeye teşvik etmiyor.
Ankara'nın hesaplarının en önemli parçası, AKP'nin bir Türk milliyetçiliği ve Müslüman Türk gündemi yaratma eğiliminde açığa çıkıyor. Bu gündem Türkiye'nin nüfuzunu bir kez daha tarihi varlığının bulunduğu bölgelere taşıyacak. Bu bağlamda Türkiye'nin Uygurlara yönelik tutumu, İsrail saldırısı sırasında Gazze'yle sergilediği dayanışmaya benziyor. Bu tavır Türkiye'ye Arap dünyasında sempati kazandırmıştı. Ankara şimdi de Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Kazakistan ve Kafkas halkları nezdindeki manevi nüfuzunu ve yumuşak gücünü genişletmeyi düşünüyor.
Ortadoğu'da güçlü rakiplerin yokluğu nedeniyle Türkiye'nin Gazze'yle dayanışması kolay oldu. Herkes Türkiye'nin 'karikatür krizinde işbirliği yaptığı' suçlamasıyla eski Danimarka başbakanı Anders Rasmussen'in NATO genel sekreterliğine atanmasına itiraz ederek yaptığı başarılı manevrayı da hatırlar. Ankara itirazını, genel sekreterlik yardımcılığına bir Türk'ün atanmasına onay verilince çekmişti. Fakat bu kez şartlar farklı. Türkiye'nin Doğu Türkistan'daki çıkarları Rus ve Çin çıkarlarıyla çelişiyor. Bu iki
ülke Türkiye'den güçlü. Doğu Türkistan'daki Türk misyonunun zorluğu 'ortak tarih' etkeninin yokluğu nedeniyle de artıyor. Zira Orta Asya Osmanlı'nın parçası değildi ve yüzlerce yıldır Türklerle bir devlet içinde birleşmiş değil. Türkiye'nin Uygur meselesine yönelik üslubu şöyle açıklanabilir: Türkiye tarihi bölgelerdeki manevi nüfuzunu genişletme isteğine, Çin'le kendi lehine olmayan ekonomik ilişkileri korumaktan öncelikli görüyor.
Amaç sorunu çözmek değil...
Uygurları savunmak sadece İslami değil, insani bir görev. Uluslararası imajını onarmayı ve siyasi açıdan en güçlü İslam ülkesi haline gelmeyi isteyen Türkiye medya ve diplomatik çatışma pistine bu kez Uygur kapısından dönüyor.
Tıpkı aylar önce başını yaralı Gazze'den çıkardığı gibi. Tarih, başarılı manevraların bir süre bazı diplomatik kozlar elde edebileceğini, ancak bu tür manevraların geçici yapıları nedeniyle sorunları çözmediğini ifade ediyor. Son Türk manevrasının başarısını gelecekte göreceğiz.
(Lübnan Nehar gazetesi, Bölgesel ve Stratejik Araştırmalar Doğu Merkezi Direktörü, 20 Temmuz 2009)
Kaynak: Radikal