Amani Maged
“Bizi bekletmeyin” ifadesi, Türk siyaset lügatında AB üyeliği talebinde kullanılan yeni bir ifade. Ankara, AB üyesi olmak için yıllardır elinden geleni yapıyor. Türkiye, daha büyük bir uluslararası saygınlık ve ekonomik üstünlük getirmesini ümit ettiği bu rüyanın peşinden giderken diplomasi mücadeleleri veriyor, siyasi reformlar yapıyor ve ekonomik kalkınmada muazzam sıçrayışlar gerçekleştiriyor.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “sabrımız azalıyor” diyor ve AB’nin, Türkiye’nin üyeliği konusundaki duruşunu açık ve kesin bir dille ifade etmesini istiyor.
Türkiye ehliyet ve sicilini AB’ye ispatlamak için pek çok yol denedi. AK Parti iktidara geldiğinden bu yana Türk ekonomisini dünyanın en gürbüz ekonomilerinden biri haline getirdi. Türk mâmülleri ve tarım ürünleri Arap pazarlarına bilhassa da Körfez pazarına akın etti ve Türk şirketleri bölgede çeşitli inşaat projelerine girişti.
Siyasi olarak, Ankara kendisini üst bir stratejik konuma yükseltti. Tahran ve Batı arasında aracılık yaparak hatta nükleer takas anlaşması taslağının ortaya çıkmasına yardım ederek İran nükleer meselesinde kilit bir oyuncu oldu. Şam ve Tel Aviv arasında müzakerelere aracılık etti ve bu esnada Filistin davasının müdaafi olduğunu ispat etti. Ankara’nın aracılık kabiliyeti - ki hiçbir Avrupalı gücün gidemediği yerlere kendi başına gidebilmesi bu kabiliyetine bir takviyedir – AB üyelik başvurusunda mantıken Ankara’nın lehine çalışacaktır. Keza, Anayasa referandumunun sonuçları da aynı doğrultuda iş görecektir. Anayasa değişikliklerinin Türkiye-AB müzakerelerinde bir dönemeç olduğu kanaatini pek çok analist paylaşıyor. Sivil hayat üzerinde askeri hâkimiyetin gevşemesi, Türkiye’yi tam üyelikten uzak tutmak ve “imtiyazlı ortaklıkta” oyalamak için AB’nin ileri sürdüğü bahaneleri yıkacağa benziyor. Osmanlı tarihi, Türk lügatında taviz kelimesine yer olmadığını göstermektedir. Ancak Türkiye, AB’nin üyelik için ileri sürdüğü pek çok reformu yerine getirme sözünü tutma azminde görünüyor.
Ankara’nın AB ile 2005 yılında başlayan üyelik müzakereleri ağır ilerliyor, öylesine ağır ki gecikme olarak da tanımlanabilir. Bunun birçok nedeni var ve bunların en başında 73 milyon nüfuslu bir ülkenin AB’ye katılmasıyla Avrupa örgütünde kendi ağırlıklarını kaybetmekten korkan Fransa ve Almanya’nın muhalefeti var.
Diğer analistler, Avrupa muhalefetinin dini/kültürel tarafgirlikten de kaynaklandığını söylüyorlar. Avrupalıların geniş bir kesimi, halkının yüzde 99’u müslüman olan bir ülkeye AB kapılarının açılmasına itiraz ediyor ki AK Parti’nin iktidara gelmiş olması ve akabinde, İslamcı nüfuzun arttığı korkularının azdırdığı geçmişten gelen bir tutumdur. Öte yandan, Kürt meselesi Türkiye’nin üyeliği yönünde tökezlemesine katkıda bulunuyor.
Problemler arasında Türkiye’nin Kıbrıs Rum kesimi bayraklı uçak ve gemilere hava ve deniz limanlarını kapalı tutmayı sürdürmesi de var. Kıbrıs, AB ve Türkiye arasındaki çetrefilli sorunlardan biridir. Ankara bu meselenin müzakere sürecinden çıkarılmasında ısrarlı. AB de bu meselenin ve yanısıra Türkiye’nin KKTC’yi tanımasının müzakere gündeminde yer almasında ısrarlı.
Türkiye’deki siyasi hayat, Yunanistan gibi hem askeri hem de sivil hâkimiyet görmüş AB ülkelerinin siyasi hayatına epey benziyor. Fakat Yunanistan’ın aksine Türkiye ağırlıklı olarak müslüman ki Almanya ve Fransa gibi AB üyesi ülkeler, Türkiye’nin AB üyesi olmasına izin verildiği takdirde Avrupa’nın Hıristiyan kimliğinin ve sosyal dokusunun parçalanacağından korkuyorlar. Türkiye’nin insan haklarına, demokrasiye, sosyal ve ekonomik modernleşmeye olan bağlılığını ispatlamak için aldığı çok sayıda tedbir, Avrupa tutumunda kayda değer bir gedik açmadı.
Avrupalı güçleri telaşa düşüren bir diğer etken, Türkiye’nin nufüsunun 2015 yılında Almanya nüfusunu aşacak olması. AB’ye girmesine izin verildiği takdirde, AB Parlamentosu’ndaki Türk vekil sayısı Almanya’nın vekil sayısından fazla olacak - dolayısıyla da daha büyük bir oy gücü olacak. Bu gerçeğe bir de AB’nin, parasının çoğunu üye ülkelerdeki tarıma ve yoksul bölgelere yardıma tahsis ettiğini ekleyin. Türkiye her ikisine de ihtiyaç duyuyor ve bu masraflar, hâlihazırda mali problemler yaşayan ve ciddi reform isteyen AB bütçesine külfet ekleyecek.
Fakat AB üyeliği sorusu büsbütün tek taraflı değil. AB üyeliğinin kültürel ve lisâni çeşitlilik demek olduğunu fark eden pek çok Türk’ün peşinde psikolojik, sosyal ve kültürel hayaletler olarak dolanıyor. Türkiye’de yapılan son bir kamuoyu araştırmasına göre AB üyeliğine verilen destek yüzde 75’ten yüzde 50’ye geriledi. Şevk kaybının nedeni daha ziyade, yüreklendirici hiçbir işaret vermeden 5 yıl boyunca ayak sürüyen müzakere sürecindeki hayal kırıklıklarından kaynaklanıyor elbette. 35 müzakere başlığından/faslından sadece 13’ü açıldı ve yalnızca bir tanesinde, bilim ve araştırmayla ilgili olanında anlaşma sağlandı. Başlıkların sekizi donduruldu.
AB müzakerecilerine göre Kopenhag’da formüle edilen şartları karşılaması için Türkiye’nin alması gereken mesafeler var. Bunlar arasında hukukun egemenliği, insan haklarına saygı, ekonomik istikrar ve tarımdan eğitime kadar farklı alanlarda performansın iyileştirilmesi yer alıyor. Mesela Türkiye idam cezasını kaldırdı ancak halen siyasi suçluların serbest bırakılması çağrıları alıyor. Eğitim reformunda müthiş sıçramalar yaptı ama üniversitelere kayıt oranı AB ülkelerindeki oranın halen gerisinde.
Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmak için olduğu kadar Ankara’ya AB’de koltuk sunmak için de iyi ve güçlü nedenler var. Avrupa’daki bazı yetkililer, Türkiye’nin üyelik başvurusunun sürekli reddedilmesinin Ankara’yı Arapların kollarına iteceği kaygısını dile getiriyorlar. Türkiye, İran ve Arap dünyasının kilidini elinde tuttuğunu defalarca göstererek bunu ustalıkla kendi avantajına çevirdi.
Muhtemelen Türkiye AB üyeliğinin peşinden gitmeyi, AB ise Yeni-Osmanlıların ısrarına direnmeyi sürdürecek. Ama nihayetinde AB sırf ırkçılığı ve aşırılığı reddettiğini ispatlamak için gene de Türkiye’ye kollarını açabilir. Bu arada, Ankara’nın Brüksel’e giden trene binmek için istasyonda beklemek zorunda olduğu zamanın uzunluğu, Fransa ve Almanya’nın tutumlarındaki değişime bağlı olduğu kadar Türkiye’nin ve destekçilerinin çabalarına da bağlıdır.
Kaynak: El Ahram
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı