Ankara Hıdırlık Tepe’deki Ucube Dikilitaşlar Neyi Sembolize Ediyor?

. İz bırakan nice darbe ve kan akıtan gözler yarın Ankara’da geride kalacak.

Dilimdeki fesâhat ve eşsiz şiirlerim, kan akıtan gözlerim ve yudumladığım nice içkim / Belki de yarın bu mekânda, Ankara’da gömülecek

Her darbede bıraktığım yara izleri, kan akıtan gözlerim

En güzel şiirlerim, yarın Ankara’da kalacak.

Her darbede bıraktığım yara izleri, güzel sözlerim

Kandan akan gözyaşlarım ve en güzel kasidelerim, Yarın Ankara’da geride kalacak.

Şairin Ankara’da söylediği rivayet edilen diğer beyitler, yine ölümünden hemen önce Ankara’da söylediği beyitlerdir. Rivayete göre yakınındaki mezarda kimin yattığını sormuş, “krallardan birinin kızına aittir” cevabını alınca aşağıdaki beyitleri söylemiş ve öldükten sonra da bu mezara yakın yere gömülmüştür:

Ey komşum mezar yakındır bana ve Asib Dağı’nın olduğu yerdedir

şimdi benim yurdum Ey komşum her ikimiz de yabancıyız burada ve

her yabancı yakın olur başka bir yabancıya.

Bu beyitler İmruu’l-Kays son beyitleriydi. Rivayete göre Hz. Ömer’e bu iki beyit okunduğunda çok beğenmiş ve keşke iki değil de on beyit olsaydı da elimde ne var ne yok feda etseydim, demiştir. Aynı beyitler üç beyit artırılmış olarak şairin divanında şu şekilde geçmektedir:

Ey komşum dönüp dolaşıp bulur bizi musibetler ve ben Asib Dağı’nın olduğu yerdeyim şimdi.

Ey komşum her ikimiz de yabancıyız burada ve her yabancı yakın olur başka bir yabancıya.

Bize ulaşırsan şayet aramızda yakınlık olur, ayrılıp gidersen yabancı yine yabancı kalır.

Ey komşum geçip giden geri gelmez artık ve gelecek olan bir gün mutlaka gelecektir.

Yabancı kimse yurdundan uzak olan değil, lakin toprağın altında olan kimse yabancıdır.

İmru’ul-Kays’ın Ankara’da inşad ettiği kasidelerden biri de es-Siniyye isimli kasidesidir. Bu kasideyi Ankara’da ölümünden önce söylediği farklı kaynaklarda zikredilmektedir. Söz konusu kasidenin beyitleri şu şekilde olup vücudunun her tarafını yaralar kuşattığında inşad etmiştir:

Ases denen şu kadim mekâna gelin, orada ben sanki sağır bir mekân ile konuşmaktayım.

Yurdun ahalisi eskisi gibi olsa idi, öğlen vakti ya da gecenin bir vakti dinlenirdim yanlarında.

Tanımazdan gelmeyin beni, bahar mevsiminde Ğavl ve Elas’a gelirdi bu yurdun ahalisi.

Görürsün ki uyku görmez gözlerim ve bu halim beni geceleri gözüne uyku girmez hale getirir.

Gecenin bir vakti ulaştı bu hastalık ve tekrar hasta olmaktan korktuğum bir zamanda yine ulaştı bana.

Nice muhtaç kimseye yoldaş oldum, yardım edip savundum ta ki rahata kavuştu ve nice günler yürüyerek güzel körpe kızlara vardım.

Sesimi duyup gelir o kızlar, annelerinin sesini duyduklarında hızlıca yanına varan yavru develer gibi.

Bilirim ki bu kızlar malı az olanı da yaşlandıktan sonra sırtı kamburlaşan kimseyi de sevmezler.

Ben ki hayatın musibetlerinden korkacağımı bilmezdim ki şimdi elbiselerimi giyemeyecek kadar takatsiz biriyim.

Bedenim bir defada ölseydi keşke, gel gör ki bedenimi bir hastalık kapladı ve pare pare düşüp ölmekte şimdi.

Sıhhatli biri iken kanayan yaralar kuşattı bedenimi,

Ölümüm bile şimdi bir ümitsizliğe dönüştü sanki.

et-Tammâh uzak yurdundan çıkarak bir hastalık getirdi,

bir hastalık ki tabipler aciz kaldı bulmakta çaresini.

Her yokluktan sonra zenginlik olsa ve yaşlılıktan sonra uzun ömür ve giyinme imkânı olsa keşke.

İmru’ul-Kays’ın Ankara’da inşad ettiği kasidelerden biri de bedenini kuşatan yaraları gördüğünde söylediği şiirlerden biridir. Şair, söz konusu beyitlerinde şunları söylemektedir:

Kimindir uzun zamanın geçmesiyle eskiyen ve izleri silinmiş olan bu metruk diyar. Bazen görürsün yaraların kuşattığını beni, eklem iltihabına düçar olmuş hasta misali.

Öyle yaralar ki giyilmediği halde eskiyip püskümüş bir cüppeyi andıran bir elbise içinde bıraktı beni.

Yedi meşhur muallaka arasında ilk sırayı alan uzun kasidesine iki kişiye hitapla başlaması, arkadaşlarını durdurup sevgilisinin göç ettiği yerde yok olmaya yüz tutmuş izler ve kalıntılar önünde kendisiyle birlikte ağlamaya davet etmesi İmru’u-Kays’tan kalma bir gelenektir.