Anayasa'nın temel ilkelerinden sadece demokratiklik, laiklik ve bölünmezlik değil, sosyal devlet de tartışma sürecinde
Dün sosyal güvenlik yasasına karşı çıkan sivil toplum örgütlerinin taleplerini sosyal devletin yaşama mücadelesi sayarsak ortada ne kadar ciddi bir tablo olduğunu görürüz.
Yaşadıklarımız, Türkiye'nin 'değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez' anayasal temellerinin tamamının tartışmalı hale geldiğini gösteriyor.
Fikret Bila 26 Mart tarihli Milliyet'te sürmekte olan iki dava ve bir soruşturmaya dikkat çekerek, bunların Türkiye Cumhuriyeti'nin üç temel niteliği ile ilgili olduğunu öne sürmüştü. AK Parti'nin kapatılması istemiyle açılan davada Anayasa'nın (Anayasa'nın 2'nci maddesinde sayılan) laiklik ilkesi, DTP'nin kapatılması istemiyle açılan davada (3'üncü maddesindeki) bölünmez bütünlük ilkesi, devlet içindeki çeteleşme iddiasıyla sürdürülen Ergenekon soruşturmasında da (yine 2'nci maddedeki) demokratiklik ilkesi tartışılıyordu.
Bila'nın tahlili gayet yerinde. Biraz daha yakından baktığımızdaysa, bu üç ilkeye iki temel ilkeyi daha ekleyebildiğimizi görüyoruz. Yani Cumhuriyet'in üç değil, beş temel ilkesi şu an ciddi tartışma ve mücadele süreçlerine konu oluyor.
Birincisi, yazının başında da değinildiği gibi, sosyal devlet ilkesidir. Anayasa'nın 2'nci maddesi Türkiye Cumhuriyeti'nin "demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti" olduğunu söylüyor. Bunu da toplumun huzuru, milli dayanışma, adalet ve insan haklarına saygı için gerekli görüyor.
Halen Meclis'te tartışılmakta olan yeni Sosyal güvenlik yasası, bir yandan ekonominin canlanması ve güncellenmesi için gerekli adımları atarken, diğer yandan çalışanların haklarından adil olmayan kayıplara yol açtığı gerekçesiyle ağır eleştiri altında. Sendikalar ve sivil toplum örgütleri dün yurt çapında yasanın getireceği hak kayıplarına karşı tepkilerini dile getirdiler. Ankara ve İstanbul'daki gösterilerde gerginlikler yaşandı.
Sosyal devlet gayet Avrupalı bir kavram, hatta en Avrupalı kavram denebilir. ABD örneğin sosyal devlet değil. O nedenle giderek daha ciddi sağlık ve eğitim sorunlarının içine gömülüyor; yaşlı nüfusun çaresizliğini anlatan film o nedenle Oscar alacak kadar can acıtıyor.
Avrupa Birliği bünyesinde de sigorta primleri, sosyal devletin milli bütçelere ve işverenlere getirdiği yükler düşürülmeye çalışılıyor. Komşu Yunanistan'da da aynı nedenlerle grevler, eylemler var. Ama Avrupa'da ekonomilerin yarısının kayıt dışında olması diye bir durum yok. Türkiye'de (büyük ölçüde iktidardaki AK Parti'nin seçmen tabanı olan) küçük ve orta ölçekli işletmelerin kayıt altına alınması yoluna gidilse, muhtemelen sosyal güvenlik açığı küçülecek, yeni yasa ile çalışanların kayıpları azalacak. Kaybeden yalnızca çalışanlar olmuyor, sosyal devlet de oluyor.
Hukuk devleti kavramı da son gelişmelerle ağır yaralar alıyor. Yaraların ağırlığını görmek için hukuk devleti ile kanun devleti arasındaki farkı belirlemek gerekiyor. Kanuna, kitaba göre yapılan her şey hukuka, adalete uygun değildir. Tarih bir açıdan adaletsiz kanunların nasıl değiştiğinin öyküsüdür. Bugünkü kanunlarımız, örneğin şeriat kanunlarında olduğu gibi hırsızlık yapanın elinin kesilmesini, eşinden başkasıyla olan kadının taşlanarak öldürülmesini, ya da kız kardeşin mirastan erkek kardeşinin yarısı kadar hak almasını öngörmüyor. Demek ki o günkü kanun bugünkü adalet kavramıyla örtüşmüyor.
Anayasa Mahkemesi'nde görülen davalar, kanunlara, kitaba, Anayasa'ya uygun olarak açılıyor. AK Parti'nin icraatının (yüzde 47 oy desteğine karşın) ne kadar demokratik ve laik olduğunu da, açılan davaların ve kanunlara göre alınan kararların ne kadar hukuki, adil olduğunu da ileride tarih bize söyleyecek.
Bugün yaşanan ise devletin üç erkinden yargı ile diğer ikisi, yasama ve yürütme arasında 'güç paylaşımının yeniden tanımlanması' kavgasıdır. Benzeri mücadeleler başka ülkelerde başka zamanlarda yaşanmıştır. Önemli olan, bu mücadeleden ülkenin kuruluş ilkelerinin ne kadar zarar alarak, ya da ne kadar güçlenerek çıkacağıdır. Şu anki tablo, ne yazık ki 'kazan-kazan' değil, 'kaybet-kaybet' tablosuna işaret ediyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan ile CHP lideri Deniz Baykal'ın, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın uyardığı gibi "iş kavgaya dönüşmeden" bu tabloyu tersine çevirmesi fırsatı hâlâ var. Bir yol bulmaları, fırsatı şansa dönüştürmeleri gerekiyor.
Kaynak: Radikal