Amerika'nın zorluk devri Londra'dakine çok benziyor

Geçen hafta Londra'da ortaya çıkan şiddet manzaraları -yanan binalar, yaygın yağmalamalar, polis ve itfaiyecilerin saldırılara maruz kalmaları- inkar edilemeyecek derecede üzücüydü. Ama bunların aşina olaylar olmadığını da söyleyemeyiz. İsyanlar sadece ABD'de şiddet ihtiva eden son birkaç suç olayına kuvvetli bezerlikler taşımakla kalmadı, Los Angeles'ta Watts'tan Detroit'e, Washington D.C.'de H Street caddesine kadar bu ülkeyi 1965'ten 1968'e kadar saran kışkırtıcı ırkçı şiddet patlamalarına doğrudan dikkat çekti. Ama karışıklıklar önceki dönemden örnekleri takip ediyorsa da buna siyasi karşılıklar muhtemelen öyle olmayacak ve şiddetin yakın bir zamanda kalıcı bir şekilde sona erdirilmesi ümitlerine yönelik bir belirti bulunmayacak.

1960 ve 1970'lerin hükümetleri, huzursuz insanlara hemen sosyal güvenlik ağında yeni yatırımlar ve düşük vasıflılar için iş programlarıyla cevap verdiler. Federal hükümet tarafından sıkıntılı şehirlere, 16-21 yaş arasındakilere devlet tarafından verilen iş programı Mahalle Gençlik Birlikleri; aynı yaştaki gençlere eğitim veren İş Birlikleri; şehirlere dağıtılan kaynakların yerel olarak fakir mahallerden temsilcilerin oluşturduğu kurul tarafından dağıtıldığı program Örnek Şehirler; bu tür bölgelerde siyasi aktiviteleri teşvik eden örgütleyiciler tutmakta kullanılan Toplum Eylem Programları gibi programlarla kaynak aktarıldı. Yüksek mahkemeler sıkı medeni haklar ve kesin çare olacak eylemler istedi, hükümetin düzenleyici kurumları da bunu yerine getirdi. Hükümet çok sayıda siyahı ve diğer azınlıkları, her seviyede, ilerde terfi de edebilecekleri devlet memurluğu pozisyonlarına almaya başladı.

Bugün, kamu yetkililerimiz toplumsal cömertlikten ziyade ahlaken kınama ruhu içinde karşılık vermeye mütemayiller. 11 ağustosta İngiltere Başbakanı David Cameron karışıklıklarla ilgili olarak parlamentoya hitap etmeye gittiği zaman, tek sunduğu öfke oldu. O, “Bu açık bir şekilde suçtur" dedi. "Caddelerimizde bir korku kültürünün olmasına müsaade etmeyeceğiz." Bu, büyük ölçüde, Philadelphia'nın Afrikalı-Amerikan Belediye Başkanı Michael Nutter'in, orada sokaklardaki son şiddet olaylarıyla ilgili olarak 7 ağustosta yaptığı konuşmayı hatırlatan bir tepkiydi. O, Carmel Baptist Kilisesi'ndeki toplantıda, “Bir sersem gibi davranmak istiyorsanız gidin. Bu şehirden gidin. Artık sizi bu şehirde istemiyoruz" demişti.

Bu aciz siyasi tepkiye yol açan birkaç etken var. Birincisi, bizim zor bir devirde yaşıyor olmamız. İngiltere'nin muhafazakar hükümeti iktidara gelir gelmez harcamalarda büyük bir kesinti ve vergileri arttırma kararı aldı. Bu kesinti, fakirler için iskan ve geçim yardımlarını azalttı, devlet kadrolarında iş imkanlarını ortadan kaldırdı. ABD’de, zorluğun en doğrudan etkileri devlet katında hissediliyor. 28 temmuz tarihinde Bütçe ve Politika Öncelikleri Merkezi tarafından yapılan bir araştırmada, bütçesini hazırlayan 47 eyaletten 38’inde 2012 mali senesi harcamalarını belirlemede “derin, K-12 eğitimi, yüksek eğitim, sağlık veya diğer önemli alanlarda tayin edilebilen kesintiler” yaptıkları tespit edildi. Toplumsal kınama, vergi gelirleri azalırken pratikte ucuz bir çözüm yoludur.

Bununla beraber, bizim günümüzdeki kemer sıkmamız, mali fakirliğimizin etik neticesi olarak toplumun ahlaki açıdan hayal gücünün darlığıyla da uyumludur. Bu kendisini en çok ırka yönelik tavırda gösterir. 1960 ve 1970’lerde beyaz Amerikalılar, kölelikten Jim Crow’a kadar Afrikalı Amerikalılara yapılan adaletsizliklerin mirasının tamamen farkındaydılar. Şimdi medeni haklar hareketi büyük ölçüde yitirilmiş bir güçtür. Anketler beyazlar arasında, beyaz karşıtı ayrımcılığın da siyah karşıtı ayrımcılık kadar kuvvetli olduğu düşüncesinin giderek yayıldığını gösteriyor. Mesela Halk Dini Araştırmalar Enstitüsü tarafından yapılan son araştırmayı ele alalım. Araştırmada katılımcılara şu ifadeye katılıp katılmadıkları soruldu: “Bugün beyazlara karşı ayrımcılık siyahlara ve diğer azınlıklara karşı yapılan ayrımcılık kadar büyük bir problem midir?” Beyaz katılımcıların yüzde 48 kabul, yüzde 50 redle hemen hemen yarı yarıya bölünmüş oldukları çıktı.

Beklendiği üzere bu ifade en güçlü desteği kendisini Çay Partisi’yle özdeşleştirenlerden (yüzde 61), Cumhuriyetçilerden (yüzde 56) ve beyaz evanjeliklerden (yüzde 57) aldı. Buna göre ABD’de Cumhuriyetçi Parti dogmatik olarak kendisini azınlığın istihdamını arttıracak harcamalara karşı konumlandırır. (Obama yönetimi bile genel olarak vergi artışı olmadan bütçe açığını azaltma gündemine razı oldu. 16’yla 19 yaş arası siyah Amerikalılarda işsizlik oranının aynı yaş grubundaki beyazlardaki yüzde 23’e kıyasla temmuz 2010’da yüzde 39,2 olmasına rağmen hükümet tarafından desteklenen bir iş programı görünürde yoktur). Ayrıca, bu ırk meseleleri göçmenlik politikalarını yakından takip eder. Arizona’dan Georgia’ya kadar eyalet meclisleri, beyaz çoğunluğun hükümet yardım ve kaynaklarında yeni kişilerin hak iddia etmelerine giderek artan muhalefetinin yansıması olarak göç karşıtı katı kanunlar çıkarıyorlar.

Aynı halk öfkesi zorluklarla malul tüm toplumlarda görülür. Çok kültürlülükle ilgili olarak eskilere dayanan gelenekleri olan Avrupa ülkelerinde bile sağcı partiler yükselişte. Andres Behring Breivik tarafından temmuz ayında Norveç’te beyazların üstünlüğü adına yapılan cani saldırı sadece online forumlardaki sert ifadelerden değil hâkim yayın organlarından dolayı da mümkün oldu. Göçmenlere karşı kızgınlık, hoşgörüsüyle gururlanan Amsterdam’da bile aşikardır. Şehrin bir sakini geçenlerde New York Times muhabirine Flemenk olmayan komşularını şikayet etmişti: “O çalışmıyor. Ben çalışıyorum. Her yükü ben taşıyorum. Vergileri ben ödüyorum. Ben onlar için çalışıyorum.”

1960’ların isyanları mevcut iyimserlik ruhuna bir meydan okumayken bugün isyanlar kültürel kötümserliğimizin bir parçasıdır. Bizim zorluk devrimiz sadece düşük ekonomik büyüme ve yüksek işsizlik zamanı değildir, çoğu insanın kolayca gidecek bir yer bulamayacağı hissinde olduğu bir zamandır. Batı’da orta sınıf ve çalışan sınıf, doğru olmayan bir şekilde, globalleşen ekonomik düzenin onları geri bıraktığını hissediyor. Tom Friedman’ın da geçenlerde bildirdiği gibi, “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 50 yıldır, devlet başkanı, belediye başkanı, vali ya da üniversite rektörü olmak, olmamaktan daha fazla mana ifade eder, bunlar insanlara lütuf olarak görülürdü. Bugün bunlar, insanlardan bir şeyler götürüyor manasına geliyor.”

Bu zorluk devri sürdükçe Batı ekonomik ya da sosyal açıdan pek gelişme kaydedemeyecek. İyimserlik en kıt kaynak olarak kalacak. Ve bizim bol miktarda sahip olabileceğimiz tek şey, maalesef, geçen hafta Londra’da gördüğümüz türdeki şiddettir.

Kaynak: The New Republic

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas