Amerika'nın çöküşü efsanesi

Dünya güç dengesi değişiyor. Çin, Hindistan, Türkiye ve Brezilya gibi ülkelerin ismi çok çeşitli konularda ve daha sık duyuluyor. AB’nin en hırslı küresel projesi – karbon emisyonunu azaltma anlaşması -  çöktü ve AB’nin genişlemesi, borç krizinin üstesinden gelmek amacıyla içe döndüğünden dolayı çok yavaş ilerliyor. Japonya, Asya’daki ekonomik birinciliği Çin’e terk etti ve Çin’in sert ve yumuşak gücü arttığı için bölgede gitgide savunma durumuna geçiyor.

Uluslararası geveze sınıf bu değişiklikleri “Amerikan çöküşü” diye anıyor. Noktalar hemen birleştirilebilir görünüyor: Mali kriz, diyor üstatlar, Anglo-Sakson kapitalizminin başarısızlığını kapsamlı bir şekilde ispatlamıştır. Afganistan ve Irak savaşları Amerikan gücünü tüketti ve Amerika’nın Ortadoğu’da hareket kabiliyetini azalttı. Çin tarzı devlet kapitalizmi ise coştu. İddialı yeni güçleri buna ilave edin, Amerikan çöküşü tasvirini elde edersiniz.

Aslında bu yaşananlar mukadderdir ancak çok daha karmaşıktır. ABD çöküşte değil de yeniden dengelemenin ortasındadır. ABD’nin Soğuk Savaş sırasında inşa ettiği ittifaklar ve koalisyonlar, önünde bekleyen işleri halletmesine yetmeyecektir. Sonuç itibariyle de George W.Bush ve Barack Obama dönemlerinde Amerikan dış politikası yeni, bazen de zorlu ortalıklar inşa ediyor, önümüzdeki işler için aletleri yenileyip geliştiriyor.

1970’lerden itibaren günümüze kadar olan süreç, gelecekteki tarihçilerce Üçtaraflı Dönem olarak anılabilir. Amerikalılar 70’lerin başında Vietnam mağlubiyetine ve Bretton Woods döneminin sona erişine Avrupalı müttefiklerini ve Japonya’yı üçtaraflı bir sistemin kurulmasına davet ederek tepki verdiler. Komünist olmayan blok içerisindeki uluslararası ekonominin ezici bir çoğunluğunu Batı Avrupa, Japonya ve ABD teşkil ediyordu. Çeşitli meselelerde ortak çıkarların oluşması bu üçtaraflı güçlerin kilit konularda küresel gündemi belirlemelerine imkân tanıdı.

Kambiyo politikası, serbest ticaretin teşviki, gelişmekte olan dünyayı küresel finans sistemine entegre etmek, Varşova Paktı ekonomilerinin Batı dünyasına geçişine yardım etmek gibi çaba sarfedecekleri pek çok konu vardı.

Sistem ABD adına hassaten çok iyi çalıştı. Avrupa ve Japonya, Amerika’nın istediği türden bir dünya düzenine ortak bir bağlılık sergilediler ve dolayısıyla kilit politika sorularında daha işbirlikçi bir yaklaşım, uzun vadeli Amerikan amaçlarıyla örtüşen çabalar için zengin ve güçlü müttefiklerin gerekli desteğini sağladı.

Bugün çöküşte olan Amerikan gücü değil işte bu üçtaraflı sistemdir. Batı Avrupa ve Japonya 1970’lerde yükselen güçler olarak görülüyorlardı ve üçtaraflı ortaklığın zaman ilerledikçe daha da güçleneceği ve daha etkili olacağı varsayımı vardı. Bunun yerine başka şeyler oldu.

Japonya ve Avrupa hem demografik hem de ekonomik bakımdan durgunlaştı. Serbest ticaret rejimi ve küresel yatırım sistemi, büyümeyi Japonya’dan ziyade Asya’nın diğer taraflarında gerçekleştirdi.  Avrupa, eski Varşova Paktı uluslarını özümsemek için içe döndü ve işgücü piyasalarında, teşviklerde ve benzer alanlarda reformlar yapmak yerine avroyu benimsemek gibi mukadder bir sakarlık yaptı.

Sonuç, üçtaraflı ortaklık, ABD’nin liberal bir dünya sistemini besleyebileceği tek hatta belki başlıca ilişki olarak bile hizmet edemez artık. Türkiye gittikçe Avrupa’dan uzaklaşıyor ve Ortadoğu’da Avrupa’dan çok daha etkili bir güç olma yolunda ilerliyor. Çin ve Hindistan, ABD haricinde Afrika’daki en önemli aktör olarak Avrupalıların yerini almak için rekabet ediyor. Avrupa’nın (ABD’den sonra) Latin Amerika’daki en önemli ekonomik ve siyasi ortak olma niteliği gitgide Çin’e geçiyor.

Amerika halen lider bir oyuncudur ancak üçtaraflı değil de yedigen/yeditaraflı bir dünyada. Avrupa ve Japonya’ya ilave olarak Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye artık Washington’ın hızlı arama listesinde (Rusya, katılmalı  mı küsmeli mi emin değil; müzakereler devam ediyor).

Yeni ortaklıklar zorlu anlardan geçecek. Üçtaraflı ülkeler birbirleriyle nasıl çalışacaklarını ve birbirlerinin ihtiyaçlarına nasıl ayak uyduracaklarını yıllar içerisinde öğrenmişlerdi. Yedili (Septarchs) ortak bir yaklaşım geliştirmek durumunda.

Bu kolay değil ve başarı tam bir başarı olmayacak. Fakat Amerika’nın küresel gündemini başarıyla yürütmesi, yükselen dünya düzeninde bile çoklarının düşündüğünden daha başarılı olabilir. Serbest ticaret, serbest denizler, infazı mümkün sözleşme kuralları, dış yatırımın korunması gibi liberal bir dünya sistemini istemekte Washington hiç de tek değildir. II. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan vizyonu olarak başlayan şey 21. Yüzyılda varlık göstermeye ve destek cezbetmeye devam edecek ve de ABD geniş bir kurulun başkanı olmayı sürdürecektir.

Amerikan çöküşü hakkındaki laflara rağmen en sancılı değişimlerle karşı karşıya olanlar eski üçtaraflı ortaklardır. Japonya, ABD’nin desteğiyle bir zamanlar arkabahçesi olarak gördüğü bir bölgede rahatsız edici bir rakibin, Çin’in, varlığıyla yaşamak zorunda. Avrupa’ya gelince, bir zamanlar küresel emperyal güç olan ülkeler epeydir attıkları imparatorluktan geri çekilme/ricat adımlarına bir yenisini daha eklemeyi kabul etmek zorundalar.

Amerikan dış politikasına gelince, eskileri unutmadan veya ihmal etmeden, yeni ortaklarımızla derin stratejik sohbetlere girmemiz kilit önemdedir. ABD, benzer bir ilişki ve kurumsal bağlar ağı inşa etmelidir tıpkı savaş sonrasında Avrupa ve Japonya’da inşa edip üçtaraflı yıllarda derinleştirdiğimiz gibi. Biz yeni yüzyılda ortak bir refah vizyonunu tasarlayıp geliştirirken düşünce kuruluşları, uzmanlar, öğrenciler, sanatkarlar, bankacılar, diplomatlar ve subaylar da bu ülkelerin her birindeki muadilleriyle temas kurmalıdır.

Amerika’nın dünya vizyonu güçlü değil çünkü o Amerikan. O vizyon güçlü çünkü tüm kusurlarına ve  sınırlarına rağmen, ileriye giden en iyi yol. Üçtaraflı sistem üyesi ülkeler bir nesil önce bu vizyonu teşvikte ABD’ye bu yüzden katılmışlardı ve dünyanın yükselen güçleri bugün bu davada yine bu yüzden birleşeceklerdir. 

Kaynak: Wall Street Journal

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı