Amerikan markası acilen onarılmalı

 

Amerikan markasının tanımlayıcı unsurları olan kapitalizm ve demokrasi ciddi hasar gördü. Reagan'dan kalma kapitalizm anlayışı finans krizine yol açarken, demokrasi söylemi zaten Irak savaşıyla değerini yitirmişti. Çin ve Rusya bugün Amerika'ya kıyasla daha çekici görünüyor

Amerika'nın yatırım bankalarının patlaması... 1 trilyon dolardan fazla bir paranın bir günde borsada kaybolup gitmesi. Amerikalı vergi mükellefleri için 700 milyar dolarlık bir hesap. Wall Street yıkımının boyutu herhalde daha büyük olamazdı. Bununla birlikte, Amerikalılar ekonomiyi çöküşten kurtarmak için neden 700 milyar dolar kadar bunaltıcı bir miktar ödemeleri gerektiğini sorgularken, ABD için potansiyel olarak çok daha büyük bir bedeli, yani finansal erimenin Amerika'nın 'markası' üzerinde yarattığı hasarı pek az kişi tartışıyor.
Fikirler bizim en önemli ihracatımız ve Reagan'ın başkan seçildiği 1980'lerden bu yana, esasen Amerikan olan iki fikir küresel düşünceye hâkimdi. İlki, düşük vergilerin, az miktarda piyasa düzenlemesinin ve hükümet yetkilerinin budanmasının büyümenin motoru olacağını savunan belirli bir kapitalizm vizyonuydu.

Bütçe açığı sürdürülebilir değildir
İkinci büyük fikirse, dünyada liberal demokrasiyi teşvik eden bir Amerika'ydı; liberal demokrasi daha müreffeh ve açık bir uluslararası sisteme doğru en iyi yol olarak görülüyordu. Amerika'nın gücü ve etkisi sadece tanklarımıza ve dolarlarımıza değil, insanların çoğunun Amerikan tarzı kendi kendini yönetmeyi çekici bulmasına ve toplumlarını bizim 'yumuşak gücümüzle' aynı çizgi etrafında şekillendirmeyi istemesine de dayanıyordu.
Amerikan markasının bu iki unsurunun ne kadar itibar kaybettiğini kavramak zor. Dünya 2002-2007 arasında görülmemiş bir büyümenin tadını çıkarırken, Amerikan ekonomik modelini 'kovboy kapitalizmi' diye kınayan Avrupalı sosyalistleri ve Latin Amerikalı popülistleri göz ardı etmek kolaydı. Fakat büyümenin motoru olan Amerikan ekonomisi dünyayı da kendisiyle birlikte batırma tehdidi yöneltecek şekilde rayından çıktı: 'Daha az hükümet' mantrası çerçevesinde, Washington finans sektörünü yeterli derecede düzenlemeyi başaramadı ve sektörün toplumun geri kalanını muazzam bir zarara maruz bırakmasına izin verdi.
Demokrasi daha önce lekelendi.
Saddam'ın kitle imha silahı olmadığı kanıtlandığında, Bush savaşı bir 'özgürlük gündemi'yle ilişkilendirerek meşrulaştırmaya çalıştı; demokrasi yaymak terörle savaşta önemli bir silaha dönüşüverdi. Demokrasi söylemi dünyada pek çok insana, ABD hâkimiyetini genişletmek için bahahesi gibi görünüyor.
Şu an karşımızdaki tercih kurtarma operasyonunun veya başkanlık kampanyasının ötesinde. Amerikan markası, Çin ve Rusya gibi modeller giderek daha çekici görünürken feci biçimde sınanıyor. Markamızın çekiciliğini canlandırmak pek çok açıdan finans sektörüne istikrar getirmek kadar zorlu. Ve neyin yanlış gittiğini anlamadıkça, bu işe başlayamayız.
Birçok yorumcu Wall Street erimesinin Reagan döneminin sonuna işaret ettiğini söyledi. Haklılar. Büyük fikirler konjonktüreldir. Pek azı bağlam değiştiğinde hayatta kalır. Reagan-Thatcher devrimi o dönem için doğruydu. Roosevelt'in 1930'lardaki Yeni Düzen'inden beri hükümetler giderek büyüdü. 1970'lere gelindiğinde büyük refah devletleri ve ekonomileri işlevsiz hale gelmişti. Telefonlar pahalıydı, uçakla yolculuk lükstü ve çoğu insan tasarruflarını düşük ve düzenlenen faizler veren bankalara yatırıyordu. Reagan devrimi işçileri işe almayı ve kovmayı kolaylaştırırken büyük acı da yarattı; geleneksel endüstriler daraldı veya kapandı. Fakat devrim 30 yıllık büyümeyle, bilişim teknolojisi ve biyoteknoloji gibi yeni sektörlerin ortaya çıkışının temellerini attı.
Ancak her dönüştürücü hareket gibi, Reagan devrimi de rayından çıktı çünkü pek çok taraftarı için refah devletinin fazlalıklarına verilen pragmatik yanıttan ziyade itham edilemez bir ideolojiye dönüştü. İki kavram dokunulmaz sayıldı: Vergi kesintilerinin kendi kendisini finanse edeceği ve finans piyasalarının kendi kendilerini düzenleyeceği.
1980'lerden önce, muhafazakârlar vergi yoluyla kazandıklarından fazlasını harcamaya isteksizdi. Fakat 'Reaganomics' (Reagan ekonomisi) şu fikri ortaya attı: Neredeyse her vergi kesintisi büyümeyi öylesine kamçılar ki, hükümet geliri artar. Gerçekte geleneksel bakış doğruydu: Harcamayı azaltmadan vergi kesintisine giderseniz, zarar verici bir bütçe açığıyla son bulursunuz - Reagan'ın kesintileri büyük bir bütçe açığı üretti; Clinton'ın vergi artırımlarıysa bütçe fazlası yarattı. Ekonominin Clinton yıllarında aynı hızda büyüdüğü gerçeği, muhafazakârların vergi kesintisine olan inancını sarsmadı.
Daha da önemlisi, küreselleşme bu mantığın kusurlarını birkaç on yıl boyunca gizledi. Yabancılar sonsuza dek Amerikan dolarlarını ellerinde tutacak gibi görünüyordu; bu da hükümete bütçe açığını sürdürme ve büyüme imkânı verdi.
İkinci inanç unsuru -yani finans piyasalarının düzenlenmemesi- gerçek inananlar ve Wall Street arasındaki kötücül bir ittifak tarafından kabul ettirildi. Bu durum, teminatlandırılmış borç yükümlülükleri gibi bugünkü krizin merkezinde bulunan bir dizi yenilikçi ürün yarattı.
Finans kurumları güvene dayanır; güvense, hükümetler şeffaflık ve başkalarının parasıyla alınan riskin altından kalkabilecekleri yönünde teminat verirse oluşur. Bu sektörün farklı olmasının bir nedeni de şu: Bir finans kurumunun çökmesi hissedarların ve çalışanların yanı sıra bir dizi masum izleyiciye de zarar veriyor.
Reagan devriminin amaçsızca sürüklendiğine yönelik işaretler, son 10 yılda açıktı. 1997-1998'deki Asya krizi erken bir uyarıydı. Tayland ve Güney Kore sermaye piyasalarını liberalleştirirken, akmaya başlayan sıcak para spekülatif bir baloncuk yarattı ve ilk sorun belirtisinde hızla çekildi. Çin ve bir dizi başka ülke, kendi para birimlerinin değerini kasıtlı olarak düşürme stratejileri çerçevesinde dolar almaya başladı. Bu 11 Eylül sonrası Amerika için gayet uygundu; zira vergi kesintisine gidebilmesi, tüketimi finanse edebilmesi, iki pahalı savaş için para bulması ve bütçe açığını sürdürebilmesi anlamına geliyordu. Fakat büyüyen açık -2007'de gelindiğinde yılda 700 milyar dolar- sürdürülebilir değildi; yabancılar er ya da geç ABD'nin paraları için o kadar da iyi bir yer olmadığına karar verecekti.

İbre Demokratlara işaret ediyor
Tüm bunlar Reagan döneminin bir süre önce son bulmuş olması gerektiği anlamına geliyor. Bunun gerçekleşmemesinin bir sebebi Demokratların ikna edici olamamasıydı; bir diğeri de, ABD'de daha az eğitimli, işçi sınıfı mensubu vatandaşların sola veya sağa kayabilmesi. Bu seçmen grubu gelecek ay karar verecek.
Çıkarlarını daha doğru biçimde yansıtan, fakat kendilerine daha uzak olan Harvard mezunu Obama'ya doğru mu kayacaklar? Yoksa McCain ve Palin gibi kendilerini daha rahat özdeşleştirdikleri insanlara mı? Demokratların iktidara gelmesi Büyük Buhran'ı gerektirmişti. 2008'de bir kez daha aynı noktaya ulaşmış olabiliriz.
Amerikan markasının diğer kritik unsuru demokrasi ve diğer demokrasileri destekleme isteği. Bu idealist dış politika çizgisi Wilson'dan Roosevelt ve Reagan'a dek sabit kaldı. Sorun şu ki, Bush demokrasiyi Irak savaşını meşrulaştırmak için kullanarak, pek çoklarına 'demokrasi'nin askeri müdahale ve rejim değişikliği için bir şifre olduğunu düşündürdü. Amerikan modeli, yönetimin işkence kullanımı tarafından da ciddi biçimde lekelendi. Ortadoğu herhangi bir yönetim için mayınlı bölge; ABD Suudiler gibi demokratik olmayan müttefikleri destekliyor ve seçimle iktidara gelen Hamas ve Hizbullah gibi gruplarla çalışmayı reddediyor.

Özgürlük Anıtı yerine Ebu Garib
Amerikalılar 11 Eylül'den sonra güvenlik pahasına anayasal korumalardan vazgeçmeye üzücü biçimde hazır olduklarını gösterdi. Guantanamo ve Ebu Garib'deki esir, pek çok Amerikalı olmayan insanın gözünde Amerika'nın sembolleri olarak Özgürlük Anıtı'nın yerini aldılar.
Başkanlığı kim kazanırsa kazansın, Amerikan ve dünya politikalarında yeni bir döngü başlayacak. Hangi aday Amerika'yı yeniden markalaştırmak açısından daha iyi konumda? Obama yakın geçmişten kalma daha az yük taşıyor; McCain'se partisini Reagan sonrası döneme sokabilecek tek Cumhuriyetçi olabilir. Fakat insan, McCain'in ne tür bir Cumhuriyetçi olduğuna ve yeni ABD'yi hangi prensiplerin tanımlaması gerektiğine dair kararını henüz veremediği hissine kapılıyor.
Amerikan nüfuzu yeniden tesis edilebilir ve bu olacaktır da. Bununla birlikte, bir geri dönüş için temel değişiklikler gerekiyor. ABD Reagan döneminin deli gömleğinden sıyrılmalı. Vergi kesintileri iyi hissettiriyor ama her zaman büyümeyi tetiklemiyor; Amerikalılara kendi paralarını ödemeleri gerekeceği dürüstçe söylenmeli.
ABD en büyük değişimi siyasetinde gerçekleştirmeli. Reagan devrimi 50 yıllık Demokrat hâkimiyetini kırıp dönemin sorunlarına yönelik farklı yaklaşımlara alan açmıştı. Fakat bir zamanların taze fikirleri dogmaya dönüştü. ABD modelinin nihai sınavı, kendini yeniden icat etme kapasitesiyle ilgili. Amerikan demokrasisinin önünde zorlu bir iş var.

 

Kaynak: Radikal