Amerikan Emperyalizmi'nin Söylem Değişikliği

 

Barack Obama'nın Kahire konuşması, Bush rejiminin İslamofobik söyleminden vazgeçildiğinin işaretidir; yoksa Amerikan imparatorluğunun uzun dönemli hedeflerinden değil.

Tahmin edileceği üzere, Kahire konuşması sağ kanadın histerik eleştirilerine hedef oldu. Sean Hannity, Obama'nın "11 Eylül sempatizanlarının kendilerini dünya sahnesinde ifade etmeleri" anlamına geldiğini söylerken Charles Krauthammer, özürcü bir tonla alay etmeyi tercih etti. Senatör James Inhofe'ya göre "gayri-Amerikan" bir konuşmaydı. Bill O'Reilly konuşmayı "büyük bir başarı" olarak niteledi; David Horowitz ise muhafazakarların bu hususta Obama'yı desteklemeleri gerektiğini söyledi.

Muhafazakârlara hâkim bu şizofreni nasıl açıklanabilir?
Obama'nın Kahire konuşması, Amerikan emperyalizminin söyleminde mutlak bir değişimin habercisidir. Bush rejiminin kin dolu İslamofobik söyleminin başarısızlığını kabul etmek ve ABD'nin İslam ülkelerindeki imajını tamir sürecine girişmenin gerekli olduğu anlamına gelir.
Konuşma söylemsel değişimin alâmetiydi ancak Amerikan dış politikasına yeni bir yol haritası çizmedi. Bunun yerine, Barack Obama üzerinden ustaca saklanmış liberal emperyalizmin yeniden ortaya çıkışının sinyallerini verdi.
Muhafazkâr bazı kesimler bu değişimin gerekliliğini tanıyor. 9/11 olayları, dış politika vizyonlarının zincilerini çözmeleri için muhafazakârlara bir mazaret sunmuştu. Bu eşsiz fırsatı kullanarak Ortadoğu'yu yeniden şekillendirecekleri ve Amerikan barışını (Pax Amerikana) tesis edecekleri programı uygulamaya giriştiler. I.Bush'un ve Clinton yönetimlerinin teveccüh etmediği "Medeniyetler çatışması" benzeri tezler hâkim fikirler hâline geldi.
Bu fikirler her kesimi etkisi altına aldı öyle ki sol kanattan bazıları bile müslüman milletlerin geriliğe battığını, bu milletlerin ve batıdaki müslüman cemaatlerin aydınlanmış Batı tarafından modernize edilmesi fikrini kabul ettiler (örneğin Irak'a demokrasi götürülmesi, laiklik bahanesiyle tesettürün yasaklanması savları). Savaş karşıtı hareket içerisinde ırkçılık karşıtı ilkeli bir duruşun yokluğu, Arapların ve müslümanların başına ciddi işler açtı.
Obama'nın konuşmasını değerlendirirken İslamofobik söylemden uzaklaşıldığını söylememiz bu yüzden önemlidir.
Medeniyetler çatışması tezini reddeden Obama, Doğu-Batı arasında paylaşılan müşterek tarih ve özlemlerden bahsetti."Çatışma" söylemi, Batı'yı ve İslam dünyasını, birbirlerini karşılıklı olarak dışlayan zıt kutuplar olarak görür; Obama ise "müşterek ilkeler" olduğundan söz etti. "Uygarlığın" İslama olan borcunu dile getirdi zira "Avrupa rönesansına ve aydınlanmaya giden yolun taşlarını döşemişti." Bilim, tıp, denizcilik, mimari, hat sanatı ve müzik gibi alanlarda müslümanların katkılarını kabul etti.
Obama, 11 Eylül'den sonra sıkça dile getirilen efsâneleri ele aldı. İslam'ın şiddet yanlısı bir din olduğu iddiasını karşılık olarak İslam tarihindeki hoşgörü geleneğini andı. Kuran'dan ayetler okuyarak İslam'ın masum insanlara karşı şiddeti onaylamadığını gösterdi ve Hıristiyan-engizisyon döneminde İspanya'daki müslümanların sergilediği hoşgörüye işaret etti.
Endonezya, Bangladeş, Türkiye ve Pakistan gibi müslüman ülkelerde kadınların liderlik makamlarına geldiğini, kadın hakları mücadelesinin Amerikan hayatının çeşitli yönlerinde halen sürdüğünü belirtti. Kadın haklarını yalnızca batının tanıdığı fikrini bir kenara koymuş oldu böylece.
Başörtüsü kullanan kadının daha az eşit olduğu fikrini reddetti ve başörtüsünün, kadının bir seçimi olması gerektiğini söyledi. Batılı ulusların kadının ne giyineceğine karar verme çabalarına karşı çıktı ve "herhangi bir dine karşı husumeti liberalizm kisvesinde saklayamayız" dedi.
Obama, ABD'nin çifte standartlarını zarifçe kabul etti İşkenceyi yasallaştırarak "ideallerine" aykırı hareket ettiğini söyledi. Kimin nükleer silahlara sahip olabileceğine bir ulusun karar veremeyeceğini kaydederek Amerika'nın İran nükleer programına muhalefetine ve fakat İsrail'in nükleer cephaneliğine ses çıkarmamasına atıf yapmış oldu.
İran Başbakanı Musaddık'ın 1953'de devrilmesinde ABD'nin oynadığı rolü kabul etti, sömürgeciliğin ve Soğuk Savaşın, dünyanın diğer kesimlerindeki özlemleri engellediğini belirtti. Filistinlileri mahrum bırakılmış bir halk olarak tanımladı ve İsrail yanlısı politikaları değiştirme sinyali verdi.
Bush rejiminin ırkçı ve İslamofobik söylemini hedef alması yönünden önemli olmasına rağmen Obama'nın Ortadoğu ve Güney Asya politikası, önceki yönetimlerin politikalarından bir kopuş işareti taşımıyor. Küçük bazı farklılıklarla Bush yönetimi politikalarından ayrılıyorsa da ABD'nin bölgeye yönelik emperyal amaçlarının çerçevesi içinde kalıyor.
Demokrat ve Cumhuriyetçi başkanların politikalarıyla tutarlı bir şekilde Obama da Iran'ın Amerikan hâkimiyetinden bağımsız olmasını, bölgedeki Amerikan hâkimiyetine direnmesini bir problem olarak görmektedir. İşgal altındaki topraklarda yerleşim inşasını durdurma çağrısını yaparken diğer yandan da 1990'larda Amerikan siyasi çevresinde ortaya atılan dişsiz iki devletli çözümün taraftarlığını yapıyor ve Batı Şeria'daki İsrail yerleşimlerinin kaldırılması hakkında hiçbir şey söylemiyor.
Obama, Amerikan muharip güçlerinin Irak'tan çekilmesini isterken denetimi elde tutmak için bu ülkede 50.000 asker bırakıyor. Afganistan ve Pakistan'a gelince, AfPak stratejisiyle Amerikan askerlerinin sayısını artırdı ve Pakistan'da büyük bir mülteci sorunu yarattı. Tüm bunlar petrol ve doğal gaz çıkarları ve jeopolitik amaçları uğruna.
Obama'nın Kahire konuşması, Amerikan emperyal hedeflerinin liberal ifadelerle yeniden paketlenmesidir. Bush döneminin gözden düşmüş kovboy diplomasisinin külleri üzerinde yeni bir söylem geliştiriyor sadece.
Kahire konuşmasının David Horowitz gibi sağcı şahinlerden övgü almasının sebebi de bu. Horowitz, "Muhafazakâr dostlar kabul etmeli: Obama büyük bir konuşma yaptı" başlıklı makalesinde Obama'nın konuşmasının desteği hakettiğini çünkü Amerika'nın İsrail'e dönük politikalarını, Irak ve Afganistan savaşlarını savunduğunu söyledi. Cumhuriyetçi Senatör Richard Lugar, benzer şekilde davranarak Cumhuriyetçilerin eleştirilerini ciddiye almadı ve konuşmayı "dikkate şâyan başarı" olarak niteledi. Ortadoğu barış sürecine değinen Lugar, Obama'nın, sağ kanadın bazı yaklaşımlarına söylemde dokundurduğunu ama somut çok az etkisi olacağını belirtti.
Horowitz ve Lugar, söylemsel değişikliği faydalı görmede yalnız değiller. Genelde dünya'da özelde ise İslam dünyasında bozulan Amerikan imajını düzeltmek için siyasi seçkinlerinden bir kısmı yeni yaklaşım peşindeydiler.
Ocak 2007'de eski Dışişleri Bakanı Madeline Albright, eski Dışişleri Bakan yardımcısı Richard Armitage bu yönde çaba sarfetmişlerdi. Grup "Changing Course: A New Direction for U.S. Relations with the Muslim World" başlıklı bir çalışma yayınlamışlardı; Lugar, Howard, Berman, Leon Panetta, emekli General Anthony Zinni ve diğerleri bu çalışmayı hayli övmüşlerdi.
"Changing Course" başlıklı çalışmanın ilk sayfalarında İslam ülkelerinde Amerika'ya duyulan güvensizliğe dikkat çekiliyor ve bunun medeniyetler çatışmasının bir ürünü olmadığını belirtiliyor, şiddet yanlısı aşırıları mağlub etmek için kuvvetin gerekli olduğu ancak yeterli gelmeyeceği, Amerika'nın "diplomatik, siyasi, iktisâdi ve kültürel inisiyatifler" başlatmasının da gerekli olduğu savunuluyordu. "Amerikalılar ve müslümanlar arasında karşılıklı saygı ve anlayışın" geliştirilmesi için Amerikan liderliğine ihtiyaç olduğunu dile getiren rapor, iyi yönetimin ve yurttaş katılımının teşvik edilmesini, iş alanları oluşturmaya yardım edilmesini öneriyordu. Bu eylem çağrısı bir sonraki başkanın, başkanlık töreni konuşmasında, İslam dünyasıyla ilişkileri iyileştirmeye değinmesinin ve her türlü işkencenin yasaklanması yönünde Amerikan kararlılığını tekrar teyid etmesinin çok önemli olduğunu belirtmişti. Obama, bu ve diğer önerileri yerine getirdi. Kahire konuşması bu raporun konularını yansıtmıştır.

Ne ki "daha iyi anlamak" ve "karşılıklı saygı" gibi liberal cilalar, Amerikan dış politikasının seyrini değiştirmeyi amaçlamıyor. Aksine, bu hedeflere ulaşmak için daha incelikli ve diplomatik araçlara başvurmaya zorluyor.
Amerika'nın İran'la yakınlaşmasını önerirken İran'ın nükleer silahsızlanma kurallarına uymasını da istiyor; İsrail-Filistin meselesinde iki devletli çözümün kapısını çalıyor; Irak'ta siyasi mutabakatı teşvik ediyor ve Amerika'nın uzun vadeli hedeflerini belirliyor; Afganistan ve Pakistan'da aşırılıkların yükselişini durdurmak için uluslararası seferberliği tazeliyor. Kısacası, Amerika'nın emperyal hedeflerini teşvik ediyor ve bunu yaparken Bush rejiminin tek taraflı ve kibirli yöntemini öncelemiyor.
Obama'nın Kahire konuşmasının İslam dünyasında gevşek bir tavırla karşılanmasında şaşılacak bir şey yok. Bazıları Obama'nın iyi niyet ve saygı sergilemesini hoşnutlukla karşıladı ki anlaşılır bir şeydir, diğer pek çokları şüphelerini dile getirdiler ve Obama'nın, sözlerini fiilleriyle desteklemesini istediler. Pek çok gazete başyazısında dile getirilen hissiyat – ve sıradan insanların hissiyatı – Obama'nın Amerikan dış politikasının seyrini değiştirmesi yönünde. İşte bu Obama'nın en büyük sorunu olacaktır.
Amerika'nın İslam ülkelerindeki propaganda tarihine bakınca şaşırtıcı gelmemelidir bu; sağlıklı bir şüpheciliktir. Sovyetler Birliğinin nüfuzunu dengelemek ve Amerika'yı olumlu bir imajla sunmak için posterler, radyo programları, kitaplar, broşürler, okul müfredatlarına müdahale etmek vb çeşitli araçlarla yoğun propaganda stratejisi izlenmişti.
Örneğin İran'da dağıtılan kısa hikayelerden birinde iki erkek çoğu vardı. Biri çok çalışan, üretken, gayretliydi; diğeri ise komünizmi seçmişti. Komünizmi seçen çocuk, sokak gösterileri sırasında hayatını kaybetmiş diğeri ise başarılı bir hayat sürmüştü. Daha komik bir diğeri, Sovyetler Birliğini kuyruğunda orak-çekiç olan, açgözlü kızıl domuz olarak tasvir eden posterlerdi ve bunları Irak'taki USIS dağıtmıştı.
Amerika'nın Soğuk Savaş propagandası Amerika'nın Hıristiyan ve dini kökenlerine vurgu yapmıştı; SSCB'nin ise Allahsız ateizmine. Irak'taki Amerikan büyükelçiliğinin dağıttığı posterlerde Washington D.C'deki İslami merkezlerin fotoğrafları da olurdu ve Amerika'yı dışlayıcı olmayan hoşgörülü bir ulus olarak tasvir ederdi. Amerika'nın her şehrinde câmi var diyen Obama, işte bu denenmiş stratejileri kullanıyor.
Ortadoğu'da yürütülen Soğuk Savaş stratejilerinin kilit teması, ABD'yi diğer uluslara özgürlük ve demokrasinin feneri, barışı seven, SSCB'ye karşı ortak cephede İslam dostu bir ulus olarak tasvir ederdi. Amerika'nın demokratik seçimle iş başına gelmiş hükümetleri devirmesi ise başka bir hikaye anlatır bize.
Amerika'da yaşayan bizler emperyal söyleme karşı benzer bir şüphecilik geliştirmeliyiz. Liberal emperyalizmin uzun bir geçmişi var ABD'de. Siyasi seçkinler, İspanyol-Amerikan savaşından başlayarak, çeşitli ülkelere yapılan Amerikan müdahalelerinin insâni amaçları olduğunu savunup durdular.
Amerika, Kübalıları İspanyollardan özgürleştirme iddiası güttü ancak İspanyolların tahtına oturmaktan başka bir şey yapmadı.Woodrow Wilson, self determinasyon müdafii kesildi ve bunu ondört maddelik programında kullanarak Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarının parçalanması için uyguladı.
Franklin D. Roosevelt II.Dünya Savaşı sırasunda demokrasi müdafii kesildi ancak Afrika kökenli Amerikalıların oy kullanma hakları bile yoktu. John F.Kennedy ekonomilerini geliştirsinler ve demokrasi yeşersin diye üçüncü dünya ülkelerine yardım iddiasıyla Peace Corps'u kurdu. Ancak Vietnama daha fazla sayıda asker gönderdi ve "Domuzlar Körfezi Çıkarmasıyla" Castro'yu devirmeye teşebbüs etti.
Kısaca, Amerika, gerçek hedeflerini her daim başka kılıflar altında, kulağa hoş gelen ifade ve gâyelerin altında sakladı. Obama'nın konuşması, Bush rejiminin nefret dolu İslamofobik söyleminden sakınsa da ayrımcılığın, tâcizin, işkencenin, savaş ve işgalin sürüp giden yüzüne muhatap gerçek müslümanlar ve Araplar için pek bir şey sunmuyor.
Bu problemlerle ilgili olarak, yeniden canlandırılmış bir savaş karşıtı hareket, Obama'nın söylemlerini, Arapların ve müslümanların haklarını savunan bir mücadele inşasında kullanmalı ve Obama'yı söylediklerinden mesul tutmalıdır.
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı