ABD'deki seçimler, hem kampanya dönemi hem de sonuçları bakımından çok yönlü tartışmaları beraberinde getirdi. Başkan adayları, seçim kampanyaları sırasında farklı yöntemler kullandı, epeyce para harcadı ve iki kez öncelikli konularında değişiklik yapmak zorunda kaldı.
Genç, iyi yetişmiş ve zamanında ezilmiş bir sınıfın temsilcisi gibi görünen Obama bir yanda yer aldı; yaşlı, deneyimli ve ayrıcalıklı sınıfın temsilcisi olan McCain diğer yanda. Biri, değişimin toplumsal talepler doğrultusunda gerçekleşmesi üzerinde durdu, diğeri değişimin stratejiler geliştirilmesi anlamına geldiğini anlattı. Obama'nın ailesi ve geçmişi didiklenirken McCain'in yaşı ve kendine seçtiği yardımcısı konu edildi. Biri, kampanya için gerekli olan parayı bulmak için ev ev gezdi, insanlarla yüz yüze görüştü ve küçük bağışlarla çok kişiye ulaşmayı seçti, diğeri yüksek meblağlar ödeyebilecek kişilere ve devlete başvurdu.
Başlangıçta dış politika, Irak sorunu, İran karşısındaki tutum ve Afganistan konularındaki tutumların kampanyalarda öne çıkacağı düşünüldü, öyle de oldu. Bu dönem McCain'in engin deneyimlerini aktarma imkânı bulduğu dönemdi. Bush ve ekibinden farklı da olsa ABD'nin en azından bazı bölgelerde sert politikalarını sürdürmesi gereğini savundu. Bu politikanın ABD gücünün gereği olduğu ve güvenli bir Amerika için dünyadaki bazı oyuncuların dize getirilmesinden vazgeçilemeyeceği dile getirildi. Bu dönemde Obama'nın kısmen kararsızlıklar yaşadığına tanık olundu. Ancak bu tartışmalar sürerken "küresel mali kriz" seçim sürecine damgasını vurdu ve Obama topluma inmiş olmanın yararlarını kampanyasında kullanma imkânı buldu.
Demokrat başkanın hem ABD hem de dünya açısından bazı ilklere damga vurduğu açık. Teninin rengi bir yana, Kenya kökenli oluşu, ismindeki Hüseyin'in ifade ettiği değerler sistemi ABD toplumunun kabul etmeyeceğinin düşünüldüğü konuları ifade ediyordu. Bununla birlikte sonuçlara bakıldığında ten rengi bir değişken olduysa da, toplumun daha farklı kaygılarla oy kullandığı ortaya çıktı. Üstelik Cumhuriyetçilerle ilgili olarak Bush döneminde yaratılmış hasarların da Demokrat bir başkan seçiminde etkisi olduğu yadsınamaz. Bush yönetimi, belirli bir gelir, inanç ve siyaset grubu içinden çıkmadan kararlar alan, güvenlik konusunu özgürlüklerin önüne yerleştiren, önleyici müdahale başlığı altında dünyanın birçok yerine askerî müdahalelerde bulunmaktan çekinmeyen bir ABD yaratmıştı. Uygulanan sert politikalar, bir yandan ABD'yi en güvenilmeyen ülke haline getirmiş ve hatta müttefiklerle bile arasının bozulmasına yol açmış, hem de faaliyet alanının daralmasına neden olmuştu. Diğer bir ifadeyle İran'ı ya da Rusya'yı çevreleyeyim derken, kendisinin çevrelenmesine yol açmıştı. Üstelik ekonomik krizin de sorumlusu olmuşlardı.
Söz konusu durum, hem ABD içinde hem de ABD'ye karşı yaygın bir değişim baskısı yarattı. Değişim talepleri işbirliği, geniş katılım, tek taraflılıktan uzaklaşma ve başkalarına rağmen zengin olmama gibi konuları kapsadı. Bu nedenle Obama, uluslararası anketlerde ABD vatandaşlarının verdiklerinden daha fazla oy aldı, bu nedenle Obama gençlerden, siyahilerden, İspaniklerden ve kadınlardan oy topladı.
Obama'nın tercihleri
Sonuçların açıklanmasından sonra yaptığı teşekkür konuşması, Obama'nın bundan sonraki ilkelerini göstermesi bakımından son derece önemli ipuçları barındırıyor. ABD'nin 44. başkanı, öncelikle yönetimin bir ekip işi olduğuna ve farklı görüşlerdeki kişilerle hatta muhalefetle birlikte çalışmanın önemine vurgu yaptı. Doğrusu bu konuda Cumhuriyetçi adayın tutumu da aynı yöndeydi ve vatandaşların yararı söz konusu olduğunda, artık seçim de geride kaldığında bilgi ve deneyimlerin paylaşılmasının zamanının geldiği dile getirildi. Bir diğer ve önemli açıklama, demokrasiye yapılan vurguydu. Seçmenlerin, hem yüksek katılım oranıyla hem de bir siyahiyi seçerek ABD demokrasisini yaşatmak istediği üzerinde duran Obama, "çocuklara devredilecek demokrasi"den bahsetti. Ayrıca, uluslararası alanda güven tazelenecekse, işbirliği geliştirilecekse, kalkınma ve demokratikleşme programları desteklenecekse, önce ABD'nin kendi demokrasisini gözden geçirmesi gerektiği dile getirildi. Bu çerçevede ABD gücünün askerî üstünlükle açıklanamayacağı, kendi ve dünya vatandaşlarının taleplerini karşılama kapasitesiyle ölçülebileceği söylendi.
Kulağa son derece hoş gelen bu açıklamaların hem ABD hem de dünya genelinde karşılığını bulmasını ummak gerek. Zira zeytin dalı uzatılınca, bunun kabul edilmesi de gerekir, dolayısıyla işbirliği, uzlaşı ve barış tek taraflı bir eylem değildir.
ABD'nin yeni başkanı, vaatlerini gerçekleştirebilir mi, bunu zaman içinde görmek mümkün. Bununla birlikte alınacak dersler olduğu ileri sürülebilir.
Obama, değişim taleplerinin sonucu olarak başkanlık koltuğunu devralırken, değişimden kastedilenin farklılaşan dünya koşullarına uyum sağlama olarak algılanması mümkün. Diğer bir ifadeyle belki de değişen dünya olduğu için ABD değişmek zorunda kalmıştır.
Küresel değişim, toplumsal, etnik ve dinsel farklılıklar ya da temalar üzerinden yapılan politikaların makbul olmadığı bir yana doğru evriliyor. Siyaset ve yönetim, farklılıkları bir arada yaşatılabilme kapasitesiyle ölçülüyor. Vatandaşlarının taleplerini karşılayabilen devlet, saygın devletler listesine giriyor. Komşularıyla, müttefikleriyle geçinmeyi başaran ülke, barışçıl olarak kabul ediliyor. Bu anlayışların yeni rejim düzenlemelerini hatta sınırları da değiştirebilecek gelişmelere gebe olduğu hatırlatılmalı. Ortaya çıkacak her değişimi barışçıl araçlarla karşılamayı becerenlerin, bir sonraki aşamaya daha az zararla geçeceği düşünülebilir.
Türkiye ile ilişkiler
Obama döneminin, ABD-Türkiye ilişkilerine olası etkilerinin de yukarıdaki çerçeveden görülmesi mümkün. Bush politikalarını az hasarla göğüsleyebilen Türkiye'nin bundan sonra işi daha zor olmaz gibi gözüküyor. Bununla birlikte, Türkiye'de de bazı değişimlere gidilmesine gerek duyulabilir. Dış ilişkilerde arabulucu olabilen, yeni barışçı girişimler başlatan Türkiye'nin kredisinin iç politikadaki demokratik uygulamalara bağlanacağı söylenebilir. Ancak siyasal istikrarı güven verici olan bir Türkiye'nin yakın coğrafyası yeniden yapılanırken rol oynaması mümkün olabilir. ABD'den gelecek "iç istikrar ve demokrasi" talebinin, esasen AB yolundaki Türkiye için son derece önemli bir şansa işaret ettiği söylenebilir. Kısacası, iyi değerlendirilmesi gereken bir süreç olarak görülecek dört yıl söz konusu. Bu dönemin, ABD başkanının soykırım meselesini gündeme getirmemesini sağlama üzerinden görülecek dış politikaya indirgenmesi yazık olur.
ABD'deki değişim talebi, küresel bir zorunluluğun ifadesiyse, Türkiye'nin de değişimin dışında kalması düşünülemez. Dolayısıyla, iç ve dış siyasetin çerçevesinin yeniden belirlenmesi, kullanılan araçların değiştirilmesi ve önceliklerin yeniden değerlendirilmesi gerekecek. Zira ancak bunlar yapılırsa Türk-Amerikan ilişkilerinde Obama'nın öngördüğü türden bir karşılıklılık ve çok taraflılık söz konusu olabilir ve Türkiye, sürekli içinde bulunduğu edilgenlik algısından kurtulabilir.
Kaynak: Zaman