Suriye’nin kimyasal silah stoklarının imhasıyla ilgili uluslararası anlaşma, diplomasiyi yeniden Amerikan dış politikasının merkezine yerleştirdi. Ama Suriye’de Amerika’nın “kırmızı çizgilerini” uygulamak yalnızca İran’ın nükleer programı etrafındaki daha kalın ve daha kırmızı çizgilerin üstesinden gelinmesine bir giriştir. Geçen hafta İran’ın yeni cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin büyülü taarruzu ve onun görünürdeki esneklik gösterisi diplomatik çözüm için iyi bir işarettir.
Amerika İran’ın zayıf bir pozisyondayken görüşme masasına geldiğini zannediyorsa saftır. Aksine, İran Arap Baharı’ndan bölgedeki rakiplerine göre daha iyi pozisyonda çıktı. Müttefiki Suriye’deki karışıklık da paradoksal bir şekilde onu daha da kuvvetlendirdi. Ruhani’nin İran’ı Arap komşularından ayıran ve İran’ı çözüm için arabuluculuk yapabilecek yegane ülke olarak gösteren ifadelerine dikkat edin.
Son beş yılda Amerika, ancak yaptırımlarla zayıflatılmış bir İran’ın nükleer anlaşmayı kabul edeceğini düşündü. İran ekonomisi gerçekten darboğazdadır. Bu da İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in, kendisi adına Batı’yla konuşsun diye eski nükleer baş müzakereci Ruhani’yi öne sürme kararının anlaşılmasına yardım eder.
İran’ın Suriye’deki iç savaşta mezhebi anlamda tecrit olduğu da doğrudur. Suriye’deki iç savaş ülkedeki büyük Sünni nüfusu Şii İran ve onun müvekkillerine (Suriye, Lübnan ve Irak’taki hükümetler) karşı öfkelendirdi.
İran’ın diplomatik esnekliği ciddidir ama teslim olmaya hazır olduğu düşünülerek hata yapılmamalıdır.
İran kendisini mağlup olarak görmüyor. Onun siyasi sistemi, halen bölgenin en muhkem ve en dirençli siyasi sistemidir. İran, şaşırtıcı şekilde düzgün bir cumhurbaşkanlığı seçiminden dolayı yeni keşfedilen istikrarın keyfini sürüyor. Tahran’da bu sene 2009’da Tahran’ı, 2011’de Kahire’yi, bu sene başında da İstanbul’u felç eden sokak protestolarına benzer protestolar olmadı. Aslında Ruhani’nin hükümeti, siyasi tutukluları serbest bırakarak, sosyal medya üzerindeki kontrolleri imkan dahilinde gevşeterek kendisine güvenini gösterdi.
Araplar öfke duysa da, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’a İran desteğinin etkili olduğuna dair bölge çapında ittifak var. Bu görüş birliği, İran’ın bölgesel güç ve nüfuz iddiasını perçinliyor. Suriye, İran’ın bir başka ülkede -ve ortak sınırı olmayan bir ülkede- başarılı bir şekilde savaş verebilecek tek bölgesel aktör olduğunu gösterdi. İran Esad rejimine para ve silah verdi, Suriye’ye savaşçılar yerleştirdi, Esad’a yardım etmek için Irak’taki Şii hükümet ve Lübnan’daki vekil milis gücü Hizbullah’la bölgesel ittifak oluşturdu. Batı, Esad’ın hayati müttefikinin Rusya olduğunu düşünüyor ama asıl İran Esad’ın hayatta kalması için gerekli kartları elinde bulunduruyor.
Türkiye ve Amerika’nın Arap müttefiklerinin, İran’ı tecrit edecek bir ittifak kurmaları ümidi henüz geçmedi. Bu müttefikler önce Mısır’la şimdi de Suriye’de ne yapacakları konusunda bölündüler. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye Suriye’de kimi destekleyecekleri konusunda anlaşamıyorlar. Mısır’da demokratik olarak seçilmiş İslamcı cumhurbaşkanını temmuzda deviren generallere Suudi desteği Türkiye’yi bu ülkeden uzaklaştırdı. Türkiye Mursi’yi ve onun şimdi kanun dışı olan Müslüman Kardeşler örgütünü destekledi. Onlarca yıldır Basra Körfezi monarşileri, Müslüman Kardeşler’in desteğini satın almışlardı. Şimdi İslamcılar ve Körfez idarecileri Sünni Arap dünyasının desteğini kazanmak için yarışıyorlar. Bu da bölgesel arabulucu güç rolünden nemalanmak üzere İran’a stratejik bir fırsat veriyor.
Bununla birlikte İran’ın başlıca rakibi Amerika Birleşik Devletleri olmaya devam ediyor. Amerika’nın Irak ve Afganistan’dan çekilmesi ve onun Asya’ya yönelik stratejik “ekseni”, Tahran’da güzel haberler olarak karşılandı. Amerika’nın bölgedeki duruşu, Obama yönetiminin, kimyasal silah kullanımından dolayı Suriye’ye karşı kendi kırmızı çizgisini uygulamama kararıyla ağır bir darbe aldı. Bu, İran’ın baş müttefiki Rusya’nın Birleşmiş Milletler’de diplomatik arabulucu olarak önemli bir rol oynamaya başlamasına yol açtı.
Bu arada, Obama’nın Ruhani’yle (kısa da olsa) tarihi telefonla görüşmesinden sonra, İsrail’den gelen baskılar, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesi akabinde Obama’nın İran’ın nükleer silah sahibi olmasının önlenmesi için kuvvet kullanmayı ihtimal dışı görmediği görüşünü tekrarlamasına yol açtı. Netanyahu Birleşmiş Milletler huzurunda da Ruhani’yi “kuzu postuna bürünmüş kurt” olarak adlandırdı.
Kısaca, Amerika nükleer programından dolayı İran’la görüşmelere yaklaşırken İran’ın teslim olmaya hazır olduğunu sanmamalıdır. Suriye’deki gevelemelerinden dolayı Amerika’nın Orta Doğu’da azalan itibarı, denklemde aynı derecede önemli bir dinamiktir.
Amerika görüşme masasına itibar edilecek bir savaş tehdidi olmaksızın geliyor olacak ve yeni tesis edilen yurt içi istikrarın tadını çıkaran ve Suriye’deki önemli rolünden istifade eden bir İran’la karşı karşıya kalacak. İkisi arasındaki görüşmeler ilk kez İran’ı tehdit ederek boyun eğdirme üzerine dayalı olmayacak, aksine ikna ederek uzlaştırma üzerine dayalı olacak. Bu da Amerika’nın, Ayetullah Hamaney’in çağrıda bulunduğu “kahramanca esnekliği” karşılayacak bir yaklaşımını gerektirir.
Kısa vadede İran’la büyük bir pazarlık beklemeyin. Daha ziyade, İran’ın nükleer programını yavaşlatmak ve nükleer programı uluslararası denetime açmak üzere somut adımlar karşılığında belli yaptırımların kaldırılmasını bekleyin. Bu karşılıklı güven inşa edebilecek ve başarılı olması için diplomasiye gereken enerjiyi sağlayacak önemli bir ilk adım olacaktır.
Kaynak: The New York Times
Dünya Bülteni için çeviren: Arif Kaya