Onlarla önce Maltepe sahilinde düzenlenen iftarda tanıştık, içlerinden bazılarıyla aşina gibiyiz, sohbet arasında beni Sultanbeyli’deki derneklerine davet ettiler. “Mektep” isimli bir dernekleri var, hafta sonlarında kültürel etkinlikler gerçekleştiriyorlar bu dernekte, bazen de bir yazarı konuk çağırıyorlar. Eylül konuğu olarak gittim bir Cumartesi günü. Okumaya, yazmaya ilgili genç hanımların katılımıyla sınırlı tutulmuştu toplantı. “Mektep” bir kadın derneği değil, kadınları bünyesinde faaliyete çağıran bir dernek.
Genç katılımcıların çoğu Sultanbeyli’de yaşıyor. Hemen hepsi Sultanbeyli İHL mezunu. Bazıları, lisenin ardından başını açmaya mecbur kalmamak için üniversiteye gitmekten vazgeçmiş. “Mektep”te sürdürülen faaliyetler kendini geliştirme imkânı açısından da çok değerli onlar açısından.
Sultanbeyli İslamcılık bağlamında olsun, Refah Partili belediyelerin yükselişe geçtiği dönemlerde sürdürülen “siyasal İslam” tartışmaları etrafında olsun gündemden hiç düşmeyen, bununla birlikte derinliklerine de o kadar vakıf olunamayan, bildik “getto” ve çevre-merkezi ilişkilerinde belirgin göstergelere haiz sayıldığı için de sosyolojik analizlere tabi tutulması süren devasa bir semt. Acele iskâna maruz kalmış olduğu hissini veren, çevre düzenlemesi ve mimari açıdan pek çok eleştiri getirilebilecek yapısı geçen yıllar içinde kendine göre bir düzen edinmiş.
80’li yılların ilk yarısından 90’ların ortalarına kadar Sultanbeyli’de çeşitli toplantılara katıldım. O zamanlar daha bir gecekondu havası hakimdi semte. Aynı zamanda çok katlı gecekondulaşma faaliyetinin sebep olduğu bir inşaat havası vardı ki belleğimde biraz da toz bulutuyla örtülü manzaralarla yer etmiş bu semt. Bazen bir cami yanındaki toplantı salonuna, bazen de bir eve giderdim konuşma yapmak için. Konuşma konusu nasıl seçilirse seçilsin, konu her zaman “Müslüman kadının hak ve ödevleri” gibi bir başlığın kapsamına dönüşürdü. Kadınların pratikteki sorunları bunu gerektiriyor olmalıydı. Evinde elektrik şebekesi bulunmayan ya da kocası işsiz olduğu halde kendisine evlere temizliğe gitme iznini vermeyen sıkıntılı bir kadına yapacağınız konuşmada sözü Diriliş edebiyat akımına ve Sezai Karakoç’un “Balkon” şiirine getirebilirsiniz, ama çok da derinlere gitmek gelmez içinizden benzeri okumalarda.
O yıllarda Sultanbeyli kadını, İstanbul’da kaybolmamak için bir binalar yığını arasında sılasını varetmeye çalışan bir göçebe olarak görünmüştü bana. Yerleşme konusunda duyguları karmakarışık; aklı hâlâ bırakıp geldiği yerlerde. En acil ihtiyaçları üzerine kafa yoruyor ve bunların etrafında sorular ileri sürüyor.
Sultanbeyli’ye yine bir konuşma için gidiyorum şimdi; belki on beş yıllık bir aradan sonra. Şehrin kendiliğinden oluşan yapısına epeyce çeki düzen vermeye çalışan bir belediyesi var. Beni toplantı mekanına götüren genç arkadaşım Yasemin Göçer’le bulvarda yürüyoruz. Şehrin pek çok semtinden, mesela Esenler’den geri kalan bir yanı yok günümüz Sultanbeyli’sinin. Parklar, sinemalar, ünlü markaların mağazaları, hantal, heybetli camilerin yanı sıra yeni bir algıyla, beğeniyle inşa edilmek istendiği anlaşılan camiler...
Yıllar önce anneleriyle İslam Tarihi’nden sahneler, Müslüman kadının nitelikleri, iş hayatı ve üretimi, okur-yazarlığı; geniş ve çekirdek aile, “kendini devrimci yetiştirmek” ve “ne yapmalı?” gibi konular ve sorular etrafında sohbetler ettiğimiz genç kızlarla, birkaç kitabım üzerine söyleşeceğiz. Benim de onlara sorularım olacak. Vakit yetmeyecek nihayet ve bir başka buluşma için sözleşeceğiz.
Yasemin’in eşi Mehmet Akif Göçer anlattı: Şimdi, 300 binin üzerinde bir nüfusu var semtin. O ve Yasemin, Sultanbeyli etkinliklerine Pendik’ten geliyorlar.
Hâlâ göç alan bir semt Sultanbeyli. Urfa’dan, Van’dan, Siirt’ten, bazen Karadeniz’den insanlar geliyor. Çoktandır bu semtte oturup da hâlâ Boğaz köprülerinden bir kez olsun geçmemiş, denizi görmemiş insanlar var aralarında. Hâlâ suyu ve yolu olmayan mahalleler var. İnsanlar köylerinden gelip rastgele bir araziye ev yapmışlar.
Tipik bir Sultanbeylili var mıdır? Bunu konuşuyoruz Göçer çiftiyle yol boyu.
Dışarıdan kız alıp vermiyor Sultanbeyli halkı. Öyle sanıldığı kadar homojen de değil yapısı. Bakıyorsunuz çarşaflı annenin kızının başı açık. Aleviler, BDP’liler var. Sarıgazi’de PKK yanlıları oturur. Oluşmuş doku o kadar kolay değişmiyor, etrafına doğru taşsa da.Tapu sorunları şehrin göçebe havasını hâlâ korumasının hem sebebi, hem sonucu.
Bütün binalar kaçak görünüyor çoğu zaman, denilebilir ki 15 mahalleden sadece biri tapuda kayıtlıdır. Sultanbeyli bu anlamda “2B” kapsamına tabi. (2B şu demek: Vatandaş orman arazisine en az 20-30 yıl önce kondurmuş evini. Devlet o araziyi, arsayı vatandaşa uygun bir yolla satmayı teklif ediyor. Aksi takdirde yapı kaçak konumunda kalmaya devam edecek.)
Bir otoban Sultanbeyli’yi ikiye böler; gelgelelim bu otobandan semte ulaşılamaz. Bu çıkışsızlık semtin ekseriyetle nâmevcut olmasından mı ileri geliyor, yoksa İslami dokusuyla ilgili efsanelerin etkisinden mi kaynaklanıyor, tartışma konusudur. Otobana kapısı penceresi olmayan semt, her türlü göstergenin aşırı boyutlarda seyrettiği bir sosyal dalgalanmaya sahne oluyor.
Sultanbeyli son on yılda hızlı bir değişim yaşadı Tuğba Taktak’a göre. Üniversiteye giden öğrenci sayısındaki artma toplumda bir farklılık oluşmasında etkili oldu. Mağazalar çoğaldı, çeşitlendi, ünlü markalar Sultanbeyli’nin merkezinde şube açtılar, yatırımcıların da semte ilgi gösterdiğini anlatan göstergeler var. Bunların yanı sıra dershane sayısı, SBS kursları arttı. Televizyon geçmiş yıllara oranla daha fazla hakim ev hayatlarına.
“Mektep” mekânı, Sultanbeyli’nin merkezinde yer tutan Fatih Bulvarı’a açılan bir sokak üzerinde yer alıyor. Sultanbeylili kızlar haftanın belli günlerinde bu merkezde verilen dini, kültürel ve sanatsal derslere, etkinliklere katılıyorlar. Okuma grupları, spor faaliyetleri, kültürel geziler de derneğin müdavimlerine sunduğu imkânlar arasında. Çağdaş İslam Düşüncesi Okuma Grubu’nun listesinde yer alan bazı isimler, şunlar: Cemaleddin Afgani, Muhammed İkbal, Musa Carullah, Seyyid Kutup, Ali Şeriati, Cabiri, Hasan Hanefi, Abdülkerim Suruş, Aliya İzzetbegoviç…
Bu etkinikler dışında ayrıca kadınlara dönük seminerler süzenleniyor. “Evde Karakter Eğitimi” programıyla da altı yıldır 6-11 yaş arası çocuklara yönelik aşamalı bir eğitim gerçekleştiriliyor.
Derneğin programlarında aktif olan genç hanımların önemli bir kısmı Sultanbeyli İmam Hatip Lisesi’ni bitirdikten sonra İlahiyat eğitimine yönelmiş. Bazıları başörtüsü yasağı sebebiyle üniversiteyi yarıda bırakmış. Mesela Nesligül Sağman, kendisini “hayat öğrencisi” olarak tanımlıyor. Nasıl üretelim, nasıl okuyalım, bu sorulara cevap bulmaya çalışıyor. Tembel bir ev kadını hayatı sürdürmeyi benimseyemez asla, öyleyse ne yapması gerekir? Çernişevski’in ve Ali Şeriati’nin sorusu, her zaman hepimizin cevap bulmaya devam ettiği soru Nesligül Hanım’ı da düşündürtüyor yıllardır.
Birlikte geçirdiğimiz saatlerde bana sorulan sorular ve kendi sorularıma aldığım cevaplara dayanarak şunları söyleyebilirim:Sultanbeyli kızları çalışma veya iş olgusunu fikir ve sanat ve topluma hizmet üretimi gibi bir açıdan değerlendirmeye çalışıyor. Kız çocuğunun okumaması, çalışmaması diye bir yargıdan söz edilemez, tersine, çalışmasını, iyi bir meslek edinmesini sağlayacak bir eğitim görmesini bekliyor aile kızından, en çok da maddi sebeplerle. Bir mesleğin, işin, maaşın olmalı; bu bekleniyor. İlahiyat öğrenciliğinin de içeriği değil, sonucu önemli geliyor ailelere: Mezun olduğunda ne yapacak öğrenci, uygun bir iş bulacak mı… Mektep’e gitmek, evde bir odaya çekilip kitap okumak desteklenebilir iyi fiiller de, bunun sonu nereye varacak…
Tuğba Taktak, başörtüsü konusunda taviz vermemek için üniversite sınavlarına girmemeyi tercih ettiğini söylediğinde, ailesinin bir meslek sahibi olması konusundaki ısrarıyla karşı karşıya kalmış. Genç kız üniversiteye gitmeli, ya da iyi bir kısmet bulmalı; ailenin düşüncesi bu. Tuğba hep şimdi Mektep’te gerçekleşen türde çalışmaların içinde olmuş oysa, evlendikten sonra da bu şekilde devam etmiş. Bu istikameti sürdürmenin hiç kolay olmadığını vurguluyor: Sultanbeyli’de aileler nezdinde kültürel faaliyetlerin bir değeri olmadığı gibi bir kanaate ulaştırmış onu tecrübeleri.
17 yaşındaki lise öğrencisi Emine Çınar da, “Okula gidiyorum, dershaneye gidiyorum”, dediğinde çevresindeki insanların ne olmak, ne yapmak istediğini değil, ne iş yapacağı sorusuna yoğunlaşmalarından, Mektep’e geldiği için de komşularının,” kârın ne, çıkarın ne, o derslerin sana ne yararı olacak?” diye sorular sormalarından rahatsızlığını dile getiriyor. Mektep müdavimi hanımlara göre, genç kızların hayat tarzı tercihlerinde en belirleyici olan, aile ortamlarıdır. En belirgin aile hassasiyeti ise ailelerin gelenek ve adetlerinin sürmesi konusundaki direnci.
Ailelerinin sabit görüşlerini aşmanın zorluklarına karşılık tesettürlü bir genç kıza ihtiyaç duyduğu özgürlüğü sunan rengârenk bir semt Sultanbeyli, Nesligül Sagman’ın tasvirlerinde. Her türlü tesettürlü var. Çarşaflı da başörtülü de mini etekli de var. Genç bir kız Büşra’nınki gibi bir feraceyi sanki iç rahatlığyla sadece Sultanbeyli’de giyebilir. Genç nüfus çok yoğun. İnsanlar bilgiye aç. Cemaat faaliyetleri çok etkili.
Akrabalar arasında nifak çıkmasına sebep olabilecek laf-söz endişesi yüzünden evdeki kızın semt dışına çıkmasına iyi gözle bakılmıyor. Abin halletsin, laf gelmesin akrabalardan, deniliyor. Pek çok aile yabancıya kız vermekten kaçınıyor, o tür evliliklerin kolayca çözüleceği kanısı hakim semtte. Yabancıyla evlenen kıza da bir mesafe konuluyor. Bazı aileler kendi aralarında evlenme geleneğini sürdürdükleri için mesela yemek kültürleri pek gelişmeyebiliyor. Erkeklerin ikinci evlilik yapmasına hemen hemen hiç rastlanmıyor.
Ev kızı tesettürlü ve İslami değerlere bağlı olsa da ailelere yetmiyor bu. Dini/kültürel faaliyet başlığına karşı dile getirilmesi zor bir güvensizlik var. Akrabaya, eşe dosta açıklanabilecek bir uğraşıdan söz etmek gerek. Kente tutunmak için zorlu bir mücadele vermiş olan aile, kızlarını maddi güvenlik içinde görmek istiyor. Dini açıdan kendini geliştirme çabasını yabana atmasa da, bu çabanın bir mesleki faaliyet gibi zaman alması karşısında kuşkulu davranıyor.
Sultanbeylili ailenin İslamiliği bu anlamda kasaba ve köylerden gelen, yapıyı koruma taassubu ile yorumlanan bir İslamilik olarak tanımlanıyor, kızları tarafından. Aileler korunma amacıyla kendi içlerine kapalı yaşadığı için, tutucu ve katılar, kızlarının tercihleri konusunda. Bununla birlikte maddi sıkıntıdan muzdarip annelerin kızları için, okusun, meslek sahibi olsun, el oğlunun eline bakmasın, dediği oluyor.
Üniversiteli kız, aile nezdinde görece bir serbesti kazanıyor. Sultanbeyli’den çıkıp şehrin merkezine uzanma ve eve geç saatlerde gelme imtiyazına sahip oluyor. Çünkübu yolla bir meslek sahibi olarak kendini kurtaracaktır, bakış açısı budur.
Bütün değişmelere karşılık Sultanbeyli hâlâ dün İstanbul’un eteğine kondurulan kasaba ve köy iklimini koruyor. Çevre baskısından kurtulmak isteyen ise, uzak semtlere taşınıyor.
Bu semtte yaşamanın hoşluklarından söz ediyor genç hanımlar. Akraba ilişkileri bir baskıya yol açtığı kadar sunduğu samimi ifadelerle bir güven kaynağı. Melek Ergen, Ramazan günlerinde komşular arasındaki davetlerin güzelliğini yansıtan izlenimlerini aktarıyor. Mukabeleler, iftarlar, çocuğun ilk okula yazılacağı gün yaşandığı şekilde paylaşılan bir heyecan, şenlik ortamı; süregelen doğaçlama bir dayanışma havası… Tuğba Taktak, ailelerin kızlarının kendini yetiştirme çabasına dönük kuşkuları ve pragmatik yaklaşımlarına rağmen Sultanbeyli’nin amatör, zorlamayan bir ruhu olduğu kanısında. Okul hocalarına da yansıyan bir samimiyet, dinamizm, gönüllü ruh… İHL lisesi öğretmenleri çoğunlukla idealist gençlerdir; çünkü bu semte Şark Hizmeti kapsamında gelirler. Semti “İstanbul’daki Şark” olarak tarif ediyor Tuğba. Zaten yıllardır Şark hizmeti kapsamında bulunan Sultanbeyli, 2001 yılında iptal edilen bir uygulamayla İstanbul’a dahil olma sürecini adımlamaya başlamış.