Almanya'da seçimler, 'Müslümanlar' ve Türkiye

Almanya ekonomik gücü, nüfusu ve Avrupa'nın merkezini oluşturan konumu, AB'nin bütçesine en büyük katkısı ile Avrupa'nın en önemli ülkesidir diyebiliriz.

Bu ülkenin gayri safi milli hâsılası nerede ise Fransa ile İngiltere'nin toplamına eşit olduğu gibi, AB'nin iç ticaretinde en büyük, dünya ticaretinde ABD ve Japonya'dan sonra üçüncü durumda. Türkiye için de Almanya ile ticari ilişkiler oldukça önemli boyutta. Türkiye'de dış ticaret hacminin en az yarısı AB ülkeleri ile gerçekleşirken, Almanya bu önemli ilişkinin %50'sini kapsıyor. Türkiye için Almanya'nın sayılarla ölçülemeyecek özel bir yeri de var. Bu ülkede yaşayan üç milyona yakın Türkiye kökenli vatandaşımız hem Almanya için hem Türkiye için önemli bir köprü, ekonomik olgu, sosyal mesele ve giderek politik bir gerçek oluşturuyor. Her yıl artan oy sayıları seçimleri de etkileyen boyutta olmaya aday bu topluluk, Almanya-Türkiye ilişkilerinde henüz hak ettiği ilgiyi ne yazık ki görmüyor. Almanya seçimleri sadece Türkiye'nin AB sürecini değil, bu üç milyona yakın "Müslüman azınlığın" yaşam şartlarını da etkileyecek boyutta.

TÜRKİYE AÇISINDAN YENİ BİR GELİŞME BEKLENMİYOR

Almanya'nın 80'li yıllara kadar süren Hıristiyan Demokrat (CDU), Sosyal Demokrat (SPD) ve Liberal Hür Demokratlar'dan (FDP) oluşan üç partili yapısı, Yeşiller'in 1979'da sahneye çıkması ve Almanya'nın birleşmesinden sonra "Sol Parti" ile 5 partili bir yapıya dönüştü. Geniş halk kitlelerinin seçtiği CDU/CSU ve SPD için AK Parti'nin konumunu andıran tek başına iktidar dönemi tarihe karıştığı gibi, son seçimlerde üç "küçük" partinin önemli seçim başarısı bu iki ana partiyi "büyük koalisyona" zorladı. Gerçi mecliste sayısal olarak SPD, Sol Parti ve Yeşiller'den oluşabilecek bir üçlü koalisyon yeterli çoğunluğu bulabiliyordu. Fakat Sol Parti'nin tarihi ve batıda SPD'den istifa edenlerin desteği ile güçlenmesi, bu teorik çoğunluğun iktidarı için engel teşkil ediyordu. Bu engel zaten sönük geçen seçim kampanyasında da en fazla tartışılan konulardan birini oluşturuyor. Tüm sondajlar iki alternatif üzerine yoğunlaşıyor. Hıristiyan Demokratlar ve Liberallerden olaşacak bir sağ koalisyon veya tüm yalanlamalara rağmen Sol-Sol ve Yeşiller'den oluşacak bir koalisyon. Fakat pek tartışılmayan bugünkü "büyük koalisyonun" devam etmesi herhalde en büyük ihtimali oluşturuyor. Liberaller sol bir iktidarın, Yeşiller ise sağ bir iktidarın sorumluluğunu yüklenmek istemedikleri için diğer üçlü koalisyon alternatifleri pek tartışılmıyor. Seçim sondajları beş partinin etkin olduğu bu seçimlerde % 1 gibi oy oranları ile belirleneceği için, sağlıklı bir öngörü veremiyor ve bu yüzden iktidar alternatiflerini tartışmak teorik kalıyor. Fakat "gerçekçi" bir analiz iki alternatif üzerine yoğunlaşıyor.

İlk ve en büyük olasılık, giderek güçlenen "küçük" partilerin meclisin bugünkü yapısını koruyup iki büyük partiyi tekrar koalisyona zorlamaları diyebiliriz. Bugünkü koalisyonun devamı anlamına gelen bu tür bir gelişme, sürmekte olan politikanın da bir bakıma devamı anlamına geliyor. Angela Merkel başkanlığında sürecek bu koalisyon hem Almanya'da yaşayan Türkler hem de Türkiye politikası açısından yenilik getirmeyecektir. Fakat sürmekte olan politika da pek olumsuz sayılmaz. Almanya tarihinde ilk defa Hıristiyan Demokrat bir içişleri bakanı tüm politik akımları kapsayan "Müslüman azınlık"la diyalog arayışına girdi. Türkleri etnik bir azınlık olarak algılamakta zorlanan Almanya "Müslüman azınlık" olarak kabullenmekte zorluk çekmiyor. Bu biraz da Almanya anayasasında inanç özgürlüğünün en temel haklardan biri olmasından kaynaklandığı gibi, kiliselerin toplumun önemli sosyal kurumları olmasından da kaynaklanıyor. Sayıları giderek artan camilerin de benzer bir statüye gelmesi sadece zaman meselesidir diyebiliriz. Bu tür önemli bir gelişme Türklere sıcak bakan SPD-Yeşiller koalisyonunda bile izlenememişti. Bugünkü hükümetin başlattığı bu politika kurumlaşmayı, orta ve uzun vadede "Türklerin" değil, fakat "Müslümanların" toplumun tüm karar sürecinde etkin olmalarını beraberinde getirecektir. Giderek örgütlenen Türkiye kökenli azınlık ne yazık ki hâlâ politikada nitelik kazanabilmiş değil, mesela radyo ve televizyon denetim kurumlarında temsilci bulunduramadığı gibi, sosyal politikalarda etkin olmaktan oldukça uzak. Bu durum milletvekili adayları açısından da pek farklı değil. Partiler ne yazık ki hâlâ sembolik adaylar göstermekten öteye gitmiyorlar.

Türkiye'nin AB süreci açısından da "büyük koalisyonun" devamı pek olumsuz sayılmaz. Bayan Merkel CDU başkanı olarak Türkiye'nin üyeliğine karşı çıksa da, başbakan olarak verilmiş kararlara sadık davranıyor. Daha da önemlisi bugüne kadar Sarkozy'nin tüm ısrarlarına rağmen Merkel, Türkiye karşıtı bir söyleme katılmadı. Hıristiyan Demokratlar'ın kısa dönemde Türkiye'nin üyelik sürecini destekler bir tavır sergilemesi beklenmese de, orta ve uzun dönemde demokratikleşen, ekonomik olarak kalkınan ve en önemlisi göç veren değil, göç alan bir Türkiye'nin üyeliğini destekleyebilirler.

İkinci alternatif olarak tartışılan, Hıristiyan Demokrat ve Liberallerden oluşabilecek sağ koalisyon çoğunluğu özellikle ekonomide yeni politikalara imza atacaktır. Orta ve yüksek gelirlere vergi indirimi ile seçim kampanyası yapan bu koalisyon, klasik liberal politika ile ekonomik krizi aşacağını ve iş pazarını canlandıracağını söylüyor. Almanya'daki Türkler açısından bu politikanın olumsuz sonuçlar doğurabileceğini düşünmek doğru olmaz. Belki tek olumsuz gelişme, toplumun dar gelirli bölümünü oluşturan göçmenlerin de yararlandığı sosyal haklarda kısıtlamaya gidilmesi sıkıntılar meydana getirebilir. Almanya'da oturmuş sosyal sistemin radikal bir değişim sürecine girmeyeceği düşünülürse, etkinin önemli olmayacağını varsaymak yanlış olmaz.

YABANCI DÜŞMANLIĞI YAPILMAMASI OLUMLU

Olası sağ koalisyon Türkiye'nin AB süreci açısından ne getirir pek bilmiyoruz. Liberaller birkaç yıl önce Türkiye'nin AB üyeliğini açıkça desteklerken son yıllarda karşı seslerin sayısı çoğalmış görünüyor. Bu çelişkili tavır, uzun zamandır muhalefette olmak ve Türkiye'nin üyeliğine destek veren SPD, Sol Parti ve Yeşiller'e mesafe koymak için mi, yoksa köklü politik bir dönüşüm mü henüz kestirmek mümkün değil. Liberallerdeki bu politik kayma herhalde son yıllarda AB'nin 12 yeni üye alarak hızlı genişlemesi ve Almanya'nın bu genişlemeden derin etkilenmesinden olabilir. Almanya'da sadece Türkiye konusunda değil, genel olarak AB'nin genişlemesine sıcak bakmıyor seçmen. Bu yüzden politik irade ile toplum arasında görülür bir çelişki izlemek mümkün. Liberaller bu havanın etkisinde kalmış olabilirler. Fakat "Atlantikçi" dış politikanın hakim olduğu Liberallerin birkaç yıl sonra Türkiye'nin üyeliğine destek vermeleri daha büyük bir ihtimal. Bu yüzden olası bir sağ koalisyon sürmekte olan Türkiye politikasını radikal bir şekilde değiştirmese de, Türkiye karşıtı akımları cesaretlendirici bir gelişme olabilir.

Fakat genel olarak seçimler oldukça zor bir dönemde yapılıyor. Almanya, bankalar krizinden derin etkilendiği, ekonomik krizi yakından hissettiği, işsizliğin yükselişe geçtiği bir dönemde seçimlere gidiyor. Bu yüzden henüz AB'nin Doğu Avrupa'ya genişlemesini hazmedememiş, işsizliğin yükselişe geçtiği Almanya'da; Türkiye'de "demokratik açılım" da henüz meyvelerini vermediği göz önüne alınırsa AB üyeliğine destek pek kolay değil. Bu yüzden bu seçimlerde Türk veya yabancı düşmanı söylemin etkin olmaması veya Sarkozy gibi anti Türkiye kampanyası yaşanmaması olumlu bir gelişme olarak yorumlanmalıdır. Zira bundan önceki seçimlerde birçok popülist sağ politikacı yabancı düşmanı ve Türkiye karşıtı söylem ile oy avına çıkıyordu. Yer yer bu söylem görülse de, Almanya genelinde Helmut Kohl dönemine özgü bu tür kampanyalar pek göze çarpmıyor artık. Türkiye'nin ve genel olarak "yabancıların" seçim malzemesi yapılmaması Almanya'nın giderek İskandinavya benzeri demokrasi ve sosyal devlete doğru yol alması, otoriter Prusya devlet anlayışı ve milliyetçi toplum algılamasından giderek uzaklaşmasından kaynaklanıyor. Almanya Milli Takımı'nda Mesut Özil gibi futbolcuların kabul ve destek bulması, bu dönüşümün toplumun derinliklerine kadar indiğini gösteriyor. Bu yüzden siyasi partilerin Almanya Futbol Federasyonu gibi aktif bir politika sergilemeleri, Almanya'da yaşayan, seçmen olarak da ilginçleşen "Türk" veya "Müslüman" azınlık için oldukça önemli. Türkiye açısından Almanya'nın İskandinavyalaşması her bakımdan olumlu bir süreçtir. Böylece belki Alman Hıristiyan Demokratları da İsveç kardeş partileri gibi Türkiye konusunda yapıcı bir sürece girerler. Kim bilir?

ALİ YURTTAGÜL AP YEŞİLLER GRUBU SİYASİ DANIŞMANI

Kaynak: Zaman