Allah vergisi asıl sensin Ertuğrul abi


Şu Bekir Coşkun'un haline bakın. “Gidecek yerim yok!..” falan derken, nasıl da kurum kurum, kuruluyor!


Bre aman, bu ne biçim kendini acındırmaktır?


Türkiye'nin göbeğini kaşımayan asil adamına, “Pılını, pırtını topla ve memleketi terk et. Hadi yallah!” mi denilmiş?


Bu heyula, bu velvele nedir?


Kesilen kuru bir dala verdiği 'değer' kadar 16 milyon seçmene 'değer' vermeyen, içi 'sevi' dolu bu memleket evladının gidebilecek yeri yok, ha?


Breh, breh ki, hem de yüz bin kere breh!


Marifet, gidecek yeri olmadığı için değil, gidebilecek bir çok yeri olduğu halde kalmayı tercih etmek değil midir?..


Arada bir yurtdışına çıksa, hiç de fena olmaz aslında.


Vatandaşlıktan çıkarılmak gibi münasebetsiz bir zorunluluğun gereği değil, Türkün mizah gücünü yedi düvel görsün diye.


Ertuğrul Özkök'ün demesine göre, Allah vergisi bir yeteneği var nasılsa.


Mesela, Allah vergisi o mizah gücünü, seçimden 2 gün önce, Tarhan Erdem'in seçim tahminine, “erdemli tarhana” demekle, bir güzel konuşturmuştu.


Yurtdışında neden konuşturmasın?


Oralarda tarhana bulamazsa da , son günlerin moda yemeği risotto var.


Maksat; Türkün mizah kudretine herkes şapka çıkarsın!


Hazır yurtdışına çıkmışken, o veciz 'saptamasından' onları da mahrum etmesin, yazıktır. “Göbeğini kaşıyan Bavyeralılar…” olabilir mi acaba?


Ertuğrul Bey, yazılarında 'ince zeka' vehmediyor ama 'elemanın' biraz intibak sorunu var galiba.


Eyvahlar olsun ki; Cemil Meriç üstadımızın deyimiyle, “Zeka intibaktır.”


O hâlâ, fotoğraf çektiren bir genel müdürü, “Fotoğraf makinesi gavur icadı değil mi?” ifadesiyle, aşağıladığını zannedebiliyor!


“O'hoo-o, nerde kalmış bu adam yav!..” demeyin. Burası onun kaldığı değil, vardığı yer. Yani, “Göbeğini kaşıyan adam” diye höngürdediği yer.


1920'lerin bu 'mürteci' aşağılama terânesini terennüm etmesi, 'intibak vitesinin' ileriye çalışmadığının deliliyse; Konya'daki hasta çocuğun testislerinden 'Tesettür faciası' üreten habere 'attırdığı' iki adet yazı da, intibak vitesinin 'geriye' çalışmadığının resmidir.


Çünkü, mezkur haberin asparagas dozajı nedeniyle genel yayın yönetmeni bile özür dilerken, hazretten “tıss” yoktu.


Uzun lafın kısası; onun 'intibak vitesi' ne ileriye çalışıyor, ne de geriye.

Seçim döneminde, "Şimdi iki taraf seçime gidiyor: akp ve laik devlet... " demişti. 'İnce zeka'sı, bu sefer, devletle bir partiyi seçim yarışına sokabilecek düzeyde tebarüz etmişti hani.

Seçimden sonra MHP, Meclis'e girmeye karar verince ne oldu peki?


'Taraflar' (onun kavlince), AK Parti, MHP ve 'laik devlet' halini aldı.


DTP ve DSP de dahil olunca, vaziyet; AK Parti, MHP, DTP, DSP ve 'laik devlet' konumuna geldi.


Hani seçime iki taraf giriyordu?


Demem o ki; belki 'ince zeka'sı var ama, herhalde çok incelmiş olduğundan anakronik kalmış.


Sen ki onda göremediğimizi, görensin; Allah vergisi asıl sensin Ertuğrul abi. ( Abi, demek, içimden geldi; valla, laubalilikle alakası yok. )


Şimdi gelelim, 'erbab-ı mütalaa' nın şavullamasına.


Başbakan malum konuşmasında, Sayın Gül cumhurbaşkanı olduğu gün, AK Parti'yle ilişkisi biter, demedi mi?


Yani, artık siyasi çizgisinin geride kalacağını, bütün ülkenin cumhurbaşkanı olacağını dillendirmedi mi?


“İlliyet bağı”nı neden berhava ediyorsunuz?


Bu durumda, “O benim cumhurbaşkanım olmayacak!” ifadesi, bizzat cumhurbaşkanlığı makamıyla karşı karşıya gelerek, ofsayta düşmüş olmaz mı?


Geriye, Fehmi Koru'nun tanımıyla 'figüratif' veya dekoratif bir 'itiraza', aynı şekilde mukabele etmenin dışında ne kaldı?


Başbakan, “Alın şu keratayı, Kapıkule'nin önüne koyun.” mu demiş?


Niçin cıyaklıyorsunuz!


Bu mazlum ayaklarına yatma cambazlıkları, bu ucuz kahramanlık maskaralığı da neyin, nesi?


---------------------------

Not: “Semboller ikiye çıktı, var mı artıran” başlıklı yazımda, Sadettin Kaynak yerine, sehven, Selahattin Kaynak yazmışım. Düzeltir, özür dilerim.

 

Kaynak: Yeni Şafak