Son günlerin hararetli tartışmalarından biri, Alevilik sorunudur. Kürt sorununun belli bir stabilizasyon sürecine girmesi, silahların susması ve Kürt sorunundan kaynaklanan çatışma ve şiddet alanlarının gittikçe gündelik hayatı terk etmesiyle birlikte oluşan boşluğa Alevileri sürerek, tarihsel bir zemini de olan Alevilik sorunu üzerinden bir takım mühendislik faaliyetleriyle oluşturulan manipülasyonlarla gençleri sokağa ve şiddete çekmenin yeni bir durum olduğunu görmek gerekir. Gezi olaylarından itibaren, yapılan sokak eylemlerinde hayatını kaybeden beş gencin de Alevi olması bu bakımdan manidardır.
Burası işin konjonktürel tarafı...
Daha temel ve tarihsel bir zemine oturan "Alevilik Sorununa" gelince, bugün de çözülmesi gereken en temel sorun alanlarından biri olarak önümüzde durmaktadır. Bu topraklarda Aleviler, ilk defa Ak Parti iktidarı döneminde, bu sorunun çözümü için, bütün kesimleriyle birlikte muhatap alınmış ve "Demokratik Açılım Programı" kapsamında, "Alevilik Açılımı" konusu, Devlet Bakanı Faruk Çelik'in gözetiminde ve Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Necdet Subaşı'nın koordinatörlüğünde, 2009 Haziran'ında başlayan bir dizi çalıştayla ele alınmıştı. Bu çalıştayların sonunda, 202 sayfadan oluşan, "Alevi Çalıştayları Nihai Raporu" Temmuz 2010'da hazırlanmıştı.
Bu raporun içeriğini önemsemek ve orada tartışılan konuların önemini belirtmekle birlikte, benim için tüm bunlardan daha önemli olan husus, ilk defa resmi düzeyde, hem de sünni kimlikli bir iktidar tarafından, bu sorunun çözümüne yönelik samimi bir duyarlılık ve ciddiyet gösterilmesi ve ayırım yapılmaksızın bütün Alevi kesimlerinin bu sorunun çözümünde muhatap kabul edilmesidir ki bu; Alevi Sorunu kapsamında yapılan bir ilktir.
Yalnız, "Alevi Çalıştayları Raporları" incelendiğinde, orada yapılan tartışmalarda dikkatimi çeken bir husus var ki, kanaatimce bu sorunun çözümünün bugün hala sağlıklı bir zemine oturmamasının yegane sebebini teşkil etmektedir. O da; Aleviliğin hangi kategoride değerlendirileceği konusudur. Diğer bir anlamıyla, Aleviliğin ne olduğu konusudur.
Çalıştaylarda bu soru gündeme geldiğinde, bazı Alevi çevreler buna tepki göstermiş ve bununla; " Tek tip Alevi yaratmak isteniyor" tepkisinde bulunmuşlardı. Bunun karşısındaki tez de şu olmuştu: " Alevi dendiği zaman ne anlayacağımızı bilmek için Aleviliği tanımlıyoruz. Eğer üzerine bir şey inşa edeceksek, sorunu çözeceksek bize bir çerçeve çizilmesi gerekiyor. Alevilikle ilgili bir şey söylenmesi gerekiyor. Alevilik nedir? Din midir? Mezhep midir? İnanç mıdır? Ne teolojik anlamda, ne diğer anlamda bir tanım istemedik. Dedik ki, bize çözüm üretmemize vesile olacak sihirli bir şey söylemeniz gerekiyor". Yapılan bir dizi tartışmadan sonra, şöyle bir cevap seslendirilir oldu: " Hak Muhammet Ali yoludur, bizim yolumuz. Sonrasında diyalog devam eder: "...
Bugün yapılan tartışmalara bakıldığında, yukarıdaki tarifin, tüm Alevilerin üzerinde ittifak ettiği bir tarif olmadığı, ya da Hak, Muhammed, Ali sembollerine sahip çıkılmakla birlikte, bu sembollere bugün yüklenen anlamların, tarihsel Alevilikte bir karşılığının olmadığı da bir gerçek. Hatta bugün bir çok Alevi genç, entelektüel, aydın ve okumuş kesim, paradoksal bir şekilde, Marksist-Alevi olarak tanımlarlar kendilerini. Yine, her ne kadar, Cem Evi- Cami karşıtlığı üzerinde yürütülen tartışmaların görünür yüzünde, Aleviliğin Sünnileştirilmesine yönelik bir reaksiyon ya da koruma refleksi şeklinde ifade ediliyor olsa da birçok Alevi kesimde, arka planında dini iklimden izole edilmiş seküler bir Alevilik var etme çabalarının olduğunu düşünüyorum.
Dolayısıyla, bir skaladaki yerleri farklı olsa da, genel anlamda Alevilerin bugün için en temel ve öncelikli sorunları; Cem Evi, resmi statü tanınması ve dışsal/ tarihsel sorunlardan daha çok, içe dönük, ontolojik ve felsefik/düşünsel bir sorunla karşı karşıya olmalarıdır. O da; Aleviliğin üzerinde boy atıp serpildiği tarihsel zeminin ve onu besleyen müktesebat ile bugün Aleviliğin üzerinde konuşlandırılmaya çalışıldığı zeminin ve onu besleyen müktesebatın tezatlığıdır. Aleviler arasında, bu temel sorunun bugüne kadar çözülmemiş olması ve yeterince tartışılmıyor olması birçok Alevi kesimin, Aleviliğin tarihsel/dini zemininden, seküler/din dışı bir zemine kaymasına sebebiyet vermektedir. Sünni dünyayla yaşadıkları sorunlara bir tepki olarak, dini/tarihsel zeminden, seküler bir alana doğru evrilmeleriyle ontolojik bir değişim yaşamaları, giderek onları büyük İslam hinterlandından uzaklaştırarak, Alevileri marjinal bir konuma itmekle kalmaz, hayat damarlarını keserek bir yok oluşa sürükler...
Seksenli- doksanlı yıllara gelindiğinde, siyasal ve ideolojik iflasını ilan eden Marksist paradigmanın, küresel ölçekte oluşturduğu hayal kırıklığı ve mensuplarını içerisine düşürdüğü düşünsel ve eylemsel boşluğu, Marksistler, bulundukları coğrafyadaki bir takım etnik, dini ya da mezhepsel sorun alanlarına yönelerek doldurmaya çalışmışlardır. Bu sebepledir ki, bu coğrafyada da, bir takım marjinal Marksist hareketler ve sol liberal aydınlar, Alevilik içerisinde konuşlanmaya ve kendilerine zemin açmaya çalıştılar. Bu süreç, gerek yaşam tarzları ve alışkanlıkları, gerekse de sol, seküler ve laik dünya görüşlerini de içeriye taşıyarak, Alevilerin en az bir kesimini dinin dışında bir söylem geliştirmeye itti.
Alevi Sorununun sağlıklı bir zeminde tartışılması ve çözüm üretilmesi için, öncelikle Alevilerin ve Aleviliğin kimyasını bozan Marksist ve seküler eğilimlerden kendilerini ayrıştırmaları ve elbette ki Sünnileşerek değil ama tarihsel Aleviliğin zemininde durarak ve müktesebatına sahip çıkarak bir paradigma oluşturmaları gerekir. Çünkü Alevilik sorunu, Müslüman ümmetin bir iç sorunudur ve bunun çözümünü seküler zeminlerde ve başka ideolojik iklimlerde aramak yerine, bu ümmetin içinde kalarak aramak gerekir.
Bunları söylediğimde, son zamanların moda söylemi olan; "Bir başkasını tanımlamak kimsenin hakkı olamaz. Bırakın, birileri kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa tanımlasınlar, öyledirler", şeklinde bir tepkiyle karşılaşacağımı biliyorum. Bu tepkiye bir oranda katılmakla birlikte, kimsenin tarihsel gerçeklikler ve kavramlar üzerinde oynama ve onları manipüle etme hakkının da olamayacağını düşünüyorum. Başta buna, tarihin ve bilimin izin vermemesi gerekir. Mesela, bugün birileri kalkar da, bilim ve düşünce tarihine bir ekol olarak girmiş Marksist Paradigmayı Hinduizm ile sentezlerse ve Marksizm budur derse, hangi akl-ı selim entelektüel buna itibar eder ve bu söylem, hangi bilim çevresinde kabul görür. Hangi literatür bunu Marksizm'in yeni yorumu olarak kabul eder.
Son olarak; Alevilik Sorunu, bugün için bir sorun alanı olarak siyasetin önünde bir tıkaç olarak bulunmaktadır. Bunun çözümünün ise; Aleviliğe İslam karşısında ya da Cem Evine Cami karşısında bir statü kazandırmak değil, bilakis, Tekke ve Zaviyeler Kanunu'nda yapılacak düzenlemeler ve iyileştirmelerle, İslam Kültürü ve Medeniyeti kapsamında, kamu yararına dernek ve vakıflar kapsamında bir statüye kavuşturulması, vergilerden muaf tutulması ve bir takım elektrik ve su harcamaları, arazi tahsisleri gibi desteklerle desteklenmesinin daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.