Suudi Arabistan'da bundan önce bir gazetecilik fenomeni yaşandı. El Vatan gazetesinin başında bulunan Cemal Kaşıkçı birkaç defa gitti ve geldi. Sonunda da tam olarak gitti. Ulema ve onları temsil eden kurumlarla çatıştığından dolayı kapı dışarı edildi ve ticarete atılacağını duyurarak çekip gitti.
İyi de oldu. Bu ülkedeki yerleşik anlayış olan Vehhabiliğe karşı çıkma adına her türlü İslami anlayışa sataşıyordu. Şimdi de aynı şeyler ikinci defa Abdurrahman Raşid bağlamında yaşanıyor. Abdurrahman Raşid esasında cemal Kaşıkçı'dan oldukça kıdemli ve muteber. Tabii ki, kendi çevresinde. En son ki yazılarından birisinde, Lübnan'ın güçlü adamlarından ve sayılı güvenlikçilerinden Cemil Seyyid ile ilgili bir hatırasını gündeme getirmişti. Cemal Kaşıkçı el Hayat gazetesinde yazılar yazdıktan sonra bir süre şefi Türki el Faysal ile birlikte ülkesinin Londra'ki büyükelçiliğine yerleşmişti. Ardından da yeniden Suudi Arabistan'a dönerek El Vatan'ın başına geçmişti.
Lakin iğneleyici ve reformcu yazıları nedeniyle ilmiye sınıfının ve ulemanın tepkisini üzerine çekti ve kendisini basın camiasının dışında buldu. Esasında, hem Abdurrahman Raşid hem de Cemal Kaşıkçı Bush tıynetli adamlar. Rahatlıkla Teksas'da Bush'a komşu olacak kırattalar. Ya da Papa 16'ıncı Benediktus'un Londra ziyareti sırasında laiklere dokundurduğu gibi kesinlikle laik saldırgan dalgayı temsil ediyorlar. Bu bağlamda, Abdurrahman Raşit aynen Cemal Kaşıkçı ayarı ve tarzı. Al Arabiyya yöneticiliğinden ve eş Şarku'l Avsat yazarlığından tası tarağı topladığında çokları sevinmiştir. Kendi adıma ben de tek kıymeti harbiyesi İslami değerlere saldırmak olan adamın gitmesinden memnun kaldım. Esasında, bizdeki Çoşkun Kırca veya Bekir Çoşkun tiplerine benzetilebilir. Lakin 4 gün sonra postuna geri döndüğünde sevincimiz kursağımızda kaldı.
Amerikalıların beylik ve klasik bir söylemleri vardır ve bunu bazen gazetelerinde şöyle yazarlar: 'Kabil'deki adamımız' veya 'Bakü'deki adamımız'. Esasında, basında da böyle adamları vardır lakin bugüne kadar gerçek olmasına karşın ' Al Arabiya Kanalı'ndaki adamımız' tarzında bir ifşaatlarına veya imalarına rastlamadık. Lakin böyle de bir gerçek var.
Şayet Abdurrahman Raşid ile ilgili yazsalar muhtemelen şöyle bir başlıkla karşılaşacaktık :" Al Arabiya Kanalı ve Eş Şark el Avsat gazetesindeki adamımız..." Yediot Ahronot gazetesinin de yazdığı gibi, Raşid bir hafta içinde görevine gidip gelmiştir.
Geri gelmesinin nedeni, ' terörle mücadelede yazılı ve görsel boyutta' Amerikalıların kritik bir noktadaki adamlarını kaybetmeyi göze alamamalarıdır. Suud yönetimi Amerikan baskılarına dayanamayarak valizlerini toplamış olan Raşid'i görevine yeniden iade etti. Eş-Şarku'l Avsat'taki yazıları kesildikten ve Al Arabiya'daki görevi bittikten sonra Amerikan müdahalesi sonucu görevine geri dönmüştür. Raşid, ABD ve İsrail çıkarlarını savunur da Siyonist basın onu savunmaz mı? Nitekim Yediot Ahronot, Abdurrahman Raşid'i baş tacı etmiş ve Arap basınının yenilikçi yüzü olarak takdim etmiştir. Teröre karşı mücadelede yazılı ve görsel basının hem yenilikçi hem de işbirlikçi yüzünü temsil etmektedir. Bu açıdan menendi az bulunur ya da hiç bulunmaz!
Abdurrahman Raşid hakkında al Misruyyun gazetesine konuşan Suudlu akademisyen ve yazarlardan Dr. Ahmed bin Raşid bin Said, Abdurrahman Raşid'in Arap basınında Siyonist söylemi seslendirdiğini ve bunu terviç eden başlıca unsurlardan birisi olduğunu ifade etmektedir. Bu bağlamda, Raşid nerede olursa olsun direnişle ve direniş söylemiyle alay etmektedir. Yazılarında Hamas'a hakaret başı çekmektedir. Buna mukabil, herkesi İsrail ve ABD'nin gücü karşısında eğilmeye ve teslim olmaya çağırmakta ve onun hilafına söyleyenlerle de alay etmektedir.
Bin Said'e göre de, yabancı müdahalelere çanak tutmakta ve onları ve eylemlerini meşru göstermektedir. Yazıları aşırılık, umutsuzluk ve terör ekseni etrafında dolaşmakta ve çeşitlenmektedir. Sözgelimi, Davos'ta Başbakan Erdoğan'ın Şimon Peres'e çıkışmasını diline dolamış ve eş Şarku'l Avsat'ta konuyla ilgili satırlarında Erdoğan'ın çekilmesini tiyatroluk ve mostralık bir gösteri olarak nitelendirmiştir. CFR'in diliyle konuştuğundan kuşku yok.
Sözgelimi, CFR Genel Sekreteri Richard Haas dünyadaki teröristlerin yüzde 99'unun İslam kökenli olduğunu söylemesine paralel olarak o da "teröristlerin tamamı ne yazık ki Müslüman kökenli' diyebilmektedir. Bu anlamda Al Arabiyya projesi Amerikalılar açısından Al Hurra Projesinden çok daha başarılı bir projedir ve üzerine titrense sezadır. Bundan dolayı ne İsrail ne de Amerikalılar Eş Şarku'l Avsat veya Al Arabiyya Kanalındaki adamlarını feda ederler ve ondan vazgeçerler. Yerine nasıl doldursunlar? Yenisini ikame etmek oldukça zordur.
Abdurrahman Raşid ülkesinin yardım faaliyetlerine de dokunduruyor ve tsunami sonrasında Endonezya'ya yapılan yardımın politize edildiğini ve kadınların başlarını örtmeye matuf bir etkinlik haline getirildiğini savunuyor. Keza Sıfır noktasına (Ground Zero) cami yapılmasına da karşı çıkmış ve bunu onaylayan Obama'yı da yazılarıyla paylamıştır. Bununla birlikte, kimilerine göre iade edilmeden önce görevinden alınmasının temel nedeni, Suudi Arabistan'ın kurucu dini anlayışı olan Vehhabiliği paylaması ve bu anlayışın aşırılığı beslediğini savunmasıdır. Al Arabiyya Kanalı'nda gösterime giren İslam ve Batı belgeseli belki de bardağı taşıran son damla olmuştur. Zira bu belgeselde Vehhabiliğin İslam'ın korkunç yüzünü temsil ettiği iddiası seslendirilmektedir. Bu belgeselle aslında Mardin'de İbni Teymiyye sempozyumu aynı planın parçaları gibi gözüküyor.