Laik rejimle uyuşma zorunluluğuna karşı çıkmayan AKP, Türk toplumunun laiklikle 'uzlaşma' şansıydı. Bugünkü krizin dengeleri bozup daha da aleni bir İslamcı- laik çatışmasına yol açıp açmayacağını bilmekse zor
Türkiye son zamanlarda peşi sıra gelen sarsıntılara sahne oldu. Ordunun bu kez tehditle yetindiği ve önceki dönemlerdeki gibi anayasal kurumları işlemez kılmak için müdahalede bulunmadığı doğru. Ancak, ülke İslami akımdan türemiş ılımlı muhafazakâr AKP'yle devletin laik kimliğini güvence altında tutan askeri kurum arasındaki koalisyonun yıkılması sonrası keskin bir krize bizzat girdi.
Bu koalisyon somut ekonomik kalkınma sağladı, bölgenin Irak savaşı sonrası yaşadığı şiddetli sarsıntıların olumsuz etkilerinden ülkeyi korudu ve son dört yılda istikrarı muhafaza etti.
Türkiye'de laik model olgunluk sürecine geçti. Bu model İslami akımlar tarafından tehdit edilmedi. Kısa süreli bir deneyimden sonra Refah Partisi'nin yerine ılımlı kanat geldi ve bu kanat, Avrupa'daki Hıristiyan Demokrat Partilere benzeyen muhafazakâr sağcı bir partiye dönüştü.
Ayrıca askeri kurumun kendisi de, İslami söylem kullanan gruplarla kısır mücadeleyi sınadıktan sonra, ılımlı İslami rengin siyasi renkliliğin değişmez parçası olarak kabul edilmesine daha gerçekçi yaklaştı. İroni şu: Laikliğe dayanan Türk demokrasisi, yüzde 34'lük destekle birinci gücü oluşturan ılımlı muhafazakârların bazı ideolojik yönlerini törpüleme ihtiyacı duyuyor. Öte yandan, bu ılımlı muhafazakâr akım, ordu, polis, yargı ve üniversite gibi laik yöntemin garantisi olan güçlerce etki altına alınan karar merkezinde demokratik meşruiyetinden tam anlamıyla yararlanamıyor.
Acaba bu kriz, Türk modeline son yıllarda biraz istikrar getiren dengelerin bozulduğu ve İslami hareketin mirasçısı akımla ordu ve laik kanatlar arasında aleni bir çatışma yoluna girildiği anlamına gelir mi? Bu soruyu yanıtlamak kolay değil. Ordu, başta darbe yapılmasına karşı hassas olan Avrupa olmak üzere, açık iç ve uluslararası sebeplerden ötürü demokratik meşruiyete karşı doğrudan müdahalede bulunamaz.
Belki de Erdoğan hükümetinin en büyük başarısı, Türkiye'nin Avrupalı kimliğini en fazla savunan taraf olmasıydı. Üstelik hükümet bunu, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkanların, AKP'nin iktidara gelmesiyle İslami Doğu'nun trajedilerinin Avrupa'ya ithal edilmesi yönündeki endişelerini güçlenmesine rağmen yaptı.
Türk toplumu, ülkeyi dini ve kültürel köklerinden sökmek isteyen Batılı politikaların başarısız olması sonrası, devletin laik kimliğiyle medeniyet kimliği arasında gerçekçi bir denge kurdu. Sistem gözden geçirildi, dini kurumların toplumun tercihlerini gözeterek 'esnetilmesi'yle ilgili yasalar çıkarıldı. Ayrıca siyasi seçkinler, AB projesinin engellere çarpmasının netleşmesi sonrası, İslami Doğu'ya açılarak tercihleri çeşitlendirmenin kaçınılmaz olduğunun bilincine vardı.
AKP Refah Partisi'nden epey farklı
Ayrıca yeni İslamcı kuşak selefinin uzantısı değil. Aksine Refah Partisi'nin söyleminden fiili olarak kopmuştu.
Refah Partisi'nin söylemi, Türkiye şartlarının özellikleri ve laik rejimle uyuşma zorunluluğuna rağmen başta Mısır'daki Müslüman Kardeşler cemaati olmak üzere Arap İslami hareketlerinin düşüncesinden uzak değildi.
AKP söylemiyse, laikliğe uysal bir yaklaşım içeriyor, İslam'a, siyasi bir meşruiyet inşa etmeksizin dayanıyor.
Özal şöyle diyordu: 'Türkiye'nin laikliği dayatma amaçlı savaşından çıkıp toplumla laik bir uzlaşma sağlamasının zamanı geldi'. Acaba bu uzlaşı Erdoğan'la gerçekleşti mi?