AKP'nin kurtuluşu tam demokraside

 
Güçlü iç mihrakların saldırısına uğrayan Erdoğan'ın verebileceği en iyi karşılık, özgürlükleri kısıtlayan her türlü yasanın kalkmasına destek açıklamak. Başbakan, ancak değişimden korkan bu kendinden menkul bir kliğe karşı tam demokrasi hedefini ilan ederse bu savaşı kazanabilir

Şu an Türkiye'yi sallayan derin kültürel ve siyasi çatışma, Yargıtay başsavcısının iktidar partisine kapatma davası açmasıyla yeni bir doruk noktasına ulaştı. Başbakan Erdoğan'ın buna verebileceği en iyi karşılık, Türkiye'deki özgürlükleri sınırlayan bütün yasaların kaldırılmasına desteğini açıklaması olacaktır.
Bu destek Erdoğan'ı 'miş gibi' yapar görünmekten çıkaracak ve değişimden korkan kendinden menkul bir kliğe karşı seçmenlerin iradesini korumak için mücadele eden gerçek bir demokrat haline getirecektir. Son aylarda Türkler, kadınların başörtüleriyle üniversitelere girip girmemesi gibi hassas bir sorunu tartışıyor. Ancak başörtüsü meselesi, Türkiye'deki hayatı yeniden şekillendiren tarihi sosyal devrimin muharebe cephelerinden sadece biri. Bu yeni savaş çok daha büyük riskler taşıyor.

Vesayet demokrasisi bitti

Başsavcı Yalçınkaya, iktidardaki AKP'nin 'laik devlete karşı faaliyetlerin odağı' olduğunu öne süren 162 sayfalık bir iddianame hazırladı. Anayasa Mahkemesi'ne, 550 üyeli mecliste 340 sandalyeye sahip olan partinin kapatılması ve Erdoğan'la Cumhurbaşkanı Gül de dahil, 71 liderinin beş yıl boyu siyasetten men edilmesi talebiyle dava açtı. Mahkeme de pazartesi günü oy çokluğuyla davayı görüşmeyi kabul etti ve Türkiye'de derin bir belirsizlik döneminin temelini atmış oldu.

İşin aslı şu: Son iki genel seçimi kaybeden güçler, seçilmiş hükümeti yargı yoluyla düşürmeye çalışarak karşılık veriyor. Göründüğü kadarıyla sadece yargının değil, ordunun da desteğine sahipler.

Yorumcu Yavuz Baydar, "Diğer bir deyişle, Türkiye demokrasisi bilinmeyen bir sonuca doğru muazzam bir krize sürükleniyor" diye yazıyor. Baydar'ın bazı meslektaşları ülkenin siyasi bir harakirinin eşiğine geldiği kanısında.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1923'ten sonraki ilk yarım asırda bir vesayet demokrasisi söz konusuydu. Perde arkasında gerçek iktidarı ellerinde tutanlar subaylar, bürokrasi ve yargıdan menkul bir kadroydu. İş dünyası İstanbul'da yerleşik holdingler tarafından kontrol ediliyordu. Hükümet bu holdinglerin para kazanmasına yardım etti ve bunun karşılığında bunların zengin sahipleri de ordu güdümlü demokrasi sistemini destekledi.
Ne var ki 1980'lerde Anadolu'nun ne zamandır uykuda olan kentlerinden yeni bir sınıf yükselmeye başladı. Yeni kurulan üniversitelerde eğitim gören, çoğunlukla Avrupa'da 'misafir işçi' tecrübesi yaşayan binlerce girişimci türedi ve ülkenin iç bölgelerinde zenginleşti. Zamanla ulusal ekonominin kontrolü konusunda İstanbul'un 'beyaz Türkleri'ne meydan okuyacak kadar güçlendiler.

Bu yeni sınıfa mensup olanların büyük çoğunluğu, eski seçkinlerin laiklik tutkusunu reddeden dindar Müslümanlar. Bir kez sosyal ve ekonomik güce ulaşınca, siyasi bir aygıt arayışına girdiler. Erdoğan'ın partisinde de bunu buldular. AKP onların gemisi. Eski yapının bu kadar çok korkmasının nedeni de işte bu.

Eski seçkinler geçen yıl iki kez hükümete darbe vurmaya çalıştı ve başarısız oldu. İlkin meclisin Gül'ü cumhurbaşkanı seçmesini engellemek için bir dizi manevra yaptılar. Hükümet erken seçime giderek karşılık verdi ve seçimden daha da büyük bir güçle çıktı.

Seçkinler bunun ardından müstakbel cumhurbaşkanlarının, ordunun önemli güce sahip olduğu bir süreç dahilinde meclis yerine halk tarafından seçilmesine imkân veren anayasa değişikliklerinin geçmesini önlemeye çalıştı. Bunu da başaramadılar. AKP'ye yönelik kapatma davası, Erdoğan'ı bir kez daha demokrasiyi savunduğu için okkanın altına giden mağdur rolüne yerleştirdi. Erdoğan bu rolden daima kazanç sağladı. Fakat son yaptıklarına bakıldığında, bu role hiç de yakışır görünmüyor.

Erdoğan ve partisi, Türklere bildiklerinden daha gelişkin bir demokrasi sundukları için övgüyü hak ediyor. AKP hükümeti halkın iradesini, geçen yıllardaki hükümetlerden çok daha fazla temsil ediyor.

Ancak ilk başlarda verdikleri onca sözün ardından, vaktiyle bağlı olduklarını söyledikleri özgürleştirici siyasi adımları atmakta başarısız oldular.
Türkiye'nin AB'ye katılım çabaları yavaşlamış durumda. Bunun nedeni kısmen Erdoğan'ın ülkesini tam demokrasiye götürmeyi reddetmesi. Meclis çoğunluğunu azınlık hakları üzerindeki baskıları, ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları kaldırmak için veya Kürt sorununu çözmek konusunda yeni bir yaklaşım geliştirmek için kullanmıyor.

Milliyetçiliğe esir olmamalı

Bu bir yanıyla Erdoğan'ın bu gibi adımların, son dönemde sesleri daha yüksek çıkan ve oylarını giderek artıran milliyetçileri kızdırabileceğini düşünmesinden kaynaklanıyor. Ancak Erdoğan milliyetçiliğe esir bir biçimde yönetmek yerine, hızı kesilen reform programını canlandırmalı.
Türkiye hükümeti, kendisini istikrarsızlaştırmaya ve devirmeye çalışan güçlü iç mihrakların saldırısı altında. Hükümet bu saldırıya, tam demokratikleşme hedefini kucaklayan coşkulu bir deklarasyonla karşı koymalı. Türkler o hedefe ulaşılmasını istiyor. Keza dünyanın geri kalanı da.

Kaynak: Radikal