AKP'nin orduyla ters düşmesinin bir nedeni de, Kürt sorununun ekonomik ve siyasi önlemlerin yanı sıra, Kuzey Irak'la diyalog yoluyla çözülebileceğini kabul etmiş görünmesiydi. Seçim öncesi, AKP orduyu iyice karşısına almamak için bu diyaloğu sürdürmekte gönülsüz davranabilir
Yeni cumhurbaşkanı seçimini çevreleyen siyasi gerilimin artmasıyla birlikte Türkiye, hem ülkenin laik bir demokrasi olarak iç evrimi hem de Batı'yla ilişkileri üzerinde derin etkiler yaratabilecek kritik bir döneme giriyor.
Ilımlı İslamcı Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığı Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi ve siyasi çıkmazı aşmak çabasıyla kasımdaki genel seçimler temmuza alındı. Fakat bu adımlar Başbakan Erdoğan'la kendisini laik devletin koruyucusu olarak gören ordu arasındaki gerilimi muhtemelen yatıştırmayacak.
Askeri harekât çözüm getirmez
Tam tersine bu gerilim Türk silahlı kuvvetlerinde Yaşar Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı'nı Hilmi Özkök'ten devralmasıyla başlayan değişimlerin sonucu olarak arttı. Özkök geri planda duran ve Erdoğan'la iyi ilişkiler geliştirmeye çalışan ılımlı bir şahsiyetti. Halefi Yaşar Büyükanıt'sa tam tersine, ordunun görüşlerini çok daha açıkça ortaya koymakta tereddüt etmeyen koyu bir laiklik yanlısı.
Büyükanıt, geçen ekimde İstanbul'daki Harp Akademisi'nde yaptığı konuşmada Türkiye'nin ciddi bir 'köktendincilik' tehdidiyle yüz yüze olduğu uyarısında bulunmuştu. Birçokları bu sözü, Erdoğan ve AKP iktidarına yönelik doğrudan bir eleştiri olarak okudu. Gerilim 27 Nisan'da, Genelkurmay Başkanlığı'nın yayımladığı ve Türkiye'nin siyasi düzeninin laik niteliğini korumak için gerekirse askeri müdahalede bulunulacağının üstü kapalı, fakat kuşkuya yer bırakmayacak biçimde dile getirildiği sert ve tehditkâr bildiriyle doruk noktasına ulaştı.
Bildiri bilhassa önemliydi, zira Türk Silahlı Kuvvetleri 1960'tan bu yana siyasi sürece dört kez müdahale etti; bunların sonuncusu 1997'de Başbakan Necmettin Erbakan'ın İslami eğilimli hükümetinin istifaya zorlandığı, yaygın olarak bilinen ismiyle 'postmodern' darbeydi.
Söz konusu gerilim, Büyükanıt'la Erdoğan arasında Türkiye'nin PKK liderliğindeki Kürt ayrılılıkçılarla mücadelesine dair baş gösteren farklılıklarla daha da şiddetlendi. Ordunun ülke bütünlüğüne ciddi tehdit olarak gördüğü PKK gerillalarının saldırıları, 1984'ten beri 35 binden fazla insanın hayatına mal oldu. 2006 başından beri PKK'nın düzenlediği saldırılardaysa birçoğu güvenlik güçlerine mensup 600 kişi hayatını yitirdi.
Can kayıpları arttıkça ordunun sabrı da azalmaya başladı ve Erdoğan PKK'ya karşı tek taraflı askeri harekât düzenlemesi konusunda giderek artan baskılara muhatap oldu.
Büyükanıt 12 Nisan'daki basın toplantısında da PKK'yı yok etmek amacıyla Kuzey Irak'a askeri harekâtın 'gerekliliğinden' ve 'faydalı olacağından' dem vurdu. Sözleri, ordunun ABD'nin somut destek vermemesinden dolayı rahatsızlığının arttığını ve Irak'taki PKK üslerine karşı sınırötesi operasyon emri vermesi için Erdoğan üzerindeki baskıyı artırmayı amaçladığını gösteriyordu.
Fakat Türkiye'nin Kürt sorunu askeri araçlarla halledilemez. Ancak Türk hükümetiyle Iraklı Kürt liderler arasında diyalogla, Türkiye'deki Kürt nüfusunun hayat şartlarını ve haklarını geliştirmeyi amaçlayan ekonomik ve siyasi önlemlerle çözülebilir. Görünen o ki AKP hükümeti bunu kabul ediyor ve son dönemde Iraklı Kürt liderlerle diyalog başlatmaya niyetli olduğunu da gösterdi. Ancak ordu, Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi ve Irak Devlet Başkanı Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin PKK'ya maddi ve siyasi destek verdiği gerekçesiyle Iraklı Kürtlerle üst düzey diyaloğa karşı çıkıyor.
Ordunun Türk siyasetinde, bilhassa da hassas ulusal güvenlik meselelerinde oynadığı kilit rol göz önüne alındığında, Erdoğan başarılı olabilecek herhangi bir girişim için ordu desteğine veya en azından rızasına ihtiyaç duyacak. Bu yüzden de orduyla gerilimlerin had safhada olduğu bir dönemde Iraklı Kürtlerle bir diyaloğu sürdürmek konusunda gönülsüz davranabilir.
Cumhurbaşkanını halk seçmeli
Erdoğan mevcut krizi yatıştırmak için erken seçim çağrısı yapmasının yanı sıra, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi için gerekli yasal değişiklikler doğrultusunda da adım attı. Bu cumhurbaşkanına daha güçlü meşruiyet ve bağımsızlık sağlayacak, öte yandan belli bir partinin gündemini takip edeceği yönündeki korkuları da azaltacak.
Ayrıca, Türkiye olgun, modern bir demokrasi olacaksa, ordunun siyasette daha az müdahaleci bir rolü kabul etmesi gerek. Bu istikamette bazı adımlar atılsa da, mevcut kriz bu noktaya ulaşmak için daha uzun bir yol kat etmesi gerektiğini gösteriyor.