Akıl, mantık ve insaf … bulunur mu?

Akıl, mantık, iz"an, insaf ve sağduyu…  bulunur mu?

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini ibretle izlemeye devam ediyoruz. Dile getirilen görüşleri tarih için kayıt altına almalıyız. Meşru olmadan bir meşruiyet nasıl sahneye konulur, bunu izleme ve dersler alma adına hüzünle takip ediyoruz…

Olayın sıcaklığı geçti sayılır! Artık görüşlerimizi daha rahat ve yanlış anlamaya mahal bırakmadan ifadeye kavuşturabiliriz. En azından toplumun büyük kesiminde aklıselim oturmuş durumdadır. Bu aklıselim ile meydana gelen siyaseti değerlendirmeye başlayalım…

Burada isteyeceğimiz küçük bir şey; biraz akıl, biraz mantık, biraz iz"an, biraz insaf ve biraz da sağduyudur… Niçin mi bunları istiyoruz? Çünkü söylediklerimizin doğru ve yeterli düzeyde anlaşılması adınadır.

Meseleyi iki açıdan değerlendirmeye almanın gerekli olduğunu düşünüyorum!

Birincisi CHP ve onun temsil ettiği militarist bürokratik güç! İkincisi ise merkez sağ politikalar yaptığını söyleyen DYP VE ANAP: Yani yeni adı ile DP! Diğer politik figürleri de unutmuş değiliz, ancak bu politik figürlerin değerlendirme yeri burası değildir(kesinlikle küçümseme veya hor görme anlamında değildir).

Öncelikle şunu hatırlatmakla işe başlamalıyım!

Türkiye de mevcut siyaset veya benzeri bütün güçler, hukuku sadece kendilerine yönelik olduğu zaman tartışmaya açarlar, rakiplerine yönelik olduğu zamanda savunurlar. Örneğin; darbe, muhtıra, yürüyüş ve toplantı yapma, miting vb. gibi eylemler söz konusu olduğunda; kendilerine yönelik olduğu zaman ile rakiplerine yönelik olduğunda aynı tepkiyi vermezler. Maalesef bu futbol kulüplerine kadar sirayet etmiş bir durumu içerir. Bu tespit önemlidir. Ve hayatımızın merkezini oluşturur. O yüzden sağlıklı bir ekonomik yapı, siyasal yapı, sosyal yapı ve bilimsel yapı oluşturulamazdır.

Gelelim cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki politik figürlerin tavırlarına; özellikle CHP de somutlaşmış bu muhalefet; Kemalist, laik ve solcu olarak nitelenirler. Toplumun ise sadece % 25–30 arasında bir taraftara sahip iken bunun katı boyutu ise % 10lar civarındadır. Yani son Ecevit"li DSP"yi hariç tutacak olursak ki onun iktidara gelmesinde saygılı laiklik söylemi ile birlikte kendisine verilen bölücü başı Apo"yu hesaba katmalıyız! Solun normal bir seçim süreci ile iktidara gelmesi mümkün görünmemektedir. Hem iktidara gelme imkânın yok ve hem de devlet iktidarını bir şekilde elinde tutman gerekmektedir. İşte bu bize 28 Şubat Post-modern darbesini açıkladığı gibi 27 Nisan sanal muhtırasının da iç yüzünü göstermiş olacaktır.

Fakat burada kendilerine meşru bir zemin bulabilme adına 1900lerin başından itibaren imdatlarına yetişen İrtica yaygaraları yetişecektir. Başbakan, Meclis Başkanı, Bakan olan bu insanlar cumhurbaşkanı olamazlar; niye? Çünkü bunlar rejim krizi yaratıyorlar! Sığındıkları tek şey bu… Yazık, gerçekten yazık! Meşru bir seçimden galip çıkmış, hükümet kurma yetkisi almış, Millet Meclisi Başkanı seçmiş, Bakan atamış, devlete ait mülkleri, ticari kuruluşları ihale yoluyla satışa sunmuş; içeriye ve dışarıya! Bütün bu yaptıkları meşru! Ama cumhurbaşkanı seçemez, bu meşru değil, rejim krize girer! Öyle mi? Peki bu güne kadar aklınız neredeydi diye sormazlar mı size?

Demek ki sorun rejim krizi meselesi falan değil; ellerindeki bürokratik gücün gitmesi sorunudur! Bunun altını kalın bir şekilde çizmeliyiz. Yok, efendim! Bizim laik yaşam tarzımıza yönelik baskı, saldırı, ortadan kaldırma eylemlerine girerler. Merhum Turgut Özal ile birlikte 1983 yılından beri bu yaveyi geveleyip duruyorlar! Ama dişe dokunur bir tek örnek veremiyorlar. 1994 yılında mahalli seçimlerde İstanbul belediye başkanlığını kazanan Recep Tayyip Erdoğan olunca yine kıyametler koptu! Peki, bunca yıldır ne oldu? Bir tek yaşam tarzına yönelik bir saldırı, dayatma ve tehdit oldu mu? Tehdit algılaması var ya denecek olursa bunun izahı; psikoloji, sosyoloji ve siyaset bilimi açısından da yapılması zor bir durumdur. Şu meşhur "Türkiye özel siyasi şartlara haizdir" mazereti sanırsam burada da devreye girmek zorunda!

Demek ki CHP ve onun temsil ettiği Militarist Bürokratik gücün nedeni belli! Ellerindeki kalan tek imtiyazı kaybetme korkusu! Bu anlaşılır bir şeydir. Ama DYP ve ANAP gibi "yeter söz milletindir" geleneğine sahip olan merkez sağ parti oldukları iddiasında bulunan bu iki partinin tavrını nasıl açıklayabiliriz? Şu dile getirilebilinir! Sağ genel itibarı ile pragmatist bir yapı taşır, dolayısı ile de bu iki partimizin; bu seçim sürecinde gerçek rakipleri olan Ak Partinin yara alarak çıkmasını dileyerek onun mirasına konma arzusu içinde idiler! Bu yargı fena değil! Ancak "yeter söz devletindir" durumuna düşen bu iki partinin güzide liderleri şunu bilmezler mi ki, "bir harakiri" olmaktan başka bir şey olmayan bu siyasi tavırları ciddi anlamda kendilerini sandıkta zora sokacaktır.

Siyasi beklentiler bazen insana böyle azizlikler yapar!

Sonuçta hangi şartlarla ve Saiklerle olursa olsun CHP ve DP adını alan oluşumun yaptığı siyaset; siyasi olarak şık, etik, estetik ve ilkeli değildi! Ak partinin siyasi eylemleri arasında elbette ki bizim kabul etmeyeceğimiz bir sürü şey olabilir. Ancak hiçbir şey bize meşru siyasi bir temsiliyyete bu siyasi oyunbozanlık yapma hakkı vermez…

Sözlerimi Türkiye"nin önemli İslamcı Aydınlarından Ali Bulaç Bey ile yapılan bir söyleşinin sonuç bölümü ile bitirelim…

“Ak partiyi tasvip ettiğimizden dolayı değil ama siyasetten yana tavır koymak adına, “Hepimiz Ak Parti”liyiz gibi bir hassasiyet geliştirirsek, bu darbeci anlayışın karşısında güçlü durabiliriz.”

Elbette ki bu muhtıra sürecinde karşı duruşunu esirgemeyen Politikacının,  gazetecinin, aydının ve sivil toplum örgütlerinin haklarını teslim etmek zorundayız. Bu haklı karşı koyuş bize geleceğimiz için aydınlık ufuklar işareti veriyor…

“Korkunun ecele faydası yoktur”;  haktan, haklıdan ve hukuktan yana tavır koymalı, haksızlığa, hukuksuzluğa karşı; ama kimden ve nereden gelirse gelsin karşı koyarak daha yaşanılır bir dünya kurabiliriz