AK Parti'nin geçiciliği

Kişilerde ve organizasyonlarda fikir mi eylem mi ikileminde çoğunlukla “denge” savunulsa da biri diğerine göre daha fazla ön plana çıkmaktadır genellikle. Salt fikir hareketi olan çalışmalar savunulan fikre layık değişimleri doğuramamakta, eylemde yoğunlaşmış hareketler ise bir süre sonra yaptıklarının eksikliği ya da fazlalığı çatışmasını yaşamaktadırlar.

 

Bir eleştiride, eleştirinin ve eleştirilenin doğru anlaşılmasının önündeki en büyük engellerden ikisi güç ve matematiksel başarıdır. Modern dünyada paranız kadar güçlü ve istatistiklere girilebildiğiniz oranda başarılı kabul edilirsiniz. Hatta biraz mizahla ifade edersek; google’daki listelemede isminiz ne kadar kabarıksa o kadar iyisinizdir. Hal böyle olunca istatistiklerde tavana vurmuş bir partiyi eleştirmek kolay (diğer tabirle moda) olsa da doğru ve amaca matuf algılanmak epey zor olsa gerek. Kaldı ki biz, Ak Parti’nin geçiciliğini ele alırken aslında hayata dair bir şeyler söyleyebilecek ve yapabilecek olanların da yetersizliğinden bahsetmiş olacağız, dolaylı da olsa.

 

Kuşkusuz Ak Parti* büyük ölçüde İslamcı gelenek üzerine kurulmuş ve bu potansiyelin dinamizmiyle bugünlere gelmiştir. Her ne kadar Batı’da ve İslam dünyasında Ak Parti’den “İslamcı parti” diye bahsediliyor olsa da bu gün itibariyle Ak Parti’nin “İslamcı parti” olup olmadığı meselesi, üzerinde durulmayı hak etmeyen bir meseledir. Dolayısıyla biz bu yazımızda Ak Parti’nin ideolojik algılanması (ideolojik “tercih”inden bahsedemeyeceğimiz için “algılanma”sı dedik) yerine daha çok Ak Parti’nin eksik/yanlış algılanması hatta algılanamayan tarafları üzerinde durmaya çalışacağız.

 

Milli Görüş camiası içerisinde yenilikçilik-gelenekçilik tartışmalarının başladığı dönemden itibaren, ortaya çıkacak yenilikçi kanadın temel argümanları üzerinde düşünmeye gayret etsem de yenilikçilerin kayda değer bir düşünsel zemine yaslanmadıklarını daha ilk günlerden fark etmekteydim. Kanaatimce çıkışlarında yenilikçilere en önemli (en esaslı) eleştiriyi yapan Kurtulmuş, “yenilikçi arkadaşlar hep ne olmadıklarını anlatıyorlar. Oysa ne olduklarını anlatmalılar…” diyerek bu çıkışın, belirleyen bir çıkış olmaktan ziyade belirlenen ve edilgen olduğunu adeta ifade ediyordu. İşte bu dönemde görüştüğümüz dostlarla meseleleri tartışırken yenilikçilerin parti ya da hareket olmak arasında çatışma yaşayacaklarını eğer parti olurlarsa bir partinin ulaşabileceği başarıya elbette ulaşabileceklerini ama hareket olamadıklarından dolayı da etkilerinin kalıcı olamayacağını paylaşmıştık. Hareket olmanın da en temel iki unsurunun olduğunu; bunlardan birinin, bir fikre dayanmak, diğerinin ise gençlik örgütlenmesini oluşturmak olduğunu sıklıkla müzakere etmiştik.

 

Parti’nin hızlı kurulması, jet hızıyla seçime girmesi ve aniden iktidar olması -fikir temelleri sağlam olmasa da örgütçülük geleneği güçlü olan- Erdoğan’ı, birçok konuda temeli sağlam olmayan büyümelere zorlamıştır. Fakat iktidar sonrasında bu açığı kapatmaya yönelik teşebbüsler söz konusu olmuştur. Öncelikle partinin herhangi bir fikre dayanması zorunluluğu fark edilerek -daha çok- Akdoğan öncülüğünde “muhafazakar demokrat” diye adlandırılan bir çalışma yürütülmüş fakat bu çalışmalar bir kitap, bir sempozyum ve birkaç medyatik tartışma/değerlendirmenin ötesine taşınamadan yüzeysel ve sadece ihtiyaç duyuldukça kullanılan bir söylem olarak kalmıştır.

 

Partiler insan unsuruna dayandığından ve insan unsurunun sürekliliğini sağlayacak olanlar da gençler olduğundan, kalıcı bir partinin gençlik örgütlenmesinin sağlam ve uzun vadeli olması gerekliliği ortadadır. Erdoğan gibi örgütçü gelenekten gelen bir yöneticinin bunu fark etmemiş olması pek de mantıklı görünmemektedir. Gözlemleyebildiğim kadarıyla gençlik örgütlenmesine ilişkin birinci iktidar sonrasında partinin -özellikle İstanbul kanadının- önemli bazı girişimleri olmuştur. Fakat bu girişimler önemli iki sebepten dolayı başarılı olamamıştır; Örgütlenmeyi yapacak genç kadronun kuşatıcı bir potansiyele sahip olmaması ve gençlik örgütlenmesinin dinamizmi olacak fikri temellerin oluşturulamamış olması.

 

Ak Parti’nin geçiciliğine işaret eden en önemli noktalardan biri de yukarıda saydığımız iki önemli eksikliğin doğurduğu bir sonuç olarak; sadece Misak-ı Milli sınırlarına hitap eden bir organizasyon olma sınırlılığını devam ettiriyor olmasıdır. Elbette seçimlerdeki başarılar ve bazı dış politika atraksiyonları (yazının başında da değindiğimiz gibi) dış dünyayı etkileyecek hususlardandır. Buradaki “etkileyicilik” in de yüzeyselliğini (yani geçiciliğini) göz önünde bulundurmak durumundayız. Zira sadece diplomasi ve medya üzerinden oluşturulan etkilemenin kalıcılığından bahsetmek gerçekçi olmaz. En köklü ve kalıcı etkileyicilik (bütün iletişim teknolojilerine rağmen/beraber) insan unsurunu hesaba katarak yapılan etkileyiciliktir. Yurtiçinde olduğu gibi yurtdışında da Ak Parti, insan unsuruna dayanan organizasyonunu kuramamıştır ki netice itibariyle en önemli söylemleri olan “küreselleşme” yle dahi tezat teşkil eden bir manzara çıkmaktadır karşımıza.

 

Ak Parti’nin yapısal ve fikirsel sorunlarına ilişkin bu bölüme kadar anlatmaya çalıştığımız eksiklikler, bir o kadar önemli “dayanak problemi” ile bir araya gelince, bu gün için tam beğeni toplayan bir siyasi partinin birkaç yıl sonrasına ilişkin tahminlerimizi farklı oluşturmaktadır. Ak Parti’nin zihinsel anlamda dayanağının ne olduğunu tespit etmek için birinci iktidar dönemindeki uygulamalara ve uygulamamalara bakmakta fayda var. Ayrıntısına girmeyi düşünmediğim bu bölümde, seçim öncesinde Ali Bulaç’ın yine Dünya Bülteni’nde 5 ana bölüm halinde Ak Parti uygulamalarını eleştirmesine atıfta bulunarak diyebiliriz ki parti, iktidarın zorluklarına rağmen adeta kendi kuruluş temellerini yok sayarcasına öncelik zeminini yavaşça kaydırmış ve zihinsel dünyasını daha bir belirsiz hale getirmiştir. Şüphesiz bu belirsizlik, 22 Temmuzda partinin avantaj hanesine yazılmış ve halen görece olarak avantajlılığını sürdürmektedir. Fakat bu belirsizlikten fayda elde etmek, zaman içerisinde önemli bir dezavantaja dönüşecek gibi görünmektedir.

 

Ak Parti (yukarda da bahsettiğimiz gibi) İslamcı gelenek üzerine bina edilmiş bir yapı gibi görülmektedir. Bugün temeller üzerinde farklı tanımlamalar yapılsa da İslamcılığın, en önemli karakteristiğinin “tepkisellik” olması Ak Parti’ye de sirayet etmiş bulunmaktadır. Tepkiselliğin görece gerekli olduğunu düşünenler, yüzyıllık bir tarihe baktıklarında dönemsel faydadan öte getirisi olmadığını göreceklerdir. Dolayısıyla bir çalışmayı esas başarılı kılacak olan inşa edicilik özelliğidir. Salt etki-tepki zıtlığı üzerinden iş yapıyor olmak, gönle ve güne hoş gelmekte fakat fikre, insana ve yeryüzü coğrafyamıza dair kalıcı işler çıkmasına olanak tanımamaktadır.

 

Tepkisellik kadar olumsuz diğer bir husus da yukarıdaki tespitlerimize bağlı olarak, kültür-ahlak dünyasına katkıda bulunmanın zorluğuna katlanmak yerine kulağa hoş gelen ve alınıp kopyalanması kolay olan, eskilerde modernizm, şimdilerde globalizm diye adlandırılan süreçlerin uygulayıcılığını yaparak hayırlı ve meşru bir iş yapıyor görünmek ya da algılanmaktır. Daha yüzyıl öncesine baktığımızda; sömürgeciliğin ilkel halkların kurtuluşu, batılılaşmanın ise ulusların gelişimi anlamına geldiğini tarihin acı sayfaları olarak hatırlarız. Aynı ideolojik süreçlerin devamı olan modernleşmeyi ve küreselleşmeyi kolayımıza geldiği için ya da alternatifini oluşturacak emeği vermek istemediğimiz için kopyalamak (hatta neredeyse bu misyonun en iyi uygulayıcısı olmak) bu gün için hepimize güzel görünmektedir. Tarihsel ve toplumsal gelişimlerin etkisinin, kuşaklarda ortaya çıktığını hesaba kattığımızda üretmek yerine tüketmenin ve taklit etmenin acısını korkarım ki çocuklarımız ve torunlarımız çekeceklerdir.

 

Ak Parti üzerinden yapılan eleştirilerin -çoğunlukla-  kıyamet senaryosu gibi algılandığının ve tepkisellikle açıklandığının farkındayım. İşte tam da bu noktada, başta değindiğimiz “hayata dair bir şeyler söyleyebilecek ve yapabilecek olanların” eksikliğini tekrar hatırlamak ve bunun üzerinde kafa yormak gerektiğini düşünmekteyim. Hangi sosyal ya da siyasal organizasyonda olursa olsun, kutsal değerlerin bağlayıcılığına inanan, hayata dair sorumluluk iddiasında olan herkesin kalıcı olabilecek fikir ve organizasyon üzerinde kafa yorması gerekmektedir. (Bu bağlamda Mustafa Özel’in son röportajına bakmakta fayda var).

 

Hareketler parti doğurabilir ama salt partiden ibaret olan organizasyonlar hareket doğuramazlar. Partiler geçicidir fakat fikre dayanan hareketler, insan kuşaklarını da kuşatarak nesiller boyu devam ederler…

 

 

 

* Ak Parti eleştirisini “akepe” ifadesi üzerinden sembolleştirerek eleştiriyi yüzeyselleştirmek yerine “akparti” diyerek asıl amacımızın bağcı dövmek olmadığını ve semboller üzerinde yapılan kavganın, asla ilişkin eleştirilerin de önünü kestiğini hatırlamakta fayda var.

 

 

 

 

halitsarican@yahoo.com