2. Dünya Savaşı sonrasında Büyük Britanya, -Margaret Thatcher'ın "şu banal ve bürokratik baskı araçları, acımasız vergiler, millileştirme ve baskıcı düzenlemeler" dediği üzere- tam ve pervasız bir solculuk uygulamasıyla doluydu. Bunun neticesi de işlevsizlik, çürüme, kasvet ve moral bozukluğu oldu. Solun önde gelen adamları vaatlerde bulunmuşlardı ve bu vaatler boşa çıkmıştı. Gazeteci Colm Brogan, "[Maliye Bakanı] Sir Stafford Cripps zenginlik ve mutluluğu arttırmak için her nereyi denerse denesin, ot bir daha bitmez" dedi.
Thatcher enkaz arasında sessizce yaşamayı reddetti. O, hem gürültülü hem de özgürlükçü bir demokratik sosyalizm eleştirisi geliştirdi. Oxford'da F. A. Hayek'in devlet planlamasına eleştiri olan "Köleliğe Giden Yol"u okudu, bu hayatı boyunca onu etkiledi. Sonra Karl Popper'in "Açık Toplum ve Düşmanları"na rastladı, bunun sahte sosyalizm "bilimini" teşhir ettiğine inandı. Thatcher bu serbest piyasa teorilerine şen ve tahrip edici bir coşkuyla sarıldı. Aneurin Bevan, Muhafazakarları "fareden daha aşağı" diye suçladığı zaman Thatcher ve diğer genç eylemciler, küçük mavi fareler şeklinde "fare" rozetleri taktılar.
Ama bu özgürlükçü inanışların yanı sıra, ya da belki de bunların altında, kuvvetli bir dini akım vardı. Thatcher, Metodizmi "istikrar çapası" olarak tanımladı. "Entelektüel dini yapımda en çok etkisi olan" kişi dediği C.S. Lewis'e rağmen o, aklen erişilebilir bir Doğal Yasa fikrine maruz kalmıştı.
Bu özgürlükçü ve dini eğilimler, kariyerinin ilk zamanlarında büyük ölçüde birbiriyle bağdaşmaz görünüyordu. Thatcher otobiyografisinde "hukukun üstünlüğü prensibi altında sınırlı bir hükümet"in tam anlamını idrak etmesinden uzun zaman önce, "sosyalizm hakkında cevap verilemez eleştiriler" benimseyerek, ilkinin kendisini serbest piyasacı, ikincisinin de ahlakçı yaptığını itiraf etti.
Thatcher genç bir milletvekili olarak eşcinsellik ve kürtajın yasal hale getirilmesini en sert şekilde destekledi. O, bunu kanunlardaki "bozukluklar ve haksızlıklar"ın yeniden ele alınması olarak kabul etti. Ama o, daha sonra şu hükme vardı: "Şimdi ben bunlara çok dar açıdan baktığımızı görüyorum... 1960'ların tüm 'liberal' reformlarını birlikte alırsak bunlar tek tek olduklarından daha fazlasını ifade ederler. Bunlar genç nesil için, içinde hareket edecekleri radikal bir yeni çerçeve temin ediyor görülüyorlar."
Ailenin bozulması, refah bağımlılığı ve suçtaki kültürel enkazı araştıran Thatcher, "işleyen bir özgür toplum değerlerden âri olamaz" görüşünü savundu: "Özgürlük, bazı ortak inanç kurumları, kilise, aile ve okuldan gelen bazı manevi miraslarla ahlaki bir çerçeve içinde tatbik edilmezse kendisini tahrip eder." Bu, Edmund Burke'dense daha az Hayek ya da Popper'dır: "Erkekler, sivil özgürlükler için, arzularına manevi zincirler koymada yaradılışlarıyla doğru orantılı olarak daha ehildirler."
Thatcher'ın asıl alakası, Hristiyanlık değerleri değil, Victoria dönemi erdemleriydi -"tutumluluk, kendisini disipline sokma, sorumluluk, kendisiyle gurur duyma ve topluma karşı yükümlülük." Bunlar dini olmayan kaynaklardan da gelebilirken Thatcher, "Hristiyanlıktan başka bir şeyin, toplumun yeniden ahlakileştirilmesi için Batı'da çoğu insana gerekli erdemi çok pratik şekilde sağlayabileceğini tahayyül etmeyi zor" buldu.
Thatcher bu mesajı, çoğunlukla Edinburgh'a bakan dik uçuruma inşa edilmiş İskoçya Kilisesi Toplantı Salonu'nda 1998 senesinde yaptığı konuşmalardan seçmeler ihtiva eden "Tepe Üzerinde Vaaz"da geliştirdi. O, söylediklerini onaylamayan din adamlarından oluşan sessiz dinleyicilere, serbest piyasa ve demokrasiyi Hristiyanlığın manevi sorumluluk görüşüyle en tutarlı mefhumlar olarak müdafaa etti. "Ferdi sorumluluğun kabulüne dayanmayan her sosyal ve ekonomik düzenleme, zarardan başka bir şeye yol açmayacaktır."
Ama tek başına özgürlük yeterli değildir. Thatcher, "Yahudi-Hristiyan geleneğinin gerçekleri sonsuz derecede kıymetlidir. Ben buna inandığımdan değil, gerçek böyledir. Bunlar ayrıca kelimenin gerçek anlamıyla, tek başına uzun süredir peşinde olduğumuz barışa götürecek ahlaki ivme sağlarlar... Demokratik toplumlarda erkek ve kadınların kalplerine, bunlardan daha büyük bir şeyden çağrı gelmedikçe demokrasi için pek ümit yoktur" dedi.
Thatcher'ın İngiltere'de açıkladığı türde modern, tüketici kapitalizmi geleneksel bağ ve kuralları gevşetirken serbest piyasanın sorumlu, kendine güvenen, ahlaklı vatandaşlara bağlı olması modern hayatın büyük bir paradoksudur. Özgürlük erdem gerektirir, erdem meydana getirmez hatta erdemin altının oyulmasına yardımcı olur. İşte serbest piyasacı Thatcher'ın ahlakçı Thatcher olması bu yüzden gerekti.
Kaynak: The Washington Post
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas