Ordu Afganistan'dan kazanarak dönmüyor. Afganistan halkıysa zorluklarla mücadele ediyor. Yabancı acımasızca savaşıyor; yabancı askerler olmayınca da Afganlar etnik ve mezhepsel temas hatları üzerinde bizzat kendileri savaşıyor. Afganlar yabancılara karşı zafer elde etmek için ölesiyle çarpışıyor, sonra da bu zaferi boşa harcayıp kendi kanlarında boğuluyorlar.
Afganistan her türlü deneyime sahne oldu. 'Mücahitler' yıllar boyu Sovyetler Birliği'nin ve Kızıl Ordu'nun hazinesini tüketti. Sonrasında ABD'nin Sovyetler'i cezalandırdığı dönemde Pakistan da mücahitlere kucak açıyordu.
Bugün dünya bir başka sahneyi izliyor. ABD Afganistan'daki acımasız savaşta ikilem içinde. Afganistan'ın coğrafyası ve bileşenleri nedeniyle net ve ezici bir zafer imkânsız. Fakat Batı, Molla Ömer ve Usame Bin Ladin'in güçlü olduğu bir Afganistan'dan çekilemez. Böyle bir çekilmenin İslam dünyasında yol açacağı artçı sarsıntılar da Batı'nın kaldırma gücünün üstünde olacaktır. ABD Başkanı Barack Obama, şiddetin ve yolsuzluğun zehirlediği bu ülkelerin ortasında şaşkın vaziyette duruyor. Ne bugün çekilme gündemde, ne de yarın zafer mümkün.
Yakın ve uzak ülkeleri ilgilendiren tek savaş Afganistan değil. Bu savaştan ayrı değerlendirilemeyecek komşu savaşlar var. Pakistan'daki savaş, ordunun Afganistan'a paralel Veziristan bölgesinde başlattığı kara saldırısıyla yeni bir sürece girdi. Bu savaş da yakın ve uzak ülkeleri ilgilendiriyor. Dünyanın bir başka bölgesindeki savaşı da unutmamalı: Yemen'de yaşananlar da hem uzak hem yakın ülkeleri ilgilendiriyor.
Bu arada Afganistan, Pakistan ve Yemen arasında ortak bir nokta var. Afganistan'daki Taliban rejimi Kaide'ye güvenli sığınak sunduğu, New York ve Washington saldırıları sonrası Kaide'yi bırakmayı reddettiği için cezalandırıldı. Ancak Afganistan savaşı Pakistan'ın derinliklerine girilmeksizin açılamayacağından, 'terörle savaş'ta ve dolayısıyla Afganistan savaşında ilk andan itibaren bir Pakistan savaşı da patlak vermiş oldu. Pakistan bugün önceki başarılarının, mücahitlerle Taliban'ı üretmesinin ve Afganistan'ı özellikle de Hindistan'a karşı kullanmasının faturasını ödüyor. Zira Pakistanlı yetkililer bugün Pakistan Taliban'ı ve beraberinde Kaide'yle karşı karşıya kaldı.
Yemen'de de Huthilerle savaşın etkisiyle ve güneydeki ayrılıkçı çağrılarının belirmesiyle devletin otoritesinin azalması, Kaide'ye Somali'nin verdiğinin kat kat üstünde bir fırsat verecektir. Ayrıca gerek coğrafya, gerek savaşan grupların kimliği, gerekse de bölgede ve İslam dünyasında bir süper devlete dönüşme emelleri nedeniyle, İran'ın bu üç savaşla da ilgilendiğini gözlemlemek mümkün.
Dünya Pakistan'ın dağılmasını veya nükleer silahlarının tehdit altına girmesini kaldıramaz.
Bölge de Yemen'in dağılmasını, merkezi yönetiminin zayıflamasını ve topraklarının bir kısmında Kaide'ye koruma sağlamasını kaldıramaz. Molla Ömer'i Kabil'e mutlu bir şekilde ve Usame Bin Ladin'i destekleyerek dönerken görmek de kaldırılamayacak bir manzara.
Bu üç savaşta da endişeler birbirine karışmış durumda. Terör, aşırılık, nükleer güvenlik, petrol güvenliği, bölgesel roller, tek süper gücün heybeti... Bu savaşların üçü de hem uzak, hem de yakın ülkeleri ilgilendiriyor. (Londra'da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 19 Ekim 2009)
Kaynak: Radikal