Afganistan emperyal proje mezarlığı

Afganistan'daki Britanya ve Batı varlığıyla ilgili bir nokta kesin: Başarısız olacak. Tek belirsizlik, bunun ne zaman gerçekleşeceği. Birkaç yıl daha sürüncemede kalabilir, fakat er geç görevin başarılmasının imkânsızlığına dair genel bir idrak söz konusu olacak.
Bu, son 15-20 yılın tuhaf askeri çılgınlıklarından biri. 11 Eylül saldırıları olmasaydı, Afganistan işgali hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. ABD'nin öfkesi ve intikam arzusu için askeri bir çıkış bulması gerekiyordu ve seçilen hedef Afganistan oldu; hedefler Usame bin Ladin'i yakalamak ve Kaide'yi yok etmekti. Bu (her daim saçma ve aşırı olan) 'terörle savaş'tı. Birinci hedefe hiç ulaşılmadı, ikincisiyse her zamankinden daha ulaşılmaz ve bu arada NATO birlikleri Taliban'a karşı sonu olmayan bir savaşa sürüklenmiş durumda.
Bin Ladin'i yakalamanın veya öldürmenin ve Kaide'yi yok etmenin haricinde, bu savaşın hedefleri hiçbir zaman açık değildi. Yıllar boyunca, Afganistan'ı Batı tarzı bir demokrasiye dönüştürmek ve Afgan kadınlarını çarşaftan kurtarmak gibi uyanık ve sefil fikirler ortaya atılıp duruldu. Ha gayret!

Liberal müdahale modası bitti
Bunun gibi askeri maceralarla ilgili sorun şu: Başlatmak görece kolay, fakat kaçıp kurtulmak son derece zordur. Bu tür macerelar kendilerine has bir zorunluluk mantığı üretir: Hiçbir komutan başarısız olduğunu kabul etmekten hoşlanmaz; hiçbir hükümet ülkeyi çıkmaz bir sokağa sürüklediğini itiraf etmek istemez. Ancak Afganistan görevinin başarısını ölçmek için kullanılan hangi kıstasa baksanız, görevin çoktan çuvalladığını ve gelecekte de başarılı olmayacağını görürsünüz. Bin Ladin asla yakalanmayacak; Kaide Afganistan içinde ve başka yerlerde faaliyetine daha da rahat biçimde devam edecek; ve Afganistan Batı tarzı bir devlet haline gelmeyecek. Daha da ciddi olanıysa, bugün NATO birlikleri esaslı bir yerli güçle kanlı ve müzmin bir savaş yürütürken en nihayetinde sadece tek bir kazanan olabilir: Taliban.
Obama yönetimi Afganistan'daki savaşı kızıştırma kararıyla yanlış bir adım attı. Bunun sebebi muhtemelen, ülke içindeki aleni siyasi sebeplerden dolayı hem Irak hem de Afganistan'dan aynı anda çekilemeyeceğini düşünmesiydi. Bedel gerçekten de ağır olacak. Müttefikiyle lakayt ilişkisi değerlendirildiğinde, Amerikalılar ne yapıyorsa elbette Britanya da onu yapacaktır. 1945'ten bu yana Britanya dış politikasının en akıl almaz niteliği, her türden bağımsız irade veya inisiyatifin adamakallı kaybedilmiş olmasıdır.
Küresel önemimizin ve geçerliliğimizin sürdüğünü teyit etmenin yolu mahiyetinde Amerika'nın eteklerine yapışmak ihtiyacı, Britanya'nın imparatorluk sonrası mirasının hâlâ en çarpıcı veçhesini oluşturuyor.
Bununla birlikte Afganistan'daki netameli işlerimizin başka bir boyutu da var. Tony Blair'in başbakanlığında Britanya iki yılda iki ayrı savaşa katıldı: Afganistan ve Irak. Amentü liberal müdahalecilikti. Bir kez daha Batı'nın (ve Britanya'nın) rolü, silahın gücüyle dünyaya çekidüzen vermekti.
Bu noktada özel olarak yeni bir şey yoktu. Eskinin emperyal görevi, sayısız sömürgeci maceranın meşruiyet zemini buydu. Yenilik hedef noktasındaydı: Batı tarzı demokrasinin dayatılması. Diğer bir deşiyle, eski tarz emperyal ihtiraslara, çağdaş, modaya uygun bir giysi biçmekti. Blairci dış müdahalecilik (daima aşırı derecede ahlaki ve sofuca bir jargonla sunuldu) fikrinin bir felaket olduğu görüldü. Irak misyonu açık bir başarısızlıktı ve bugün aşağı yukarı herkes tarafından böyle addediliyor. Her zaman tartışmalı olan Afgan macerası da günü gelince benzer biçimde lanetlenecektir.
Blairci çağın son derece tipik başka unsurları gibi, liberal müdahalecilik de geçici bir çılgınlıktı ve havarileri için bile hatıradan ibaret kaldı. Sözüm ona liberal müdahaleciler, tarihin güçlerini felaket ölçüsünde yanlış okumakla suçlanıyor. Yeni İşçi Partisi neo-liberalizme hiç sızlanmadan teslim olduysa, yeni muhafazakârlığa ve eski emperyal nakaratlara hayli hayli teslim olacaktı. Yaklaşan hezimetin sonrasında İşçi Partisi'ni yeniden yapılandırmayı dert edinenler, en kazık tarafından entelektüel bir vazifeyle yüz yüze kalmış durumda. Partinin cesaretini ve bağımsız düşünme kabiliyetini yeniden kazanması gerekiyor.
Mevcut hükümetin Afganistan'dan çekileceğine dair en ufak bir işaret yok. Başbakan Gordon Brown siyasi cesaretten her zaman yoksun oldu ve gelinen noktada zayıf ve yaralı bir lider. Bu arada Muhafazakârlar atışlarını, hükümetin hayırlı savaşı yürütmek için doğru kaynakları ve ekipmanı sağlayamadığı iddiasına yoğunlaştırıyor. Başka bir deyişle, kendilerini savaşı sürdürmek üzere konumlandırıyorlar. Bir yıl önce David Cameron Muhafazakârlığının yeni ve ilerici bir güç olabileceği inancıyla kendisini kandıranlar, o günden bu yana acılı bir süreç yaşadı. Afgan misyonunun manasızlığını sorgulama cesaretine
sadece Liberal Demokratlar sahip.

Kibir yüzünden ders almıyoruz
Bir, üç, beş yıl, her neyse işte, bir müddet için hızla ileri saralım. Manzara şu olacaktır: Hayatını kaybeden çok daha fazla asker, üstünlüğü ele almış bir Taliban, 10 yılı çoktan aşmış ve belirsizliğe mahkum şekilde süren bir savaş: Güç dengesi çekilmeyi er geç kaçınılmaz kılacak ve bu abuk maceranın nafileliği kesin ve karşı konulamaz bir çoğunluk için acı biçimde ortaya çıkacak.
Afganistan, kendisini ehlileştirmeye çalışan bütün emperyal projelere mezar olduğunu kanıtlamış bir ülkedir: 19. asır ve 20. asrın başında Britanya, 20. asrın sonunda Sovyetler Birliği ve 21. asırda ABD (ve şu an küçük balık rolünde olan Britanya). Tarihten ders çıkarmış olabilirdik, fakat emperyal kibir bizi bunu bile yapmaktan sürekli alıkoyuyor. (Britanya'da yayımlanan haftalık dergi, 16 Temmuz 2009)