Düşmanla konuşmak ya da konuşmamak. Bu ikilem en az çatışmanın kendisi kadar eskidir. Ve savaşın kesin bir zaferle sonuçlandığı o nadir durumlar dışında, iç savaşlarda cevap neredeyse her zaman uzlaşma ve tavizdir, zira hükümetler düşmanlarının daha ılımlı unsurlarını nihai bir anlaşmaya sevk etmeye çalışırlar.
Bu nedenle Afganistan Devlet Başkanı Karzai’nin ve artık Amerikalıların da istediği gibi, aynısını Taliban’la ilgili olarak da yapmak kuvvetli bir fikir niteliği taşıyor. ABD’nin en son asker takviyesi bazı başarılar elde edebilir, fakat kimse bunun kesin bir zaferle sonuçlanabilecek bir savaş olduğunu düşünmüyor.
Afganistan bir ülke olarak fazlasıyla bölünmüş ve direniş de, en azından ABD Başkanı Barack Obama’nın geçen yıl asker takviyesi emri verirken tayin ettiği 2014 takvimi dahilinde kesin bir zafere izin vermeyecek kadar derinlere kök salmış durumda.
Londra’da düzenlenen Afganistan Konferası’nın da açığa vurduğu üzere strateji katıksız bir askeri çözüm aramaktan uzaklaşıp, bizzat Afganların sivil ve güvenlikle ilgili kapasitesini yapılandırmak yönünde daha kapsamlı bir çabaya evriliyor. Taliban’ı yardım önerileri ve bazı liderlerini NATO’nun ‘kara liste’sinden çıkarmak gibi jestler yoluyla ikna etmek, genel gidişatın siyasi veçhesi olarak görülebilir.
Ancak bu yeni yönelim, Afgan hükümetinin taahhüt ettiği anayasa ve hukukun üstünlüğünü sulandırmanın bahanesi haline gelmemeli. İnsan hakları eylemcisi Guissou Cihangiri’nin ifade ettiği üzere, Taliban’a rüşvet önermek ve bazı liderlerini gizlice meşrulaştırmak kolayca Karzai’nin bazı temel ilkelerden taviz vermeye hazır olduğunun sinyali gibi algılanabilir.
Böyle algılanmamalı.
Elbette pragmatizm tavizler gerektirir. Fakat anayasa kadın hakları da dahil temel hakları garanti eder ve demokrasiyle idari şeffaflığın belli temel ilkelerini belirler. Britanya ve NATO müttefikleri Londra’daki konferansta Kabil hükümetini yardım ve silahla desteklemeyi tartışırken bunu unutmamalı. (Başyazı, 28 Ocak 2010)
Kaynak: Radikal