Adım adım yeni bir dünya tarihi: BRICS

Goldman Sachs, ekonomisti Jim O'Neill eliyle gezegende yükselen yeni bir blok kavramı icât etmişti: BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika). Kimi müstehziler bunu "Bloody Ridiculous Investment Concept (Kanlı Gülünç Yatırım Kavramı) diye anmadan yapamıyorlar.

Öyle değil. Goldman, BRICS ülkelerinin 2050 yılına kadar küresel üretimin neredeyse yüzde 40’nı gerçekleşeceğini ve zirvedeki beş ekonominin dördünün bunlar arasından çıkacağı düşünüyor.

BRICS kısaltması kısa bir süre sonra Türkiye, Endonezya, Güney Kore ve evet nükleer İran’ı da içerebilir: BRIIICTSS? İran iktisâdi kuşatma altında tutulan bir ulus olarak malum sorunlara sahipse de N-11’in (damıtılmış yeni bir kavram) parçası olarak yolda.

Trilyonlarca dolarlık küresel soru ise ortada: BRICS’ın yükselişi, yeni bir çokkutuplu dünyaya bihakkın girdiğimizin alâmeti midir?

Yale tarihçisi Paul Kennedy bizi Soğuk Savaş sonrası tek süpergücün tekkutuplu dünyasının çok ötesine taşıyacak tarihi bir dönüm noktasını ya geçmek üzere olduğumuza yahut da çoktan geçmiş olabileceğimize kânidir. Kennedy dört sebep sayıyor: Amerikan dolarının yavaşça aşınması (evvelden küresel rezervlerin yüzde 85’i dolardı bugün ise % 60’ı); Avrupa Projesinin felç geçirmesi; yükselen Asya (500 yıllık Batı hegemonyasının sonu); ve BM’in köhneleşmesi.

G-8 grubu gitgide alakasız bir gruba dönüyor. BRICS’in de içinde bulunduğu G-20 ise gerçek olduğunu ispatlıyor. Ancak bu dönüm noktasını geçmek için yapılması gereken çok şey var. Tıpış tıpış geçiş yok. BM Güvenlik Konseyi’nin ve her şeyden önce de Bretton Woods sisteminin özellikle de IMF ve Dünya Bankası gibi iki önemli kurumunun reformdan geçirilmesi.

Öte yandan, tıpış tıpış yapmak, dünyanın tarzı haline gelebilir. Nihayetinde yükselen yıldız BRICS’in tonlarca sorunu var. Doğru, Brezilya sadece son 7 yıl zarfında 40 milyon insanı orta sınıf tüketiciler haline getirdi. 2016 yılına kadar enerji ve altyapıya GSMH’sının 3’te biri kadar bir miktarı yani 900 milyar doları yatırmış olacak. Brezilya bazı BRICS ülkeleri gibi dünya ticaretinin önceden kestirilemeyen gelişmelerine de maruz değildir zira ihracatı, üretiminin yüzde 11’i düzeyindedir ki ABD’ninkinden bile azdır.

Bununla birlikte kilit sorun aynı: İyi yönetimin olmayışı, yolsuzluk batağı. Brezilya’nın pişkin ve paralı yeni sınıfı küstah, komprador eski seçkinlerden daha az yolsuz değiller.

Hindistan’da yapılacak seçim ise yönetilebilir karmaşa ile yönetilemez karmaşa arasında görünüyor. Ülkenin siyasi seçkinlerinin yolsuzluğu Shiva’yı gururlandıracak düzeyde. Hindistan, Hindu Pakistan değil – belki de henüz değil - ama devlet gücünün kötüye kullanılması, altyapı sözleşmelerinin akraba ve ahbap çavuşlarca kontrolü, mineral kaynakların yağmalanması, gayrimenkul skandalları gibi ne ararsan var.

Reform 1991’den beri Hindistan’da tek bir anlam taşımıştır: Gem vurulmamış ticaret ve devleti ekonomiden çıkarmak. O halde şaşırtıcı değildir, bizatihi kendileri skandal olan kamu kurumlarını reformdan geçirmek için hiçbir şey yapılmadı. Etkin kamu yönetimi mi? Bunu hiç düşünmeyin. İşin özü, Hindistan karmaşa içerisinde bir ekonomik dinamodur ve süpergüç olmak şurda dursun, bir bakıma, yükselen bir güç bile değildir.

Rusya da sihirli bir değnek arayışında. Ülke bol tabiî kaynaklarını, devasa coğrafyasını ve etkileyici sosyal yeteneğini kullanacak işe yarar bir devlet politikası arıyor. Moskova ve St.Petersburg’dan ayrı olarak nispeten sosyal geriliğin yaşandığı yerleri hızla modernize etmesi gerekiyor. Rus liderler Çin’e komşu olmanın rahatsızlığını yaşıyorlar (herhangi bir Çin-Rus ortaklığının Rusya’yı küçük ortak kılacağının farkındalar). Washington’a güven duymuyorlar, doğu sınırlarında nüfusun azalmasından endişe duyuyor, Müslüman nüfusun kültürel ve dini yabancılaşmasından kaygılanıyorlar.

Putin ise modernleşme için sihirli formülüyle tekrar başkanlık koltuğunda: Stratejik Rus-Alman ortaklığı. Güç seçkinleri/oligarklar bundan yararlanacaklar ama Rusların çoğu için aynı şey söz konusu olmayacaktır.

Bretten Woods öldü                                                                                              

II.Dünya Savaşı sonrasında kurulan Bretton Woods artık resmen ölüdür, tastamam gayri meşrudur fakat iyi de BRICS bunun hakkında ne düşünmektedir?

Geçen Mart ayında Yeni Delhi’de yaptıkları zirvede altyapıya yatırım yapacak ve ileride bekleyen mâli krizlere karşı kredi sağlayacak bir kalkınma bankasının kurulması için bastırdılar. BRICS, Washington ve Avrupa Birliği’nin IMF ve Dünya Bankası üzerindeki kontrollerini terk etmeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Ama yine de bu ülkeler arasındaki ticaret 2015 yılına kadar 500 milyar dolara ulaşacak ve çoğu kendi para birimleriyle yapılacak.

Bununla birlikte, BRICS’in bütünlüğü, o da olduğu kadarıyla, küresel ekonomiyi 2008’de uçurumdan aşağı yuvarlayan Evrenin Efendileri tarzı bir mâli spekülasyonun yol açtığı ortak hayal kırıklığına dayanır. Doğru, söz konusu olan savunma halindeki İran, Ortadoğu’daki Arap Baharı ve Kuzey Afrika olduğunda BRICS ekibinin politika ve kanaatleri kayda değer ölçüde yakınlaşmaktadır. Fakat şu an için karşı karşıya oldukları kilit sorun şudur: Neo-liberalizme ve küresel finans lordluğuna ideolojik veya kurumsal bir alternatifleri yok.

Vijay Praşad’ın kaydettiği üzere Küresel Kuzey, küresel finans casinosunun nasıl reformdan geçirileceği hakkında ciddi herhangi bir tartışmayı engellemek için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. G-77 (aslında artık G-132)  Başkanı olan Tayland büyükelçisi Pisnau Chanvitan bu davranışın “yeni-sömürgeciliğin doğuşunun arzulandığına işaret ediyor” olabileceğine dair uyarmıştı.

Bu esnada, olaylar paldır küldür gerçekleşebilir. Örneğin Çin, yuan’ı küresel para birimi yapmak  değilse de onu küreselleştirmeye gayri resmi olarak devam ediyor. Latin Amerika ve Ortadoğu’dan bahsetmeye gerek yok, Rusya ve Avustralya’yla ticaretini çoktan yuan üzerinden yapmaya başladı bile. BRICS, değer kaybeden Amerikan dolarının alternatifi olarak gitgide yuan üzerinden bahse giriyor.

Japonya bu dev komşusuyla ticaretini hem yen hem de yuan üzerinden yapıyor. Gerçek şu ki Çin, Japonya ve Güney Kore arasında itiraf edilmemiş bir Asya serbest ticaret bölgesi oluşmaktadır.

BRICS’i parlak bir gelecek beklese de ilerisi şüphesiz ki karmaşık olacaktır. ABD’de Büyük Buhran’dan Avrupa’da durgunluğa hatta avro bölgesinin çöküşüne; BRICS çapında bir yavaşlamaya, döviz piyasalarında şiddetli bir fırtınaya, mali kurumların çökmesine ve küresel kazaya varıncaya kadar her şey mümkün. Karmaşıklıktan bahsedince Dick Cheney’in Halliburton CEO’su iken 1999’da Londra’da Petrol Enstitüsünde söylediklerini kim unutabilir: “Dünya petrol rezervinin üçte ikisini barındıran ve çok düşük maliyeti olan Ortadoğu nihai ödülün yattığı yerdir.” 2001’de başkan yardımcısı olarak iktidara gelince ilk “iş emrinin” Irak’ı özgürleştirmek olmasına şaşmamalı o halde. Bu işin nasıl sonuçlandığını kim hatırlamaz ki?

Şimdi ise (başka bir yönetim ama aynı çizgide) İran üzerinde petrol ambargosu, ekonomik savaş yürütülüyor. Pekin’deki liderler Washington’ın İran psiko-dramasını rejim değişikliği tezgahı olarak görüyor ve nükleer silahlarla bir alakası olmadığını düşünüyorlar. İran’daki karışık durumunun kazananı ise Çin. İran bankacılık sisteminin krizde olması ve ülkeyi harap bitap düşüren Amerikan ambargosu sayesinde Çin, İran petrolünü satın almak için kendi şartlarını dayatabilmektedir.

Çin, 1 milyar dolar değerinde bir anlaşma imzalayarak İran’ın petrol tanker filolarını genişletiyor; bir diğer BRICS devi, Hindistan ise İran’dan Çin’e nispetle daha fazla petrol ithal ediyor. Washington, BRICS üyelerine müeyyide uygulamayacak zira ekonomik açıdan bakınca bugünlerde Amerika onlara, onların Amerika’ya olduğundan daha çok ihtiyaç duyuyor.

Çinlilerin gözünden dünya

Bu ise bizi odadaki ejdere götürmektedir. Çin.

Çinlilerin nihai takıntısı nedir? İstikrar, istikrar, istikrar.

Oradaki sistem kendisini “Çin karakterli sosyalizmle”, efsanevi şirretle aldatıyor elbette ki. Gerçekte, küresel kapitalizmi korumak için her niyeti akıllarına getiren adamların liderlik ettiği, Çin karakterli hardcore neo-liberalizm tasavvur edin siz.

Çin şu anda ihracat/yatırım odaklı bir modelden hizmet/tüketici modeline doğru tektonik, yapısal bir kaymanın ortasındadır. Patlamalar yaşayan ekonomisi bakımından son on yıl pek çok Çinli için (ve dünyanın geri kalanı için) hayal bile edilemezdir fakat Financial Times’a göre bu ekonomik patlama, toplam hanehalkı gelirinin yüzde 40 ila yüzde 60’ı kadarını ülkenin en zengin yüzde 1’lik kesiminin eline vermiştir. Bu yan hasarın üstesinden gelmenin bir yolu nasıl bulunacak? Yapısal devasa sorunların olduğu bir sistemi 1.3 milyar insan için nasıl işletmeli?

İstikrar manyaklığı sahneye giriyor burada. Başbakan Wen Jiabao 2007 yılında uyarıda bulunmuş, Çin ekonomisinin “istikrarsız, dengesiz, eşgüdümsüz ve sürdürülemez olabileceğini” söylemişti. Meşhur dört olumsuzluk bunlardı.

Bugün kolektif liderlik, bir sonraki başbakan Li Leqiang da buna dahil, “istikrarsızlık” kelimesini partinin lügatından çıkaran asabi bir adım attı. Ülkenin kalkınmasında bir sonraki safha, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, başlamak üzeredir.

Nominal olarak komünist olan küçük prensler – Batılı şirketlerle yapılan samimi anlaşmalar, ilaveten rüşvet, çetelerle ittifak, en yüksek teklifi verene sunulan imtiyazlar ve Batıyla bağları olan ahbap çavuş kapitalist oligarşinin sayesinde hepsi de çok zengin olan devrimci parti liderlerinin oğulları ve kızları – Çin’i “dört modernleşmenin” ötesine nasıl taşıyacaklar? Özellikle de yağmalanacak masalsı zenginlikle?

Kaygılarını ifade eden Obama yönetimi,  hafife alınmaması gereken bir güç olarak Çin’in bariz yükselişine Ortadoğu’daki feci savaşlarından Asya’ya doğru stratejik eksen değişikliğine giderek cevap verdi. Pentagon bunu “yeniden dengeleme” diyerek anmaktan hoşlanıyor. (Fakat ABD için Ortadoğu’da hiçbir şey dengelenmiş yahut bitmiş değil)

Bush yönetimi 11 Eylül öncesinde gelecekteki bir numaralı küresel düşmanı olarak Çin’e odaklanmıştı. 11 Eylül, Amerika’yı Pentagon’un “istikrarsızlık kuşağı” dediği yere,  Ortadoğu’dan Orta Asya’ya değin uzanan, gezegenin petrol merkezine yeniden yönlendirdi. Washington’un dikkati değişince, Pekin baskının uzaklaşacağı kabaca 20 yıllık bir pencerenin tadını çıkarabileceğini hesapladı. Bu yıllar zarfında, uluslararası kalkınmanın çok hızlı bir versiyonuna odaklandı ve bu esnada ABD ipe sapa gelmez “terörle küresel savaşına” muazzam paralar harcadı.

Aradan geçen 11 yıl sonra, bu pencere Hindistan, Avustralya ve Filipinlerden Güney Kore ve Japonya’ya kadar acımasızca kapatılmaya başlandı ve ABD, Asya’da hegemonya işine girdi. Bunun Amerika’nın yeni yolu olup olmadığı hakkındaki şüpheler ABD Dışişleri bakanı Hillary Clinton’un Foreign Policy dergisinde 2011 Ekim’inde yayınlanan ve başlığı incelikle atılan (Amerika’nın Pasifik Yüzyılı) makalesiyle giderildi. (Clinton bu yüzyıldan bahsediyordu son yüzyıldan değil) Amerikan mantrası hep aynıdır: “Amerikan güvenliği. Tarifi ise şu: Gezegende her ne olursa olsun. İster İran’dan yana tehdit hisseden ve ABD’nin İsrail ve S. Arabistan müttefiklerine yardım ettiği petrol zengini Körfez olsun, isterse bir dizi ülkenin Çin’den yana tehdit hissettiği ve benzer yardımın sunulduğu Asya olsun, her daim Amerikan güvenliği adınadır. Her halükarda, eldeki koz budur.

Sonuç olarak da, ABD-İran arasında 33 yıllık güvensizlik duvarı varsa şayet, ABD-Çin arasında da yeni ve büyüyen bir güvensizlik duvarı vardır. Pekin Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar Enstitüsünden deneyimli analist Wang Jisi, Pekin liderliğinin Pasifik Yüzyılına bakış açısını etkili bir yazıyla kaleme aldı.

Ortak yazarı olduğu metinde Çin’in birinci sınıf bir güç olarak muamele görmeyi beklediğini ifade etti. “Çin, her şeyden önce, 1997-98 mali krizini başarıyla atlattı ki Pekin’in nazarında bu krize ABD ekonomisi ve siyasetindeki derin kusurlar yol açmıştır. Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi olarak Japonya’yı geçti ve dünya siyasetinde iki numara olacak gibi duruyor…Çinli liderler bu başarıları ABD’ye veya ABD liderliğindeki dünya düzenine bağlamamaktadırlar.”

Wang şöyle devam ediyor: “ABD Çin’den bakınca uzun vadede çöken bir güç olarak görülüyor…Çin dünyanın en büyük ekonomisi olarak ABD’nin yerini almazdan önce kaç on yıl değil kaç yıl alacağı konuşulan bir meseledir…yükselen yeni yapının bir parçası olarak.” (BRICS’i düşünün)

Özetle, Wang ve diğer yazarın tasvir ettiği gibi, nüfuzlu Çinliler ülkelerinin kalkınma modelini “batılı değerleri ve siyasi sistemleri seçen pek çok gelişmekte olan ülke düzensizlik ve karmaşa yaşarken, diğer gelişmekte olan ülkeler için Batı demokrasisine ve tecrübelerine alternatif olacak bir model olarak görmektedirler.”

Özüne baktığımızda, çökmekte olan ABD’nin küresel hegemonya hasretiyle yandığı ve yükselen güçleri (Çin ve diğer BRICS ülkeleri) 21.Yüzyıl kaderlerinden alıkoyacak kadar güçlü olmayı sürdürdüğü bir Çin dünya vizyonunu görüyorsunuz.

Brzezinski’nin çakırkeyf Avrasya rüyası      

Peki Amerikan siyasi seçkinleri aynı dünyaya nasıl bakıyor? BTC boruhattının kolaylaştırıcısı, Obama’nın gölge danışmanı Brzezinski’den daha ehil kimse yok bu konuda. Son kitabı “Strategic Vision: America and the Crisis of Global Power”da bunu yapmaktan çekinmiyor da.

Eğer Çinlilerin BRICS uluslarında stratejik gözü varsa, Brzezinski de yeni konfigürasyonlu Eski Dünya’ya vurulmuş haldedir. ABD’nin küresel hegemonyayı koruması için “genişletilmiş Batıyı” savunuyor şimdi de. Bunun anlamı, Avrupalıların (enerji bakımından) güçlendirilmesi, yeni Arap demokrasileri için şablon olarak hayal ettiği Türkiye’nin kucaklanması, “stratejik bakımdan aklı başında ve ihtiyatlı bir şekilde” Rusya’yla siyasi ve ekonomik olarak yakınlaşmak.

Bu arada, Türkiye böylesi bir şablon değildir zira Arap Baharına rağmen, görünür gelecekte yeni bir Arap demokrasisi olmayacaktır. Ancak gene de Brzezinski Hazar Denizi’nden Orta Asya petrol ve doğalgazlarına engelsiz erişimi kolaylaştırarak bazı küresel eneri sorunlarını pratik yollardan çözmekte Türkiye’nin Avrupa’ya ve ABD’ye yardım edebileceğine inanıyor. 

Mevcut şartlar altında bu bile fantezi hükmündedir. Her şeyden evvel, Türkiye, benim Pipelineistan dediğim Avrasya satranç tahtasında oynanan büyük enerji oyununda kilit geçiş ülkesi olabilir sadece- eğer Avrupalılar harekete geçerse. Enerji zengini otokratik Türkmenistan “cumhuriyetini” güçlü Rus komşusunu göz ardı etmeye ve doğalgazını kendilerine satmaya da ikna etmeliler. Şu an ihtimal dışı olan başka enerji meseleleri de var: Washington ve Brüksel, amaca aykırı müeyyide ve ambargoları (ve eşlik eden savaş oyunlarını) İran üzerinden kaldırmalı ve İran’la ciddi ciddi iş yapmaya başlamalılar.

Ancak Dr. Brzezinski gezegendeki Amerikan gücünün geleceği için kilit olarak iki vitesli Avrupa fikrini sunuyor gene de. Mevcut avro bölgesinin çökmesi senaryosunun neşeli bir versiyonu olarak düşünün bunu. Şu an AB’yi yöneten Brüksel’deki beceriksiz şişman bürokrasi kedisinin rolünü üstlenecek ve avro dışındaki (çoğunluğu Akdeniz Klubündeki ülkelerden) başka bir Avrupa’yı destekleyecek (insan ve mal dolaşımı bu iki Avrupa arasında nominal olarak serbest olacak). Brzezinski’nin girdiği bahis – Washington’daki fikriyatın önemli bir vasfını da yansıtmaktır böylece – iki vitesli Avrupa, ABD’yle hala etle tırnak gibi olacak Avrasya Big Mac’ı, 21.yüzyılın geri kalan süresince çok önemli bir oyuncu olabilecektir.

Dr. Brzezinski “Britanya’nın ondokuzuncu yüzyılda Avrupa’nın istikrar sağlayan ve dengeleyici rolünden” ilhamla “Amerika’nın gelecekte Uzakdoğu’da istikrar sağlayıcı güç rolünü” yere göğe sığdıramaz bir şekilde dile getirirken elbette ki Soğuk Savaşçı renklerini sergiliyor. Nihayetinde bu yüzyılın bir numaralı gambot diplomatından bahsediyoruz. “Kapsamlı bir ABD-Çin küresel ittifakının” olabileceğini zarif bir şekilde kabul etmekte ve fakat Washington (Çin bunu onaylasa da onaylamasa da), Uzakdoğu diye andığı yerde bahse değer bir jeopolitik mevcudiyet gösterdiği takdirde bunun mümkün olabileceğini söylemektedir.

Cevap “hayır” olacaktır.

Bu aşina olduğumuz şeyler Washington’ın bugünkü fiili politikalarıdır bir bakıma. 1997’de kaleme aldığı şaheseri “Büyük Satranç Tahtası”nın remixidir aynı zamanda; “devasa Trans-Avrasya kıtasının dünya meselelerinin merkezi” olduğunu bir kez daha teyid etmiştir. Fakat gerçeklik, Avrasya’nın fethedilemez olduğunu ve Amerika’nın elindeki en büyük fırsatın Türkiye ve Rusya’yı kendi safına çekmek olduğunu ona işte şimdi öğretmiştir.

Robocop kuralları

Brzezinski, onun fikirleri Hillary Clinton’ın son demeçleriyle kıyaslandığında oldukça sevecen duruyor. Hillary Clinton 2012 NATO Konferansında Obama yönetiminin her zaman yaptığı üzere “NATO’nun Afganistan’la kalıcı ilişkisini” vurguladı ve ABD-Kabil arasındaki müzakereleri “iki ulus arasında uzun vadeli stratejik ortaklık” diye niteleyerek yüceltti.

Tercümesi şu: Azınlık bir Peştun isyanının köşeye sıkıştırmasına rağmen ne Pentagon ne de NATO’nun Büyük Ortadoğu’daki varlıklarını yeniden dengeleme niyetleri yok. ABD 2024’e kadar orada kalma hakkı için Kabil’deki Hamid Karzai hükümetiyle yürütülen müzakerelerde üç stratejik varlığı elinde tutmaya iyice niyetli: Bagram, (İran yakınlarındaki) Şindan ve Kandahar (Pakistan sınırında). Pentagon’un Orta Asya’yı, stratejik rakipleri Rusya ve Çin’i izlemeye alacağı böylesine som gümüş karakollardan gönüllüce çekilebileceğine ölümcül derecede bön tipler inanır ancak.

Clinton, NATO’nun “2010 yılında Lizbon’da ittifakın onayladığı füze savunma sistemi dahil 21.yüzyıl savunma yeteneklerini artıracağı” şeklinde uğursuz bir ilave de yaptı.

Sosyalist François Hollande’nin Fransa Cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin ne anlama geleceğini görmek ilginç olacak. BRICS ile derin bir stratejik ortaklığa ilgi duyan Hollande, Amerikan dolarının küresel rezerv para olmasına bir nokta koymayı istiyor. Soru şu: Libya’nın Büyük Kurtarıcısı, yeni-Napolyoncu imaj yaratıcısı Nicolas Sarkozy’yle geçen onca yıldan sonra (Fransa onun için ABD’nin bifteğindeki hardaldı) Hollande’nin seçim zaferi NATO’nun işlerine çomak sokar mı?

Brzezinski veya Hillary ne düşünürse düşünsün, Afganistan ve Libya’daki kara delik maceralarından ve NATO’nun Amerika’nın küresel çıkarlarına hizmet şeklinden bezmiş Avrupa devletlerinin birçoğu bu konuda Hollande’yi desteklemektedirler. Fakat yine de zorlu bir mücadele olacaktır. Muammer Kaddafi rejiminin devrilmesi, NATO’nun Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki rejim değişikliği gündeminin en üst noktasıydı. Eğer ki düşünce kuruluşları, vakıflar, fonlar, kurumlar, sivil toplum kuruluşları hatta BM, YouTube rejim değişikliği olarak tarif edilen şeyi kışkartmayı başaramazlarsa NATO, ABD’nin gelecekteki B planı olmayı sürdürecek.

Özetle söyleyecek olursak, üç kıtada savaşa gittikten sonra (Yugoslavya, Afganistan ve Libya) Akdeniz’i fiilen NATO gölüne çevirip Umman Denizi’nde 7/24 devriye gezen NATO, Hillary’e göre, “bu yüzyıl ve sonrasında, Amerikan liderliği ve gücü üzerine bahse girmektedir tıpkı 20.yüzyılda yaptığımız gibi.” Dolayısıyla, NATO’nun asli varlık nedeni olan Sovyetler Birliği’nin çökmesi üzerinden geçen yirmibir yıl sonra, dünyanın son bulması bu yolla olabilir; bir patlamayla değil de kalıcı olarak küresel robocop rolünü (inleyen bir halde) icra eden NATO’yla.

Bir kez daha Brzezinski ve Batıda “birliğin teşvikçisi ve garantörü”, Doğu’da “dengeleyici ve  uzlaştırıcı” Amerika fikrine (Afganistan dahil Basra Körfezi’nden Japonya’ya kadar askeri üslere bu yüzden ihtiyacı var) geri geldik. Pentagon’un tam saha hakimiyeti fikrinden asla vazgeçmediğini de unutmayın.

Tüm o askeri güce rağmen bunun yeni bir dünya olduğunu (Kuzey Amerika anlamında değil) akılda tutmak önemlidir. Silahların, savaş gemilerinin, füzelerin ve insansız hava araçlarının karşında ekonomik güç var. Para savaşları yeni başlıyor. BRICS üyeleri Çin ve Rusya’da dağ gibi nakit var. Güney Amerika hızla birleşiyor.

Putin Rusyası, Güney Kore’ye petrol boruhattı önerdi. İran, tüm petrol ve doğalgazını dolar dışındaki para birimleri üzerinden satmayı planlıyor. Çin, derin deniz donanmasını ve gemisavar füze cephaneliğini genişletmek için harcama yapıyor. Wall Street ve Pentagon tarafından işgal edilmeyi sürdürdüğü müddetçe, Tokyo’nun sonu gelmez bir gerileme içinde kalacağını nihayet fark ettiği bir gün de gelebilir. İşin sonunda Avustralya bile Çin’le ticaret savaşına mecbur tutulmayı reddedebilir.

Bizim yaşadığımız 21.yüzyıl dünyası ABD/NATO ve BRICS karşılaşması olarak tam şu an şekillenmektedir. Tehlike: Bir noktadan sonra tam saha karşılaşmasına dönmektedir. Hata yapmayın, Saddam Hüseyin veya Muammer Kaddafi’nin aksine, BRICS ateşe karşılık vermeye muktedir olacaktır.

Kaynak: Atimes

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı