Son günlerde Türkiye’de AB’ye karşı söylenmek bir moda oldu adeta... Bu kampanyanın iki özelliği var: Biri AB’ye karşı sert çıkışlar yapanlara, hatta onunla dalga geçenlere Cumhurbaşkanı’ndan Bakanlara kadar üst düzey yetkililerin katılmasıdır. Diğeri de, AB aleyhindeki beyanların eskisinden oldukça farklı bir üslup taşımasıdır.
Bu bağlamda dikkati en çok çeken söylem, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçenlerde Londra’daki bir konuşmasında AB’yi “miserable” yani “sefil” ya da “zavallı” olarak niteleyen ifadesidir.
Bunun ardından AB’yi çökmekte ve dağılmakta olan bir örgüt olarak gösterme trendi başladı. Bu fikirden hareket edenler arasında, güçlenen Türkiye’nin felaketin eşiğindeki AB’ye artık ihtiyacı olmadığı sonucunu çıkaranlar da var. “Onlar sefil, biz süperiz” gibi gurur okşayan ifadeler kullananlar olduğu gibi...
* * *
Öteden beri sistematik olarak Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı olanları bir yana bırakalım; ama devlet ricali saflarında böyle bir duygunun ve görünüşün yayılması, dikkat çekici... Hele dış politika bilgisi ve birikimi iyi bilinen, tavır ve beyanlarında dengeli ve ölçülü bir dil kullanan Cumhurbaşkanı’nın AB için “miserable” terimini kullanması, gerçekten herkesi şaşırttı. Ve de akıllara birtakım sorular getirdi...
Acaba AB ile ilgili devlet politikası değişiyor mu? Mademki AB “sefil” ve çökmeye namzet bir örgüt, Türkiye neden hâlâ ona dahil olmak için çırpınıyor? Yoksa bu hedef ve vizyon siliniyor mu? Eğer AB sefil ise, refaha doğru koşan Türkiye neden bu kulübe girip hep birlikte “sefilleri” oynasın?
* * *
Cumhurbaşkanı’nı dahi böyle konuşmaya iten nedenleri hepimiz çok iyi biliyoruz. Gerçekten bir süreden beri AB’nin Türkiye’nin üyeliği konusunda aldığı olumsuz tavır, Türkiye’de sadece kamuoyunda değil, en hararetli AB taraftarları arasında dahi büyük düş kırıklığı, kızgınlık ve umutsuzluk yaratmıştır.
“Onların” birdenbire ciddi ekonomik ve sosyal çalkantılara maruz kalması, buna karşılık bizim giderek siyasal ve ekonomik bir güç olarak yükselmemiz, böyle bir his yaratmış bulunuyor.
AB’ye karşı söylenenler, bir bakıma eski ezilmişliğin yerini alan özgüvenin bir ifadesi oluyor.
Ne var ki bu özgüvenin aşırı boyutlar olarak örneğin AB’nin artık küçük görülmesi, ona karşı yakışıksız sıfatların kullanılması, Türkiye’de AB vizyonunun gözden düşmesine yol açmaktan ve AB içindeki Türkiye karşıtlarına yeni malzeme sağlanmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Tabii bütün bunları, Türkiye’nin AB konusundaki devlet politikasının ve vizyonunun değişmediği, üyelik çabalarını bir sonuca götürmek kararlılığının sürdüğü fikrinden hareketle sökemiyoruz. Nitekim Ankara şimdiye kadar bunun aksine bir işaret vermiş değil...
* * *
AB’nin şu sırada tarihinin en zor günlerini yaşadığı açık. Mali kriz, bırakın AB’nin ufak veya zayıf ülkelerini, ileri ve zengin diye bilinen ülkeleri de iflasın eşiğine getirmiş bulunuyor. Bu da haliyle toplumsal ve siyasal sarsıntılara yol açıyor.
Ancak AB’nin çökme veya dağılma noktasına gelmediği de bir gerçek. Avrupa bugün “zavallı” veya “hasta” görünse de, zaman içinde toparlanma ve eski gücüne kavuşma potansiyeline sahiptir.
Türk liderler bunu bildiği gibi, AB’nin Türkiye için taşıdığı değerin ve anlamın pekâlâ farkındadır.
Dolayısıyla Türk kamuoyu Türk liderlerinin tepkisel söylemlerine bakıp, AB’den vazgeçtikleri sonucunu çıkarmamalıdır. Bu tür çıkışlardan rahatsız olan AB yöneticileri de...