Binlerce Suriyeli mültecinin aniden Türkiye’nin güney sınırından akın etmesi karşısında Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dan daha fazla şaşıran ve alarma geçen çok az kişi olabilir.
Üçüncü seçim zaferiyle iktidar koltuğunu koruyan sayın Erdoğan son on yılın büyük bir kesimini Suriyeli mevkidaşı Beşşar Esad’la samimi ilişkiler kurmakla geçirdi. Her iki ülke askeri tatbikatlar düzenledi ve hatta ortak kabine toplantıları bile düzenledi.
Bu ikisi arasında derinleşen ittifak, son zamanlara kadar Ortadoğu’da Türkiye, Suriye ve İran arasında yeni, Batı karşıtı bir eksenin oluşmakta olduğu korkusunu ateşledi. Şam ve Tahran, bölgedeki Batı çıkarlarına muhalefette çok önceleri zaten birleşmişlerdi ve Türkiye gibi kilit bir NATO müttefikinin böylesi olmayacak bir ittifaka kapılıp gitme ihtimali Batıdaki pek çokları tarafından derin bir endişeyle karşılandı.
Sayın Erdoğan’ın 2003’te iktidara gelmesiyle başlayan ekonomik gelişme, Türkiye’nin kendisini bölgesel güç olarak yeniden konumlandırma teşebbüsünü tetikledi.
Yıllık ortalama yüzde 8 oranındaki büyüme sayesinde Türkler güven ve gurur tazelediler. Sayın Erdoğan’ın ülkesinin bölgedeki tarihi nüfuzunu yeniden ileri sürme çabalarının halkta karşılığı var şüphesiz.
Ama Suriye’de çıkan ani kriz bu saflaşmayı birdenbire durdurdu. Sayın Erdoğan – ittifaklarına ölümcül bir darbe indirmenin yanısıra Türkiye’nin eşiğinde insâni bir kriz de yaratan - yönetim karşıtı protestolara Esad rejminin tavizsiz tepkisinin “vahşiliğini” kınamak durumunda kaldı. Doğrusu, Türkiye’nin Suriye yönetimine kızgınlığı Ankara’yı bir BM Güvenlik Konseyi kararına destek verebileceği tehdidine yöneltti ki sadece birkaç hafta öncesinde düşünülemez bir hareketti.
Türkiye’nin Esad rejimini kınamasının İran için de sonuçları olacaktır zira Tahran, en yakın bölgesel müttefikinin protestocuların taleplerine boyun eğmemesi için Şam’a bir Devrim Muhafızları birliği göndermekle suçlandı.
Türkiye’nin dış politikasında daha iddialı bir yaklaşım sergilemesinin ve tatsız tuzsuz komşularını kazanmaya çalışmasının nedenlerinden biri de AB üyeliğini garantileme teşebbüslerinin önüne sonu gelmeyecekmiş gibi duran engellerin yerleştirilmesi yüzünden Ankara’nın hayal kırıklığına uğramasıdır. İngiltere, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki merkezi konumunu göz ardı etmenin çılgınlık olduğunu sürekli savunmaktadır. Fakat ağırlıklı olarak Müslüman bir ulusun birliğe katılımının, birliğin kültürel temellerine zarar vereceğine inanan Almanya ve Fransa, Ankara’nın Avrupa klübüne katılma teşebbüsüne şiddetle muhalefet ediyorlar.
Sonuç olarak, Türkiye Avrupa’ya daha da yakınlaşmak yerine Avrupa pahasına bölgesel ittifakları kasıtlı olarak güçlendirme politikası başlattı. Örneğin, Suriye’yle yakınlaşma nispeten yakın zamanların gelişmesidir ve kısmen de sayın Erdoğan’ın Türkiye ile İsrail arasındaki stratejik ittifakı sona erdirme arzusunun sonucudur.
Çeşitli İslamcı hareketlerde kökü olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başkanı olarak sayın Erdoğan elbette ki İsrail’le kolay bir ilişki sürdürmeyecekti. Başbakan olduktan sonra, iki ülke arasındaki ilişkiler gitgide bozuldu, İsrail’in 2009 başlarında Gazze’ye düzenlediği askeri harekâtın ardından gerilim daha da tırmandı. Türkler de “Gazze’ye Özgürlük Filosunu” örgütleyerek cevap verdiler ki Gazze sahillerine varmalarını engellemek için çalışan İsrail komandolarıyla şiddetli çatışmaya girildiğinden dokuz eylemcinin öldürülmesiyle sona erdi.
Türkiye’nin İran’la artan dostluğu sayın Erdoğan’ın sekiz yıllık iktidar döneminde yaşanan bir diğer üzücü uluslararası saflaşma örneğidir. Geçen yıl Amerikan liderliğinde İran’ı uranyum zenginleştirme programını dondurmaya ikna çabasını Ankara’nın raydan çıkarma teşebbüsü Washington’da tahrişe yol açtı ve Türkiye’nin NATO’da kilit stratejik ortak statüsü hakkında şüpheler doğurdu.
İlişkilerin gerginliği Libya krizinin başlangıcında çok açıktı; Ankara, Kaddafi karşıtı ayaklanmacıları koruma amaçlı ABD destekli NATO askeri müdahalesine karşı çıkmıştı. Üst düzey yetkililer Türklerin kilit Kaddafi hedeflerine saldırı düzenlenmemesi için sıksık bombardımana müdahale ettiklerini söylüyorlar.
Birçok Batılı yönetim şimdi de Suriye krizinin Ankara’yı karşılaşmacı tutumunu tekrar değerlendirmeye, karşılıklı çıkara dayanan meselelerde Avrupa ve ABD ile daha yakından çalışmaya teşvik etmesini ümit ediyorlar. Türklerin geçen hafta Suriye muhalefetinin düzenlediği konferansa ev sahipliği yapması, Türkiye’nin bölgesel ittifaklarına ciddi önem verdiğini gösterir.
Eğer durum buysa, o halde AB liderlerinin önceliklerin nerede yattığı üzerinde düşünüp taşınmaları için doğru zamandır. Arap Baharı’nın yol açtığı Ortadoğu’daki siyasi kargaşanın gelecek aylarda daha fazla istikrarsızlığa neden olması muhtemeldir. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye ve İran gibi haydut devletlerin yörüngesine düşmesinden ziyâde Avrupa Birliği’yle ittifak halinde olmasını sağlamamız tamıtamına çıkarımızadır.
Yazar hakkında: The Telegraph Dış Haberler editörü. Başbakan Erdoğan hakkında İran'dan 25 milyon dolar yardım aldığı iddiasını ortaya atmıştı. Haber daha sonra yalanlandı ve Erdoğan'a 25 bin Sterlin ceza ödemeye mahkûm edildi. Erdoğan’dan özür dileyen gazete Con Coughlin’i cezalandırmadı.
Kaynak: The Telegraph
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı