Abluka ırkçılığın kanıtı

İsrail’deki bu hükümetle barış olmaz. Hatta belki İsrail halkıyla da barış mümkün değil. Zira barışçıl çözüm faşist bir hükümetle ve aşırı sağa geçmiş bir halkla gelmez. İsrail basını gerçeklerden kopmuş durumda, fakat bilinçli bir azınlık da var. Yedioth Ahranot’ta ‘Lider istiyoruz’ başlıklı bir makale yazan Nahum Barnea bu azınlığın bir mensubu. Barnea, barış filosuna düzenlenen saldırıya verilecek tepkiyi öngöremeyen Başbakan Binyamin Netanyahu’yu kınıyor. Özellikle de Haaretz’de Barnea gibi yazan birçok kişi var, fakat birçokları da gerçeği görmeyi reddediyor.

Görünüşe göre bütün dünya soruşturma istiyor, fakat İsrail’in kendi yürüttüğü soruşturmalar ortada. Bağımsız bir uluslararası soruşturma lazım. Ma’ariv gazetesinde esir İsrail askeri Gilad Şalit hakkında bir haber vardı. Şalit’in ailesi filo organizatörlerinden oğullarına bir mektup götürmelerini istemiş ve reddedilmiş. Aile sonrasında, ablukanın oğullarının durumunda ilerleme kaydedil-meden hafifletileceğini öğrenmiş. Yazarın aşırı ırkçı veya cahil olup olmadığını bilmiyorum. Fakat kendisi, 1.5 milyon insanı işgalin yıktığı evlerini yapmaktan alıkoyan, ilaç ve bazen gıdadan mahrum bırakan ablukayla tek bir esirin akıbeti arasında bağlantı kuruyor.

İsrail’de çoğu sivil 10 bin Filistinli esir var, ancak İsrail’den bu kimseler hakkında hiçbir şey duymuyoruz. Her gün duyduğumuz tek şey sadece bir askerin durumu. Tek bir askerin akıbetini 1,5 milyon insan üzerindeki ablukaya bağlanmasının veya o askerin tek başına 10 bin mahkumdan daha önemli görülmesinin altında bir Nazi mantığı var. Aslında kendi-lerinden birinin Aryan olmayan 100 kişiye eşit olduğunu düşünen Nazilerin de mantığı aşılıyor; zira Nazilerin her birini 1.5 milyon veya 10 bin kişiye eşit gördüğünü hiç duymamıştım.

Kasıtlı veya kasıtsız ırkçılıkla ilgili yukarıda anlattıklarımdan daha kötü olanı, Amos Gilbao’nun Ma’ariv’de yayımlanan ‘İsrail’i yıkma ordusu’ başlıklı yazısıydı. Gilbao, İsrail başbakanı ve savunma bakanının barış filosunu ‘iki yüzlü saldırı’ diye nitelediğini ancak bu nitelemenin yanlış olduğunu, zira İsrail’in Lübnan savaşından bu yana ülkeyi silmeyi veya egemenliğini geçersiz kılmayı amaçlayan bir savaşla karşı karşıya bulundu-ğunu belirtiyor. Yazar İsrail’le savaşa giren ‘ordu’nun Hamas’ı, Filistin Yönetimi’nin bazı unsurlarını, aşırılıkçı İslamcı örgütleri, El Cezire gibi bazı basın kuru-luşlarını, aşırı sağcı ve solcu örgüt-leri, yüzlerce insan hakları kuruluşunu, Batı’daki öğrenci birliklerini ve akademisyen-leri, İsrail’de de Şeyh Salah’ı ve Azmi Bişara’nın partisi Balad’ı kapsadığını ifade ediyor. 
Yazar ardından Türk eylemcilerin öldürülmesine karşı çıktığı için Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ı eleştiriyor. Ona göre, Türkiye 37 bin Kürt’ü öldürüp 2500 Kürt köyünü yok ettiği için Erdoğan’ın yaptığı ikiyüzlülük. Yazara göre Kürtlerin öldürülmesi barış eylemcilerinin uluslararası sularda öldürülmesini haklı çıkarıyor. Yazar, 29 Eylül 2000’den beri çoğu sivil, 1500 çocuk dahil 5 bin Filistinli’nin öldürülüşüne dair bir açıklamaya da sahip olmalı. Fakat açıklamasının, İsrail’in, kendi aşırılıkçı hükümetince meşruiyetinin altı oyulmuş faşist bir devlet olduğu gerçeğini içermeyeceğine inanıyorum. (Londra’da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 9 Haziran 2010)

Kaynak: Radikal