Cumhuriyet tarihi siyasi krizlerinin önemli bir kısmının merkezinde Cumhurbaşkanlığı makamı olmuştur. Kim Cumhurbaşkanı olacak, kim olmayacak yetkileri ne olacak vs. Diğer ülkelerde siyaseti rahatlatan, krizleri bitiren makam bizde kavgaların nedeni, hatta kaynağı olmuştur.
İkinci olarak medeni ülkelerde özgürlüklerin teminatı, hak ve hukukun koruyucusuolarak hareket eden Cumhurbaşkanlığı makamı bizde sistemin freni gibi çalışmıştır. Çankaya çoğu kez bireyi, hukuku ve özgürlükleri korumaktan ziyade devleti, milletin temsilcilerinden koruyan bir kalkan gibi görülmüştür. Nitekim Özal’a kadarcumhurbaşkanlarının tamamının asker olması da bunun bir kanıtıdır. Hatta görünüşte sivil olmalarına rağmen, Demirel ve Sezer de bu makama gelince militer-vesayetçi zihniyete bürünüvermişlerdir.
Bu açıdan bakıldığında Abdullah Gül’ün Çankaya Köşkü’ne gelişi Cumhurbaşkanlığı tarihinde bir devrimdir. Büyük bir krizin sonucunda o makama oturan Cumhurbaşkanı Gül, o tarihten sonra oturduğu makamın tartışılmasına müsaade etmemiştir. Çankaya Köşkü o tarihten sonra kriz üreten değil, krizlerin çözümüne katkı sağlayan bir yer haline gelmiştir. Aktif siyasetten gelmesine ve 12 Eylül Anayasası’nın bir ürünü olarak hükümetietkileyebilecek pek çok yetkileri olmasına rağmen Gül ne hükümete karışmıştır, ne de başkalarını kendi işine karıştırmıştır. Elbette onun da siyasi görüşleri vardır ve kararlarında etkili olmuştur. Ancak herkes takdir edecektir ki, bu etki hiçbir zaman kaba, acun ve provakatif olmamıştır. İşte bu nedenle belki de ilk defa olarak Çankaya Köşkü ne hükümette, ne de genel siyasette kriz çıkaran veya krizleri ağırlaştıran bir yer olmamıştır. Bu açıdan Gül, Özal’dan dahi daha başarılı bir Cumhurbaşkanıdır.
Aynı şekilde Gül, Demirel, Sezer ve darbeci generallerden ayrılarak özgürlüklerin, demokratikleşmenin ve bireyin korunmasının sistem içerisindeki güvencesi olmuştur. Aslında diğer medeni ülkelerde olduğu gibi olması gereken de budur. Yani Cumhurbaşkanlığı devlete karşı toplumun vicdanı olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında Gül, Yazıcıoğlu Davası’ndan Balyoz’a, Ergenekon’dan Kürt Sorunu’na, Şike Yasası’na kadar çok başarılıyaşamsal müdahalelerde bulunmuştur.
Son olarak Cumhurbaşkanı Gül kişisel ilgi ve yetenekleri sayesinde Türk Dış Politikası’nın en önemli aktörlerinden biri haline gelmiştir. Böylece Sezer döneminde adeta yalnız kalanBaşbakan ve Dışişleri Bakanı çok kuvvetli bir partner ve destekçiye de kavuşmuştur.
Bu tabloya baktığımız zaman Gül’ün sistem için ne denli önemi olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Ancak son günlerde görev süresi etrafında başlatılan polemik cumhurbaşkanlığı makamını yeniden krizlerin ortasına atmak üzere. Gül’ün görev süresi 5 yılda mı, yoksa 7 yılda mı bitiyor sorusuna her iki şık açısından da cevap verebilirsiniz. Her iki iddia için de haklı sebepler geliştirebilirsiniz. Ancak dikkatli ve insaflı baktığınız zaman “5 yıl” diyenlerin hukuksal kaygılardan çok siyasi hedefler güttüklerini kolayca görebiliyorsunuz. Muhalefetin asıl hedefi Çankaya değil, Hükümet. Muhalefet partileri diğer alanlarda yıpratamadıkları hükümeti çıkacak bir Cumhurbaşkanlığı krizi üzerinden yıkabileceklerini umut ediyorlar. Bu konuda örnek aldıkları tecrübe ise ANAP’ın cumhurbaşkanlığı tartışmaları ile dağılma yoluna girmesi. Aynı şekilde 5 yıl tartışmaları canlı tutularak belki de Gül’ün küstürülmesi, Erdoğanile Gül’ün çarpıştırılması veya partide diğer adayların çıkması umuluyor. Siyasette meşru olmak kaydıyla her türlü hesap yapılabilir, her türlü taktik izlenebilir. Ancak unutmayalım, Cumhurbaşkanlığı makamı yeniden krizlerin odağı haline gelir ise Abdullah Gül gibi bir ismi yeniden bulamayabiliriz. Bu da sadece AK Parti’nin değil, tüm Türk siyasetinin yeni bir kriz dönemine girmesine neden olabilir. Hatırlayınız, 12 Eylül Darbesi’nin en önemli nedenlerinden biri de Meclis’in cumhurbaşkanını bir türlü seçememesi değil miydi? Kısacası günübirlik çıkarlarımız için ülkenin istikrarını tehlikeye atmaya değer mi?
Kaynak: Star