Ak Parti, Abdullah Gül'ü, Cumhurbaşkanlığı için tek aday olarak gösterdi. Böylece, Ak Parti açısından, seçimlerde milletin gösterdiği istikamette hareket etme sınavı verilmiş oldu. Şimdi sıra Meclis'in kararında...
Derim ki, muhalefet partileri de seçimin mesajını almalı, hükümetin icraatına karşı siyasi muhalefetlerini saklı tutmak kaydıyla Cumhur'un bu ortak makamını en az tartışma ile seçme yolunu tercih etmelidirler.
Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla bugüne kadar olmaması gereken bir gerilim yaşandı. Belki bu da normal karşılanabilir. Sonuçta gerilim de rakiplerin iradesini çözmek için bir politik silahtır, onu da zaman zaman kullanır, kendi hedeflerinizi gerçekleştirmek istersiniz. Ama, bu silah işe yaramadı, Ak Parti gerilim silahına boyun eğmedi, gerilim politikasına milletin büyük çoğunluğunu yanına alarak cevap verdi.
Dilerim bundan sonra sağduyu hakim olur, istikrarsızlık yaşanmaz ve bir an önce hizmet yoluna girilir.
Bir kesim hala “Abdullah Gül korkusu” üretmeye ve oradan bir gerilim atmosferi oluşturmaya yöneliyor. Bu doğru değil. Bu, ülkeye bir şey kazandırmaz.
Çünkü bana göre Abdullah Gül, etrafında korku üretilecek bir sima değil.
Bakın neden?
Abdullah Gül, bu ülkede başbakanlık, Dışişleri bakanlığı, başbakan yardımcılığı yapmış, Milli Güvenlik Kurulu'na defalarca girmiş bir insan.
Tüm bu görevler, bir siyasetçiyi yeterince tecrübe sahibi yapacak birikimdir.
Biraz detaylandıralım:
Abdullah Gül, defalarca sandık tecrübesi geçirmiş, oy oranları konusunda limitleri görmüş, defalarca içinde bulunduğu partisi kapatılmış bir siyasi mecradan geliyor. Ve son yaşadığı siyasi tecrübe, önceki siyasi yürüyüşünün özeleştirisine dayanıyor. Bu son partileşme tecrübesi ise, Türkiye için “olabilir - mümkün” bir siyasi proje olsun diye oluşmuş bir yapı. Bu siyasi tecrübenin içine ise, Türkiye'nin insan potansiyelini tanımak, onun nasıl bir değerler dünyası içinde olduğunu görmek, Türkiye insanına ne teklif edilebilir ne edilmez üzerinde düşünmek giriyor.
Bunun yanında, millet iradesinden öte gerçeklikler bulunduğu, bunun Türk siyasi hayatını zaman zaman darmadağın ettiği bilgisi de, Abdullah Gül'ün gözlemlediği siyasi gerçeklikler içinde yer alıyor olmalıdır.
Ak Parti'nin henüz kuruluş safhasında kendisini dinlemiştim: “Meydanlarda söylemediğimiz şeyi dört duvar arasında da söylememek bu siyasi hareketin ilkesidir” demişti.
Bu söz, son zamanlarda çoğalan beyin içi okuyucular için bir anlam ifade etmelidir.
Yani Abdullah Gül, bana göre artık “Şeffaf”ı oynayan bir simadır.
O zaman, niyet okumak değil, ona, mevcut reel görüntüsü içinde bakmak lazımdır. Yani bana göre Abdullah Gül görünüşte ne varsa odur.
Şimdi kendimize sorabiliriz:
Acaba Abdullah Gül'e baktığında bir korku duyuyor mu Türkiye insanı?
Bence duymuyor.
Aksine tebessümü ile bütünleşmiş bir simadan söz ediyoruz ondan söz ederken...
O zaman halkın duymadığı korkuyu ona pompalamak insaf eseri midir?
Burada bir hususa daha işaret etmek gerekiyor.
Abdullah Gül'ün bugüne kadar üstlendiği görevler, onu bir dünya adamı haline getirmiştir.
Dünya adamı olmak ise, kişinin ruh ve beden anatomisinin şerha şerha yarılması demektir.
Yani içinizin dışınızın okunması demektir.
Böyle bakıldığında acaba sayın Gül'ün Batı'dan Doğu'ya, Türk dünyasından İslam dünyasına, Hristiyan alemine kadar dünyada bıraktığı imaj korku imajı mıdır?
Bunu insaf sahibi hiç kimse söylemiyor.
Aksine son derece medeni, Türkiye'nin çıkarları konusunda son derece hassas, mücadeleci ama nazik bir insan portresidir Türk devlet adamı Gül'ün portresi...
Evet gerek Başbakan Erdoğan gerek onun yardımcısı Gül, son birkaç yıl içinde parlayan iki Türk devlet adamı siması olmuştur. Bunu kim inkar edebilir?
Bir konu daha var.
O da Bayan Gül'ün bu işte akıl almaz biçimde gerilim unsuru olarak kullanılmasıdır.
Tıpkı Abdullah Gül etrafında olduğu gibi Bayan Gül etrafında da korku atmosferi oluşturulmak isteniyor.
Bu da çok yanlış bir tutum.
Bir kere, eşlerin böyle siyasi mücadele atmosferinde boy hedefi olması, Türk toplumunun siyasi örfüne yabancıdır. Orası korumalı alandır. Her siyasetçinin eşi için bu böyle olmalıdır.
Ama Türkiye'de eşler, başörtüleri sebebiyle dehşet verici bir kıyıma maruz kalmakta, kendileri ile birlikte eşleri de başörtüsü sebebiyle gadre uğramaktadır.
Bu, gerçekten akıl almaz bir durumdur ve bu, Meclis başkanı seviyesinde, Başbakan Dışişleri bakanı seviyesinde yaşanan bir mağduriyettir.
Sormak isterim:
İnsanlar Bayan Gül'e baktığında içlerinde oluşan şey korku mudur?
Başörtüsü onu korku verici bir insan haline mi getiriyor?
O, Cumhurbaşkanı eşi olunca Türkiye adına dünyaya korku mu salacak?
O, bir insan hakları mağduru iken, kendisi bir başkasının mağdur olmasına sebep mi olacak?
Bunların millet nezdindeki net cevabı hayırdır, bunu bilmek için de kahin olmaya gerek yoktur.
Bayan Gül bir annedir.
Anneler korku salmazlar.
Bence sırf annelik sebebiyle o derin bir saygıyı hak ediyor.
Bugüne kadarki duruşu da, sadece saygın bir devlet adamı eşi imajıdır.
Bayan Gül, eşinin Dışişleri Bakanı olması dolayısıyla dünya devlet adamları tarafından da tanınan bir simadır. Bugüne kadar o ortamlarda da en küçük bir yanlış davranışından bahsedilmemiştir.
O zaman, bizim memleketimizde, başındaki örtünün korku sebebi sayılması nedendir?
N'oldu bize?
Neden bu ülkenin kadın nüfusunun yüzde 75'inin başındaki örtü, ülke için taşınmaz bir görüntü gibi telakki ediliyor?
Bu koruklardan kurtulmak gerekiyor. Milleti korku alanı haline getirmekten kurtulmak gerekiyor. Dilerim ki, bu Cumhurbaşkanlığı seçimi, böyle bir zihni dönüşüm için başlangıç olsun. Cumhurbaşkanını gerilimsiz seçelim ve Türkiye olarak yeni bir yürüyüşe başlayalım.