ABD'nin müstakbel başkanı eski müttefiklerini unutmamalı

Obama ilk tartışmada fırsatı kaçırıp canlı bir şekilde ikincisine döndükten sonra  Romney’le bu gece yaptığı başkanlık tartışması, sonucu belirleyici diye takdim ediliyor. Gerçekte ise Amerikalıların çoğunluğu kararlarını çoktan verdiler.

Büyük bir gafın yapılması müstesna, bu tartışmanın duyguları harekete geçiren bir kampanya müziği için sonuç belirleyici bir hamleden daha önemli olması muhtemeldir.

Tartışmanın önemi başka. İlk tartışmanın aksine tek bir başlık altındaydı: Dış politika. Kamuoyu yoklamaları Amerikalıların dış politikayı pek umursamadığını söylese de müthiş askeri gücü ve asabi iç hassasiyetleriyle birlikte Amerikan dış politikası, dünyanın geri kalanı nezdinde savaş ile barış, refah ile fakirlik arasındaki farka tekabül edebilir.

Obama 2008’de Irak enkazından Afganistan’da zuhur eden trajediye kadar tepsi içinde feci bir mirâs devraldı. Karar alırken sükûnetini muhafaza etti; Asya’ya “eksen değiştirmesinde” stratejik anlamı olan el Kaide tehdidine odaklandı; Avrupa’yla iş yaparken de sabırlı.

Dış politika, müttefikleri yüreklendirmek, düşmanların ise ahengini bozmaktır. Mitt Romney’in Londra Olimpiyatları hakkındaki yorumları tam tersini yapmıştır. Fakat bir kazaydı bu yoksa stratejik bir kayma değildi.

Romney’le geçen yıl karşılaştığımda Rusya’yı “bir numaralı jeopolitik düşman”; radikal İslam’a (İran’ı el Kaide’yle aynı yerde toplayarak) karşı yeni Soğuk Savaşta İsrail’i ön cephe olarak tespit etmiş ve savunma bütçelerinde her yerde ciddi kesinti yapılırken o büyük bir artırım işareti vermişti.Bu fikirlere katılmıyorum ancak Romney’in nereden geldiğini görebiliyorsunuz.

Obama, nesillerdir dış politika merkezli bir seçime giden ilk Demokrattır – ki başlı başına bir başarıdır. Fakat Amerika’nın Müslüman dünyadaki popülaritesi vahim bir halde; Çin’in yükselişi dünyayı yeniden şekillendiriyor ve Amerikan ordusunun üstünlüğü Afganistan’daki Taliban’ı bitiremeyebilir.

ABD ekonomik yenilik ve sosyal ilerlemenin kayda değer bir lokomotifi olmayı sürdürüyor. Ancak dünya değişti. Bir sonra ABD başkanı zorlu bazı testlerle yüz yüze gelecektir: İran nükleer programı, Afganistan’daki savaşı sona erdirmek ve küresel ticaret ve ekonomiyi canlandırmak bunlardan sadece üçüdür.

Dolayısıyla Amerika sırf başkomutan değil başöğretmen de olmalıdır; değişmiş ve değişmekte olan bir dünyada Amerika’nın küresel rolünü düzene koyacak bir başöğretmen.  Vereceği altı ders var.

Birincisi, Çin’in yükselişi tehdit değil bir fırsattır. Her iki başkan adayının Amerikan halkına Çin’in Amerika için ekonomik bir problem olduğunu söylediklerini işitmek iç karartıcı. Çinlilerin hem iPad üretip hem de satın almalarının can sıkıcı olduğunu anlayabiliyorum ama Çin yeni bir büyük güç ve yeni bir pazardır.

Asya’da her yıl 50 milyon kişi (yılda 6.000 ile 18.000 dolar arasında kazanarak) küresel orta sınıfa katılıyor. Onlarca yıldır açık ticarete bağlı kalmanın bir başarısıdır bu – Batının  ekonomik yenilenmesi bu eğilimlerle savaşarak değil dalganın üstüne çıkarak gerçekleşecektir.

İkincisi, “İslamcı” bir suistimal terimi değildir. Müslüman dünyada bazı insanlar küresel cihat yürüterek dinlerini suistimal ediyor olabilirler. Fakat çoğu İslamcının birinci düşmanı kendi yönetimleridir.

Müslüman dünyaya demokratik siyaset geliyor. On gün önce Pakistan’daydım; Pakistan’ın sivil yönetimi, askeri darbe olmadan ayakta kalan hükümetlerin ilkidir.

Türkiye, Mısır, İran ve el Kaide’yi aynı yere yerleştirmek çılgınlıktır. Hepsi de kendilerini İslamcı diye anarlar ama farklı şeyleri kastederler.  Selefilerle Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin boy ölçüşmesi, bunu Batının yapmasından çok daha iyidir.

Üçüncüsü, Soğuk Savaşı devletler arası rekabet tanımlamıştı. Dünyanın geniş bir kesimi bu veya şu bloktaydı. Silahlanma yarışı ise Sovyetler Birliğini batırdı. Pahalıydı ama dolambaçsızdı.

Bugünkü tehdit ise vatan topraklarının işgal edilmesinden ziyade kontrol edilmeyen mekanlardan ve istikrarsız devletlerden gelmektedir; silahla yapılan harp değil siber savaştır. Diplomasi ve kalkınma bu yüzden akıllı savunmadır.

Dördüncüsü, ikiyüzlülük uluslar arası ilişkilerin en büyük günahıdır. Gitgide açık toplum haline gelinmesiyle birlikte ülkeler ve halklar söz ve eylem tutarlılığıyla testten geçiyor. Diplomaside bir şey söyleyip başka şey yapıldığında kimin ne mal olduğu anlaşılır.

Amerika kendi sorumluluklarını sırtlanmadığı takdirde diğerlerinin sorumluluğundan bahsedemez. Başkalarını uluslararası hukuka saygıya çağırmasına kulak asılmayacaktır ta ki Filistin topraklarında gayri meşru yerleşim inşaatlarını durdurması için İsrail’e çağrıda bulunana dek. ABD, dengesizliklere yol açan kendi açıklarını halletmeden küresel ekonomideki dengesizlikleri başkalarına hallettiremez.

Beşincisi, Amerika dünyanın sorunlarının çözümünde vazgeçilmezdir fakat diğerlerinin de vetosu vardır. Nükleer silahların yayılmasından iklim değişikliği ve küresel açlığa kadar, dünyanın sorunları Amerika’nın dahlini beklemektedir. Fakat ekonomik gücün Batıdan Doğuya kayması demek, başkalarının da vazgeçilmez hale gelmeleri demektir; “hayır” demeye güç yetiriyorlar nitekim.

Altıncısı, eski müttefiklerden vazgeçme. Avrupa’nın önünde zorlu birkaç yıl daha var. Fakat ABD’nin aksine, Avrupa ekonomileri için kum bataklığı olan inatçı kemer sıkma politikaları sona erecektir. Avrupa dünyanın en büyük en zengin tek pazarı olmayı sürdürmektedir. Ve Atlantik hattındaki ülkelerin hesap veren yönetimlerde, açık toplumlarda ve uluslararası sorumlulukta ortak çıkarları vardır.

2008 yaz ve sonbaharında Obama’nın kazanmasını istemiştim. Ancak Cumhuriyetçi aday John McCain’le görüşmek ve onun seçilmesine hazırlanmak da işimdi; şimdiki hükümet tüm detaylarıyla masaya yatırıyor olacaktır. Ancak modern politikanın ilk kuralı, her hükümetin kendi halkıyla koalisyonda olduğudur. Amerikalı liderlerin halkıyla aynı düzleme gelme vaktidir.

Yazar hakkında: İngiltere eski dışişleri bakanı (2007-2010)

Kaynak: London Evening Standart

Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı