ABD'nin İran nükleer planlarını tanıma vakti geldi

ABD'nin İran nükleer planlarını tanıma vakti geldi

Tony Karon

Washington'ın sürdürdüğü İran diplomasisi bugünlerde Rusya ve Çin'i tatlı sözlerle ikna edip yeni müeyyideleri desteklemelerini sağlamaktan ve safdil gazetecileri Moskova ve Pekin'in kervana katıldığına inandırmaktan oluşuyor.

ABD Başkanı Barack Obama CBS kanalında İran'ın “nükleer silah geliştirecek kapasiteye” sahip olmak için çalıştığını, ABD ve müttefiklerinin birleşmiş bir uluslararası câmia ile birlikte baskıyı artıracağını anlattı. Böylesi sözleri hiç kimse inanılası bulmuyor zira Başkan George W. Bush pek etkisi olmayan o aynı şeyleri 2006'dan beri söylüyordu.

Doğrudur, İran NPT anlaşmasının şeffaflık şartlarını eksiksiz olarak yerine getirmediğinden dolayı üç yıldan beri uygulanmakta olan müeyyidelerin ağırlaştırılması konusunun Güvenlik Konseyi'nde ele alınmasına Rusya ve Çin nihayet razı oldu. Fakat Moskova ve Pekin, İran'ın nükleer silah imâl etmeye çalıştığına inanmadıklarını açık seçik belirttiler. ABD de inanmıyor nitekim. CIA'nin değerlendirmelerine göre İran bu doğrultuda henüz bir karar almış değil ve İran'ın şu anki çabaları ona sadece nükleer silah imâl şıkkını sunuyor.

Sonuç itibariyle Rusya ve Çin, İslam Cumhuriyetine bahse değer acılar yaşatacak yeni müeyyideleri engelleyeceklerini açık seçik belli ettiler ve sorunun ancak diyalog yoluyla çözülebileceğine ve müeyyidelerin işe yaramasının ihtimal dâhilinde olmadığının farkındalar.

Uluslararası câmia, İran'a nükleer silah imâl izni verilmemesi gerektiği inancında birleşiyor ama “nükleer silah imâl etme kapasitesi/yeterliliği” başka bir şeydir. Sivil nükleer enerji programları için tam yakıt çevrimi yapabilen her ulus, nükleer silah geliştirme “kapasitesine” sahiptir ve böylesi bir programı yürütmek, NPT imzacısı olarak İran'ın hakkıdır. ABD, Fransa, İngiltere ve İsrail'in şimdiye kadar sergiledikleri duruş, enerji için bile olsa İran'a uranyum zenginleştirme izni verilmemesi gerektiği şeklinde zira uranyum zenginleştirme, silah yapımına uygun malzemeyi sunar. Fakat uluslararası câmia'nın geri kalanı nazarında mesele, İran'ın uranyum zenginleştirme programının NPT'nin silahlanmaya karşı belirlediği şartlara uygunluğudur.

ABD'nin konuyla ilgili tavrı savunulacak gibi değil. ABD eski Dışişleri Bakanı Colin Powell geçen hafta şunları söyledi: “İranlılar nükleer program yürütmeye azimliler, dikkat edin, bir nükleer silah demedim. Son altı ya da yedi yıldır onları nükleer programdan uzak tutmaya çalışmamıza rağmen halen programı yürütüyorlar. Programı durdurmalarını sağlayacak denli zarar verici müeyyideler göremiyorum henüz. Bu yüzden nihâi bir çözümün müzakere yoluyla aranması gerektiğini düşünüyorum.”

Benzer şekilde, Senato Dış İlişkiler Komitesi başkanı John Kerry geçen Haziran ayında “İran'dan uranyum zengileştirme programından sarf-ı nazar etmesini istemek gülünçtür” demiş ve NPT imzacısı olarak “barışçıl nükleer program yürütme ve bu gâye doğrultusunda uranyum zenginleştirme hakları var” diye kaydetmişti.

Powell ve Kerry, İran'ın uranyum zenginleştirme hakkını kabul ederek ama silahlanmaya karşı önlemleyici düzenlemeleri de tahkim ederek diplomatik başarı şansını artırmayı savunuyorlardı. Obama yönetimi ise duruşunu hâla değiştirmiş değil. Nükleer yakıtın bir başka ülkede zenginleştirilmesi üzerinde anlaşma sağlanamamasından sonra Washington müeyyidelerin artırılması konusuna odaklandı, ki herkesin başarısız olacağına inandığı müeyyideler bunlar ve başarısız olması halinde bir B planı yok. Obama halen “tüm seçeneklerin masada olduğundan” (açılımı askeri saldırıdır) cesur bir şekilde bahsediyor ama ne ki Amerikan strateji câmiası son derece sınırlı kazanımlar karşılığında bölge çapında felâket denilecek bir savaşa yol açma ihtimali olan bir askeri harekâttan açıkça şüphe duyuyorlar.

Savunma Bakanı Robert Gates'in geçen yıl söylediği gibi: “Zaman kazanmaktan daha fazlasını başaracak olan bir askeri seçenek yok.” Yani bombalama, İran'ı bir ila üç yıl geriye götürecektir.

İsrail'de merkez, kıyamet söylemleri kullanıyor olmasına rağmen serinkanlı analistler İsrail'in Amerikan onayı ve yardımı olmaksızın – ki ihtimal dâhilinde değildir - İran'a karşı askeri harekât yapabilecek bir durumda olmadığını söylüyorlar. Bu yüzden bazıları, nükleer silahlı bir İran'a karşı Soğuk Savaş tipi bir kuşatma stratejisi yürütülmesine razı. Esâsen Obama tıpkı selefi George W. Bush gibi İran konusunda kilitlenip kalmış intibâı uyandırıyor.

ABD liderleri, İran'a karşı tüm bir Ortadoğu adına hareket ettiklerini sıksık iddia ediyor ve yürüttükleri stratejinin Arap yönetimlerine arka çıktığını ima ediyorlar. Washington'daki şahinler Amerika'nın İran'ı bombalaması durumunda Arapların alkışlayacağında ısrar ediyor, sanki onlar adınaymış gibi, Arap rejimlerinin sessizliğinden faydalanıyorlar. İran'la askeri karşılaşmanın olumlu neticeler üretebileceği fikrini reddeden Arap sesinin önemini vurgulamaktadır bu.

Geçen hafta yapılan Arap Birliği zirvesinde birliğin genel sekreteri Amr Musa, meselenin Arapların İran'la diyaloğa girmesi sûretiyle halledilmesi çağrısını yaptı. “İran'la farklı olduğumuz, onunla mutabık olmadığımız noktaları görmemiz ve bunların üstesinden gelmemiz lazım. İran bir düşman değildir; diyalog, bölgeye barış ve istikrar getirilmesine yardım edecektir” dedi.

Arap Birliği İran'la geçinip gitse iyi olacak çünkü Washington'dan gelen hiçbir şey, bölgeyi ateş çemberine atacak bir çıkmazı aşma ümidi sunmuyor. Washington ve Tahran, her ikisi de geçici bir anlaşmaya yol bulabilmek için yardıma ihtiyaç duyuyor. O yardımın bir kısmı Çin, Türkiye ve hatta ihtiyatlı davranarak bir nükleer anlaşmayı deneyen Japonya'dan gelecektir. Ancak Washington'daki şahinler Arapların nâmına İran'ın bombalanması için bastırıyorlar ve bu savaşın feci sonuçlarından en çok ıstırap çekecek olanlar yine Araplardır. Barışı korumada anlamlı bir rol oynamaları için yeterince teşvik edici olmalıdır bu.


Kaynak.: The National (BAE)

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı